Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Elini Feet Yap Bakıyim...

Geçenlerde bir arkadaşım ‘Gülfem senin evini ararken 155 polis imdat’ı arıyor hissine kapılıyorum. Kızım bu ne kadar olay, ne kadar aksiyon’ dedi... Bende ona ‘peki sizin hayatınızda böyle şeyler olmuyor mu’ diye sordum. Olmuyor, dedi... nasıl olmuyor? Hiç mi olmuyor ...   Yani sabah yataktan kalkıyorsunuz ve yatana kadar sıradışı hiçbirşey olmuyor, kimse ile sıradışı bir dialoga girmiyorsunuz veya sıradışı birşey görmüyorsunuz... peki   bu nasıl oluyor, açıkcası ben de bunu anlamadım... Doğmadan önce evrenle çeşitli anlaşmalar yaptığımız söyleniyor. Şahsen nasıl bir anlaşmaya imza attıysam, hayat her daim 'lunapark'ta bir gün' kıvamında... Misal şu son Libya seyahati... Bizim işimizle uğraşanlar için son derece sıradan, kendi halinde ve alışılmış bir iş gezisi olacağına, benden ötürü mü, yoksa olacağı vardı da ondan mı bilinmez, kum fırtınasına yakalanmamız sebebi ile başka birşey oldu.... Bu tip seyahatlerin genel çizgisi şudur:   Geziye katılan kişilerle havaalanında bul

Ye, Dua Et, Sev...

Geçen hafta ‘Ye, Dua Et, Sev’ i izlemeye gittik. Tam bir ‘damdan düşenin halinden,   damdan düşer anlar’ filmi...   Kadın benim hissettiğim herşeyi yazmış... Dolayısı ile benden beklediğiniz kitap suya düştü... Filmin orta yerinde arkadaşım ‘doğru cümleleri bulmuş’ dedi... Kesinlikle haklı...   Durumu tanımlayan bütün doğru cümleler o filmde toplanmıştı... Bu yüzden birçok yerde ikimizin de yüreğine işledi. Bazı yaralarımızın kabukları kalktı, bazılarına merhem sürüldü... Karışık   işler yani... Ye, Dua et, Sev... Adından da belli, kahramanımızın hayatın üç temel aşamasından geçişini anlatıyor. Birincisinde yemek yemenin önemini, ikincisinde   dua etmenin gücünü ve içsel dengesini kurmayı, üçüncü ve son aşamada ise, bu dengeyi aşk uğruna bozmayı öğreniyor... Filmi kadınlara şiddetle tavsiye ederim. Mutlaka gidin ve görün... Ama asla yanınızda bir erkekle gitmeyin. Bu kadınlar arasında birşey.. Gerçi   bu filmi bir erkekle izlemek hatasına düşmüş bir kaç kadın da yok değildi sinemada...

Sex&the city (second edition)

Bizim ebeveynlerimizin ‘Erkek gibi bir kız çocuğuna sahip olmak' saplantısı vardı. Bu durum, becerebilen tüm kız anne ve babaları için esaslı bir gurur kaynağıydı. Eş dost arasında ‘Kızımı ordunun içine salsam, kız girer, kız çıkar, heh heh heh...’ şeklinde lüzumsuz muhabbetlere girerlerdi. O zamanlar memlekette galiba bir tane bile aklı başında adam yoktu. Dolayısı ile hiç kimse ‘Sal kızı ordunun içine de, gör başına neler gelir, demezdi. Kız ordugaha girer de, öteki taraftan ne çıkacağını Allah bilir...   Mübarek, Alman icadı sosis makinası sanki. Bir taraftan ineği koy, öte taraftan sosis çıksın. Sosisleri koyunca da inek çıkacak demek ki. Sen de kızı koy, öteki taraftan ordu çıksın. Ordu   koyunca da kız çıkar, Allah izin verirse.    Var mı böyle bir saçmalık... Galiba, diğer aile üyeleri de  kız çocuk sahibi olmanın ezikliği ile böyle apır sapır konuşan garibana dokunmazlardı. Allah vurmuş, birde biz vurmayalım hesabı... Zira o devirlerde kız çocuk sahibi olmak başlı başına e

Okur Mektupları...

Bu sabah köprü trafiğinin sıkıntısını face'e bağlanarak hafifletmeye çalışırken gönderilenlerin arasında aşağıdaki mesajı buldum... Ne kadar mutlu olduğumu yazayım istiyorum ama kelime bulamıyorum... Sanırım mesajı okuyunca, bana hak vereceksiniz.   Sizlerin pozitif elektriği az kaldı benim içimdeki karalamalardan bir yazar çıkaracak. Hepinize çok teşekkürler, sevgiler, öpücükler ve iyi olan her bir şeyler... Not: Arkadaşım isterse mesajın altına 'gönderen benim' yazabilir, ama o vakte kadar adı bende saklı... 'Sevgili Gülfem,   Uzun zamandır seni takip ettiğimin yeni ayırdına varmış durumdayım:) İletilerin,, anlık yorumların,, home da çıkan her tür paylaşımın, facebooku açtığım nadir anlarda beni en gülümsetenler, bazen de hüzünlendirenler oluyor.. Seninle okulda sadece bazı bazı selamlaşmışlığımız olsa da, hatta hiç bilmesek de birbirimizi, bazen o kadar yakın hissediyorum ki sana kendimi... Yalnız korkmaya başladım; mesajım giderek ilan- ı aşka doğru ilerliyor:).

Hamam

Telefonum çaldı. Açtım. Karşıdaki ses; ‘Gülfem, Üsküdar’da bir hamam var. Çinili Medrese’nin içinde... Kösem Sultan yaptırmış. Mimar Sinan’ın talebesi Kasım Ağa’nın eseri... Çift kubbeli, biblo gibi minicik bir bina... Üç bloktan oluşan külliyenin güneybatı kanadında...   Üslup,   döneme ait... Biz Perşembe gidiyoruz, sen de gelir misin? diye sordu. Davete bakar mısınız? Mesleki deformasyon dedikleri bu olsa gerek. Davetin içinde tarih var, üslup var, Sinan var. Sinan deyince mimar kısmında akan sular durur. Mecburen kalktık gittik. Kösem Sultan hamamı, medreseyi yapan işçiler yıkansın diye yaptırmış. Ama yine de hem kadın, hem erkek bölümü var. Tarih içinde alışılagelmiş negatif ayrımcılık gereği, erkekler bölümü büyük ve şadırvanlı, kadınlar tarafı bizim evin salonundan az daha büyükçe, kendi halinde bir yapı... Alıştığımız SPA’lardan   çok farklı, g eleneksel bir Türk hamamı. Bakımsızlık ve yanlış restorasyonun izleri de  tarihi bir Türk binasına yakışır   boyutlarda. insanın