Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yazsan bi türlü, yazmasan bi türlü...

‘Rakamla 14’ epey yorum alan bir blog oldu... Yorumların birkaç tanesi blog sayfasına düştü. Ama bundan çok daha fazlası facebook’tan mesaj olarak geldi... hatta bazı arkadaşlarım telefon açarak hislerini paylaştı... Yazdıklarımı okumakla kalmayıp,   yorum yapmak zahmetine giren, duygularını ileten tanıdık, tanımadık tüm dostlarıma teşekkür ediyorum... Yorumların önemli bir kısmı, tahmin etmek zor değil, kadınlardan geldi... Kadınların tamamı benim gibi boşanmış kadınlar... Yorum gönderen az sayıda erkek ise, kadınların aksine evli ve mutlu erkekler... Bu hikayenin boşanmış kadınların gönül tellerini titretmesini anladım ama, evli erkekler neden etkilendi, açıkcası pek anlayamadım... veya şöyle diyeyim, anladıklarım aklımdaki erkek şablonuna uymadı... Boşanma olayı kadınları bu kadar naifleştirip, eğitirken, içlerinden bir misli daha olgun bir insan çıkarırken, erkekleri bencilleştiriyor. Gördüğüm kaç tane boşanmış erkek varsa, hepsi günü kurtarmak derdinde... Oysa uzun ve mutlu evlili

Rakamla 14...

Geçen yıl   bu vakitler de evliliğim bitti... Kendisi, sanki bundan anlamam gereken birşey varmışçasına, 14 Temmuz’da başladı, ondört yıl sürdü ve 14 Ocak gecesi sona erdi... Bu yazıyı yazmadan önce epey düşündüm. Hassas bir konu çünkü... ama yazmadan geçmeye de gönlüm elvermedi. Neticede, kıldan yünden bir sürü meseleye sayfalar dolusu yazdıktan sonra, hayatımın dönüm noktalarından birini es geçmek çok anlamsız olacaktı yani... Sonuçta buradayım... bakalım anlatmaya ferasetim yetecek mi... Eski kocamın adını, mimarlık fakültesine kayıt olduğum gün,   listede gördüm. Kendisi okula açık ara birinci olarak girmişti. Aldığı puanın yüksekliği   dikkatimi çekti. Hayran kaldım... gidip şu çocukla bir tanışayım, bakalım kimin nesiymiş dedim... Geçenlerde bunu anlatınca Gaye dediki; ‘iyiki listeden devam etmemişsin’... Meğer kendisi de üçüncü sıradaymış...   Ne diyim, fevkalade isabetli olmuş, hem Gaye için, hem benim için... Okulun ilk günlerinde bizi gruplara ayırmışlardı... onbeş gün İstanb

İyilik-Kötülük, diğer bir deyişle Akıllılık-Aptallık....

Hayatımın kırk yılını geride bıraktığımdanmıdır nedir, yoksa olacağı vardı da mı oldu bilinmez; başıma gelen istenmeyen durumlara kızmak veya eyleme kalkmak   yerine, oturmak, düşünmek, kendimce sonuçlara varmak gibi bir misyon edindim... Yani ‘buna bana nasıl yaparlar’, ‘ulan ben bu kazığı yiyecek adammıydım’ diye dövünmek yerine, ‘şimdi bu durumu yaratan dinamikler nelerdir’, ‘dünyanın acaba hangi yazılı olmayan kuralı yüzünden bu oldu’ veya ‘bundan ne öğrenmeliyiz’ gibi düşünceler geliştirmeye başladım... Gerçi düşüncelere daldığım anlarda mabadımdaki kazığı unutup, üstüne oturduğum da olmuyor değil ama bunu da farkındalık yolunda ödenen ufak bir bedel kabul ediyorum artık... Geçen haftayı iyilik-kötülük ikiliği üzerine kafa yorarak geçirdim. İyi neden iyidir, kötü neden kötüdür... İyi neden iyilik yapar, kötü neden kötülük yapar... Vardığım sonuçlar beni bile şaşırttı.. İnsanın başına birşey gelecek ki, bu kavramları düşünecek... başımıza gelmeden düşünsek... olmaz, hayır... neden