Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Burada bir Chiristian Grey Kişisi var...

Dün gece Mar Mimarlık’ın mimarları toplandık, bu yılın bitişini kutlamak, gelen yıla merhaba demek ama en çok da bu bahane ile yiyip, içip, kurtlarımızı dökmek için bir restorana gittik. Gerçi tüm Mar Mimarlık demeyelim. İnsan içine karışmaktan zerrece haz etmeyen sevgili ortağım, her zaman olduğu gibi, bu seferde bize katılmadı. Rezervasyon yapılan restoran, ofise beş dakikalık mesafede... Bağdat Caddesi’nde oturmanın faydaları işte... Nihal’e program 8’de başlıyor demişler. Biz her zamanki görev adamı halimiz ile 7.30’da tam tekmil bize ayrılan masaya kurulmuştuk. Sanırsın, toplantıya gidiyoruz. Oturduğumuz masanın üzerinde büyük, taşlı bir avize var.... Salon, göz alabildiğine masa... Her şey bir ışık seli içinde yüzüyor. Ve üzerinize afiyet bizden başka kimsecikler yok. Paltomu vestiyere verirken, bu masalar hep dolacak mı, diye sordum. Vestiyerdeki kız, bana bi bakış baktı, sustum... Saat sekiz olduğunda, salonda umumi manzara; bizim masada 12 kadın, yanımızdaki masada 1

Bulut Atlası

Bu sabah kızları havaalanına götürdüm. Onlar, kimlik kontrolünden geçtikleri dakika beni unutarak, anneanne’leri ile yaşayacakları, çikolatalı kek pişirmek, pazar tezgahlarından incik boncuk alışverişi yapmak, televizyon karşısında kuruyemiş yemek ve dizi seyretmek gibi, üçüne ait pek çok küçük ritüel ile dolu, ilk çeyrek devre tatillerine uçtuktan sonra, havaalanında, ekranları görebileceğim bir yere oturarak kahvemi içtim. Defne ve Deniz gittiğinde, uçak varacağı yere inene kadar terminalde beklemek de adet oldu. Kötü bir şey olursa, kendim aslında süper güçleri olan bir kahraman olduğumdan ve tuvalette üstümü değiştirip, hemen müdahale edeceğimden, ev-havaalanı arasındaki mesafeyi aşmakla vakit kaybetmeyim, diyorum herhalde... Gerçi kırk kilometreyi bir sentondan daha kısa zamanda gidiyorum ama olsun. Çocuklarım söz konusu olduğunda bir sentonun bile önemi var... Pegasus’un PC-178 nolu uçuşu Dalaman’a tekerlek koyduktan, bu arada Sun Express’in XQ-8101 nolu Adana ve Ana

1453

Dün gece bir rüya gördüm, gündüz niyetine... Allah hayırlara tebdil etsin...  Rüyamda, güya sabah olmuş, uyanıyorum. Camdan bakıyorum. Hava pırıl pırıl... Kış günü kıyamette böyle güneşli hava da nereden çıktı diye düşünüyorum. O sırada annem geliyor. Bugün İstanbul’un fethinin yıldönümü, baksana belediye her yere ‘1453’ yazan bayraklar asmış, o yüzden hava bu kadar güzel diyor. Şantiyeye gideceğim için alışkanlıkla pantalonlarımdan birini ve üstüne de uzun kollu gömleğimi giyiyorum. Ama rüya bu ya, pantalon binici pantolonu gibi... Üstümdeki gömlekte bol kolları, geniş fırfırlı yakası ile adeta bir ispanyol gemicisi gömleği... Tek eksiğim bir pelerinle, bir at...  Arabama binmek için otoparka indiğimde, eksiklerden birinin giderildiğini görüyorum. Zira benim gariban düldülüm gitmiş, yerine bembeyaz, küheylan gibi bir at gelmiş. Şimdi bunun huyu suyu nasıldır, ısırır mı, teper mi, ayrıca köprüde OGS’den geçebiliyor muyuz, falan diye düşünürken, hayvanla göz göze geliyoruz. Başı

Proje Çalışmasının Aşamaları Nelerdir?

Mimarlık fakültesine girdiğimizde, bize proje çalışmasının aşamalarını öğretmediler. Sanıyorum bu, yeni başlayanlar dışında herkesin malumu olduğundan, kimse zahmet edip, açıklama yapmadı. Ben kendi adıma, bunları öğrenirken çok zorlandım. Misal, yıllarca eskize çizilen projelere avan proje, şöhler kağıdına çizilenlere kesin proje denir, sandım. Diyeceksiniz ki ne alaka... İzah edeyim. Şimdi eskiz ucuz bir kağıt ya... Avan projede de avamla bir ses benzeşmesi var. Dolayısı ile, ucuz eskiz kağıdına çizilen proje avan proje olsa gerek diye düşündüm. Şöhler, eskize göre daha haysiyetli bir kağıt olduğundan ve en önemlisi üzerine çizilenler öyle kolayına silinemediğinden, projelerin şöhlere çizilerek kesinleştirildiğini, bu yüzden şöhlere çizilen projelerin kesin proje olduklarını düşündüm. Birde gerçekte Frank Lloyd Right’ı, uçağın mucidi Right kardeşlerden biri sanmamla ilgili bir hikayemde vardır ama artık başka zaman anlatırım. Proje aşamalarının mimarlık öğrencilerine anlatılma

Cilala, parlat... Cilala, parlat...

Çocuklar bu akşam geç yattılar. Sebep? Perşembe günü katılacakları Hallowen partisi için kostüm yaptılar. Eski kıyafetlerini yırtık pırtık kesitler, üstüne ketçap, baticon, kırmızı oje artık allah ne verdiyse sürdüler, kendilerine bir zombi efekti yarattılar, arkadaşları ile birlikte katılacakları partiye hazırlandılar. Yavrularımı bu tatlı telaşın içinde görünce aklıma kendi çocukluğum geldi. Hallowen’lerde tüm aile rahmetli anneannemlerin Erenköy’deki köşkünde toplanırdık. Toprağı bol olsun, Şefika teyzem bize bal kabağından cadı suratları, türlü türlü fenerler, oyuncaklar yapardı.  Münibe Hala’m hepimize kostüm kıyafetler dikerdi... Hiç unutmam, bir Hallowen’de kötü deniz kızı kılığına giricem diye tutturmuştum. Halam ‘olmaz’ dedi. Ben üzüntüden ve  ağlamaktan hasta olup yataklara düştüm. Sevgili baba’cığım, benim günlerce ateşler içinde yanmama dayanamamış olacak ki, istediğim ateş kırmızısı kadife kumaşı Paris’ten bulup getirtti. Kumaş İstanbul’a geldiğinde Hallowen’e sadece b

Bayram, bayram hey...

Babam 1991 yılında Marmaris-Selimiye Köyü’ne yerleşip, otel sahibi olmaya karar vererek, bizim bayram trafiğinde izleyeceğimiz rotayı çizmiş oldu. 21 yıl içinde 42 bayramın bir tanesi istisna, 41’inde, bendeniz göçmen kuşlar misali, İstanbul’dan Marmaris’e gittim, durdum. Bizim otele gidilmeyen tek bayramda da babam kafayı kırıp ‘otel, motel yok... bize mi güvendiniz de tatile çıktınız’ diyerek kapıya kilidi astığı için, iki sokak ötede başka bir otele müşteri olarak gitmiştik. O tatilde çocuklar küçük olduğu için ben olaya hava yolu ile dahil olmuştum. Bu yüzden kendisini saymıyorum. Bayram tatillerinde yollarda olmak, kepazeliği baştan kabul etmektir. Uçak gibi medeni ulaşım araçları bu rezilliği bir nebze olsun katlanılır hale getirirler. Ancak bizim gibi, matematik hocasının garezine uğrayıp, uçak biletlerinizi son anda iade ederseniz, kendinizi öyle bir herc’ü merc’in içinde bulursunuz ki, kendiniz bile inanamazsınız. Dün, bizde böyle bir galeyan da kaldık. Selimiye’den öğle v

Scorpions... Bir veda konserinden aklımızda kalanlar...

Dün gece Scorpions’ın dünya çapında düzenlediği veda turnesinin İstanbul ayağına gittik... Çok güzel bir konserdi. Grubun kırk altı yıldır müzik yapan bir topluluk olması hepimizi etkiledi. Bizde kendilerine, yirmibeş yıllık arkadaşlar topluluğu olarak veda ettik. Şimdi bende bu kadar anlamlı bir şeyin ardından, ne desem boş mantığından yola çıkarak, marifeti kendinden menkul edebi kabiliyetimi rafa kaldırayım, olayı kısa notlar halinde vereyim, dedim... İşte o geceden aklımızda kalanlar... Klaus Meine’nin sesi yetmişine merdiven dayamış bir insanın sesi gibi çıkmıyor. 1970 senesinde, gruba katıldığında nasılsa, halen öyle... Bir perdenin arkasından dinlenilirse, rahatlıkla I’m still loving you diyenin, 30 yaşında bir adam olduğu fantezisi kurulabilir. 1970 yılında bu grubu kurmuş insanların sahne performansı, zaman zaman 1970 doğumlu olanları utandıracak düzeylere ulaşabiliyor. Bu konuda bir takıntısı olanlar, doğum yıllarından on yıl önce kurulmuş grupların konserleri

Fifty Shades of Grey’in Düşündürdükleri...

Geçen hafta, internette ‘yeni çıkan neler var’ diye gezinirken, Fifty Shades of Grey’in satış listelerine girdiğini gördüm. Aklım başımdan gitti. Neden derseniz, birincisi; kitabı Türkiye’de satışa çıkmadan önce Ipad üzerinden indirip okuyan arkadaşlarım anlata anlata bitirememişlerdi... İkincisi; kitabın yazarı kadın, bencileyin kırk yaşına gelene kadar alış-veriş listesi yazmaktan öteye geçmediği halde, altı ay evine kapanıp aniden  yazdığı bu üç cilt roman ile turnayı gözünden vurmuş, malı götürmüştü. Yazarın durumu ile empati kurmak, kitabı satın aldıran şeylerden biridir. Bu kadının aniden ve altı aylık bir çaba ile kazandığı para, benim empati hislerimi fena halde harekete geçirdi. Daha önce benzer şeyleri J.K.Rowling’e karşı hissetmiştim. Harry Potter’ı okumak istememin temelinde yatan duygu da budur aslında... Bir okuyayım da göreyim, yazar burada ne demek istemiş... Aslında tetkik edilmek istenen şey, aynı performansı bende gösterebilir miyim, gösteremez miyim? İnsan

Orospuuuuu.....

Çocukken pis, bok, aptal’dan sonra öğrendiğim en yakası açılmadık küfür, orospuydu. Anneanne’mlerin komşusu yaşlı  teyze önüne gelene bunu söylerdi. Ağzını doldurarak, r harfinin üstüne basarak ve son ‘puuuu’ hecesini söylerken de tükürerek... Birgün beni parka götürmedi diye, bende anneme elimden geldiğince o teyzeyi taklit etmeye çalışarak orospu, dedim. Devamında annem ağzımı öyle bir yırttı ki, bir hafta kendime gelemedim. Bu seferde ayağımdan tavana asarlar, mazallah... diye, uzun yıllar o kelimenin anlamını soramadan yaşadım. Gerçi bu korku, anneme çaktırmadan, kapalı kapılar ardında son hecede tükürmeye gayret ederek o yaşlı teyze gibi ‘orrospuuuu’ deme talimlerine çıkmama engel olamadı, ya neyse... İlerleyen yıllarda, kuzenlerimden biri, televizyonda seyrettiği dans yarışmasını çok beğendi. Annesine ‘bende bu ablalar gibi olmak istiyorum’ dedi. O sırada salonda bulunan haminnelerden biri ‘bırak kızım sen onları, onlar orospu’ diyerek lafa karıştı. Kuzenim o gün orosp

Anne, anne, anneciğim...

Bugün de annemin doğum günü... Şimdi babamın doğumgünü için yazı yazıp anneyi es geçmek olmaz... bunu iki şeyden dolayı istemem; birincisi anne es geçilecek bir varlık değildir, ikincisi ağrımayan dişe kerpeten vurmanın anlamı yoktur. Eskiler ‘anasına bak, kızını al, deselerde ben anneme hiç benzemem. İkimizin hem tabiatı, hem fiziksel özellikleri birbiri ile taban tabana zıttır. Bir kere annem çok güzel bir kadındır. Uzun boyludur. Yetmişine merdiven dayadığı halde, 38 bedendir. Saçlarını toplamaya toka yetişmez. Sesi çok güzeldir. Marifetli bir kadındır. Hem anne, hem aşçı, hem temizlikçi, hem terzi, hem ayakkabı bağlayıcısı, hem doktor, hem hemşiredir... aslında benim gibi evde barkta duramayan, mutfak davlumbazına kuşların yuva yaptığı bir kadının annesi olmayı hak edecek hiçbir şey yapmamıştır ama anladığım kadarı ile kaderi bu anlamda kötü yazılmış bir kadındır. Benim hafızamda annemle ilgili anılarım, babamın davranışlarına verdiği tepkilerle iç içe geçmiştir. Bunda b