Ana içeriğe atla

Yazsan bi türlü, yazmasan bi türlü...

‘Rakamla 14’ epey yorum alan bir blog oldu... Yorumların birkaç tanesi blog sayfasına düştü. Ama bundan çok daha fazlası facebook’tan mesaj olarak geldi... hatta bazı arkadaşlarım telefon açarak hislerini paylaştı... Yazdıklarımı okumakla kalmayıp,  yorum yapmak zahmetine giren, duygularını ileten tanıdık, tanımadık tüm dostlarıma teşekkür ediyorum...
Yorumların önemli bir kısmı, tahmin etmek zor değil, kadınlardan geldi... Kadınların tamamı benim gibi boşanmış kadınlar... Yorum gönderen az sayıda erkek ise, kadınların aksine evli ve mutlu erkekler... Bu hikayenin boşanmış kadınların gönül tellerini titretmesini anladım ama, evli erkekler neden etkilendi, açıkcası pek anlayamadım... veya şöyle diyeyim, anladıklarım aklımdaki erkek şablonuna uymadı... Boşanma olayı kadınları bu kadar naifleştirip, eğitirken, içlerinden bir misli daha olgun bir insan çıkarırken, erkekleri bencilleştiriyor. Gördüğüm kaç tane boşanmış erkek varsa, hepsi günü kurtarmak derdinde... Oysa uzun ve mutlu evlilikleri olan erkekler, duygusal, empati kurma kabiliyetleri yüksek ve anlayışlı insanlar... plağı tersinden çalarsak, olayı şu şekilde de özetleyebiliriz : bir kadın ve bir erkek evlendiğinde adam, adam gibi adamsa, evlilik yürüyor. Değilse, kadın hidayete eriyor, anlayışsız koca tortu olarak dibe çöküyor. Bunun istisnası yokmudur, belki vardır... ama dediğim gibi istisnadır. İstisnalarda malumunuz kaideyi bozmaz.. Öyle olmasa eskiler ‘karısından ayrılmışa varma, karısı ölmüşe var’ demezlerdi... tabii burada kadının doğal sebeplerle ölmüş olması kriterini gözetmemiz  gerek, o da  ayrı mesele...
Mesaj gönderen arkadaşlarımdan biri  ‘sen bir şifacısın’ diye yazmış... Bundan onur duydum... Bence bu çok büyük bir şey... Yazarken bu kadar önemli bir iş başardığımı düşünmemiştim ama, bazılarınızın yarasına merhem olduysa anlattıklarım, hakikaten ne mutlu bana...  Ama burada  ‘es’  verip bir şey söylemek isterim... Bir insan bir konuda ahkam kesiyorsa ve kestiği ahkamlar doğru ise, o insan,  ahkam kestiği konuda en büyük yanlışları yapmış insandır... En iyilerin geçmişinde affedilmez günahlar vardır, en akıllılar vaktiyle en büyük aptallıkları yapmışlardır. En anlayışlılar, en nobranların içinden çıkar.. İnsan kendi ruhunun karanlıklarını görmeden başkaları için ışık olamaz...  insanı pişiren ve olgunlaştıran kendi içindeki kötülüklerden harlanan ateşin alevleridir... Hayat insanı sık sık bu alevleri görmesi için yol ayrımlarına getirir. Fırının kapağını açıp, içine bakmak veya hiç yokmuş gibi davranmak tabii ki kendi seçimimiz...
Ben fırının kapağını açıp, içine atlayanlardanım aslında... Senelerce kenarında gezinip durduktan, varlığını inkar ettikten sonra, birgün kendi sığlığımdan, yüzeyselliğimden, maskelerimden ve içtenliksiz tavırlarımdan  sıkılıp, kendimi yok etmek için dalmıştım alevlerin içine... Ama evrende nedendir bilinmez, bizi sürekli ters köşeye yatıran bir mekanizma var... yeniden doğmak için illaki önce kül olmak lazım...  Bende kendi hırslarımın alevlerinde  yıllarca  yandım ve sonunda bir avuç kül oldum... derken kurumuş çiçek dallarına baharla su yürümesi gibi, benim ruhumda  bu küllerin arasında  yeniden yeşerdi, can buldu...
Uzatmayalım... Şunu demek istiyorum aslında... Benim veya başkasının söyledikleri sizin yolunuzu aydınlatıyorsa, ‘bu ne kadar mükemmel bir görüş açısı, bende asla olmayan...’ diye düşünmeyin... ‘Söyledikleri bu kadar isabetli ise, demekki bu konuda ne büyük hayvanlıklar yapmış’ diye düşünün... bu hayvan, bu noktaya geldiyse, sizin gelmemeniz için hiçbir sebep yok... Ama insanın görüşlerinde isabet kaydetme yüzdesi  ile, geçmişindeki  hayvanlıkları doğru orantılı... O’nu bünyeye nasıl yedireceğiniz ise tamamen sizin seçiminiz....
Benim yazılarımda da bir laf lafı açtı formatı var... Artık tecrübesizliğimden mi bilinmez, her yazı kendi başına bir yerlere gidiyor... bir yerden giriyorum,  hiç olmadık bir yerden çıkıyorum... Bir nevi dedemlerin Erzurum’da kaldıkları kira evine benziyor yazılarım... Büyük dedem devlet memuru, tayinleri Erzurum’a çıkmış... O zaman evler zaten iptidai, hemde  birinci dünya savaşının ardından yaşanan yokluk yılları... Kiralamak için bulabildikleri tek evin tabanı eğimliymiş... Herkes yer yatağında yatıyor malum... Akşam başında duvar dibinden yatar, sabah olunca karşıdaki kapının eşiğinden kalkarlarmış...   
Bende bu akşam yorumlar üzerine yazmaya başladım, alevlerden küllerden çıktım...  Daha fazla yuvarlanmayım, son bir olay anlatıp bitireyim...
Dün akşam büyük kızım ağlayarak geldi.. Elinde küçük bir enfiye kutusu... üzeri mor camlı, kapağında bir tavuskuşu oturuyor. Tavuskuşunun kuyruğu parlak taşlarla süslenmiş... Kutu kırılmış, tavuskuşu artık kapağın üzerinde değil, cidarlarını kaplayan mor camlarda dağılmış... Belliki temizliğe gelen hanımın elinden bir kaza çıkmış...
Kutu küçük bir kutu, pek kıymetli de değil... Ama Defne’nin gözyaşlarını gören, onu dünyadaki tek mor enfiye kutusu sanabilir.   Haliyle teselli etmek istedim: ‘yavrum üzülme alırım bir tane daha, ne olacak alt tarafı bir kutu’ dedim... Yüzüme kızarmış gözleri ile baktı: ‘anne’ dedi, ‘ o kutuyu sen ve babam bana doğumgünümde birlikte almıştınız. O yüzden değerliydi... Tamam, dedim... babana söylerim, gider birlikte bir kutu daha alırız... Evet, dedi... kutuyu alırsınız ama, bir daha aynı evde yaşayabilirmisiniz? Bir daha eskisi gibi birlikte olabilirmiyiz... o kutu bana babamla birlikte mutlu olduğunuz  günlerin hatırasıydı anne... belki bin kutu daha alabilirsiniz ama o günleri geri getiremezsiniz...
Arkasını döndü,  yürüdü gitti...  Koltuğun üstünde kala kaldım... içimdeki fırının kapağı açıldı, tekrar alevlerin içine yuvarlandım...
Rakamla 14, sizin içinize oturdu, yavrumun dedikleri de benim...

Yorumlar

  1. "Bu hikayenin boşanmış kadınların gönül tellerini titretmesini anladım ama evli erkekler neden etkilendi, açıkcası pek anlayamadım..."

    böyle olaylar karşısında "boşanmış" kadınların gönül telleri titrerken, "mutlu" ve evli erkeklerin mantık telleri titrer. her titreyiş bir avazın ve bir naranın sesini vermez, evli ve mutlu erkeklerde melodik bir ritmin sesini verebilir. bazı çırpınışlar batırırken, bazı çırpınışlar uçmaya neden olabilir. sizin özgün hikayenize ilgi duymamak çok zor. hem dramına hem de edebiyatına...

    Bu anlatım genelleme bir yaklaşım oldu. kendi adıma diyebileceğim şudur:ilişkiler ve sevgi üzerine tez yazıyor gibiyim de birçok yazımda...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı