Ana içeriğe atla

Proje Çalışmasının Aşamaları Nelerdir?


Mimarlık fakültesine girdiğimizde, bize proje çalışmasının aşamalarını öğretmediler. Sanıyorum bu, yeni başlayanlar dışında herkesin malumu olduğundan, kimse zahmet edip, açıklama yapmadı. Ben kendi adıma, bunları öğrenirken çok zorlandım. Misal, yıllarca eskize çizilen projelere avan proje, şöhler kağıdına çizilenlere kesin proje denir, sandım. Diyeceksiniz ki ne alaka... İzah edeyim. Şimdi eskiz ucuz bir kağıt ya... Avan projede de avamla bir ses benzeşmesi var. Dolayısı ile, ucuz eskiz kağıdına çizilen proje avan proje olsa gerek diye düşündüm. Şöhler, eskize göre daha haysiyetli bir kağıt olduğundan ve en önemlisi üzerine çizilenler öyle kolayına silinemediğinden, projelerin şöhlere çizilerek kesinleştirildiğini, bu yüzden şöhlere çizilen projelerin kesin proje olduklarını düşündüm. Birde gerçekte Frank Lloyd Right’ı, uçağın mucidi Right kardeşlerden biri sanmamla ilgili bir hikayemde vardır ama artık başka zaman anlatırım.

Proje aşamalarının mimarlık öğrencilerine anlatılmaması, biraz Ankara’daki İstanbul yolunun durumuna benziyor. Sonuçta bu yol, şehirden, otobana bağlanan en geniş caddedir. Bütün Ankara’lılar, mobilize oldukları ilk andan itibaren bunu bilir. Doğal olarak, bir allah’ın kulu yolun başına işaret tabelası asmaz ve hergün yüzlerce İstanbul’lu bağlantıyı vızt diye geçer, kendini Kızılayda bulur. Ankara’lılar da İstanbul otobanına bağlanacakken Kızılay’ın göbeğine düşen tüm İstanbul’lulara gerzek muamelesi yaparlar.

Proje aşamalarının mimari olarak neler olduğunu öğrenmem yüksek lisans yaparken çalışmaya başladığım yıllara rastlar. Proje’nin gerçekte beş aşaması vardır:

Konsept Proje,
Avan Proje,
Kesin Proje,
Uygulama Projesi,
Teknik Şartnameler, Metrajlar, İhale dosyasının hazırlanması aşaması...

Yukarıda saydığımız aşamalar kısaca; tasarım fikrinin oluşturulması, oluşturulan bu fikrin basitçe ifade edilmesi, ifade edilen fikrin, diğer disiplinlerin katılımları ile realize edilmesi, sahaya imalat için gidecek projelerin oluşturulması ve son olarak çizilererek ifade edilemeyen bilgilerin yazılı olarak ile verilmesidir.

Bu sonbahar, meslekte yirmibeşinci yılım doldu. Bu yirmibeş yılın sonunda, proje aşamlarının gerçekte hangi beş aşamadan oluştuğunu öğrendim. Şimdi, bu aşamaları kısaca özetlemek isterim ki; sizler benim kadar kepaze olmayın.

Açıklamalarıma başlamadan önce, gözünüzün önüne, proje çalışmasının heyecanı ile yüreği küt küt atan, gece gündüz projesi ile yatan, projesi ile kalkan bir mimar getirmenizi istiyorum. Projenin mimarın zihninde oluşmasını takiben, kağıdın üzerine çizilen ilk çizgi ile başlayan projelendirme sürecinin aşamaları gerçekte;

İnkar,
İsyan,
Pazarlık,
Paranoya ve
Kabullenmedir.

İnkâr: Mimarlık kollektif çalışma gerektiren bir uğraştır. Mimarın kağıda ilk çiziği attığı sihirli andan itibaren, işveren, yardımcı mimarlar, proje mühendisleri, müteahhit firma, saha mühendisleri, kontrolörler gibi değişik iş grubundan insanlar işin içine girer. Bu insanların her biri, proje kapsamında üzerine düşen vazifeyi yerine getirmek yerine, mimara akıl öğretir. Mimar ilk başlarda, tüm bu akıl öğretmeleri tebessümle karşılar, herkesin nabzına göre şerbet vermeye çalışır. Ancak bir süre sonra eleştri dozu absürde kaçar, proje proje olmaktan çıkar. Bu aşama aynı zamanda mimarda ilk psikolojik bozulmaların yaşanmaya başladığı evredir. Başına gelenleri kabullenmekte zorluk çeker. Bir sonraki aşamada, kendince bozulan noktaları düzelteceğine inanır. Mimarın, projesinin gerçekte kendi kontrolünden çıktığını anlayamadığı bu aşamaya inkar aşaması denir.

İsyan: Bu aşama mimarın kendine ‘muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ şeklinde gaz verdiği aşamadır. Akşamları evde gizli gizli, üniversite yıllığındaki resimlerine bakar. Okuldan mezun olduğu gün sahip olduğu hislerini canlandırmaya çabalar. Arada sırada ofisinde kahramanlık türküleri veya devrim şarkıları söyler... İçinden geçen duygu ‘bu proje benim projem değil, bu mimar ben değilim’ duygusudur.

Pazarlık: İşler artık iyice sarpa sardığından, mimar da oyunu kuralına göre oynamaya karar verir. Dış cephede istediği kaplama malzemesinin kullanılması karşılığında, ortak mahallerde, kendi istediği taşın yerine iş sahibinin karısının beğendiği taşın kullanılmasına onay verir. Trafoyu kolay ulaşılabilir olsun diye, giriş kapısının yanına koymak isteyen elektrik mühendisinin bu arzusuna karşı çıkabilmek için, katlardaki pano odasını büyütür. Binanın tamamının şaft deliği olmasını arzu eden mekanikçiler için, asma tavan boşluklarını artırır. Artık akşamları evine döndüğünde kendini yorgun ve ilkelerinden uzaklaşmış hissetmektedir. Olayı daha fazla sorgulamamak için, genellikle bir kadeh rakı içer, zıbarır uyur... Rüyasında kendini binanın en üst katından düşerken görür...

Paranoya: Proje çalışmalarının dördüncü ve en zor evresidir. Mimar, artık etrafındaki herkesten şüphelenmektedir. Şantiyede ve büroda birlikte çalıştığı insanların, karşı firmanın adamları olduğunu düşünür. Bu kadar akıllara ziyan davranışın anlaşılabilir tek nedeni, mimarı ve projesini batırmaktır. Artık işten çıktığında hemen eve gidemez. Bir süre sokaklarda amaçsızca gezer, dolaşır. Aslında takip edilmediğinden emin olmak istemektedir. Geceleri google’da araştırma yapar. Etrafındaki insanlar hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışır. Bazı mimarların, uzaktan kumanda ile çalıştırılabilen araba almaları veya evi, ofisi sigortalatmaları dördüncü aşamaya girdiklerinin tipik belirtisidir.

Kabullenme: Proje çalışmalarının son aşamasıdır. Mimar bir sabah ofisinde uyanır. Günlerce süren yorgunluk ve sinir harbi yüzünden, masasının başında uyuya kalmıştır. Ofisi temizleyen kadın, akşam çıkarken üstüne vazifeymiş gibi kombiyi kapattığı için, her yanı soğuktan ve hareketsizlikten tutulmuş durumdadır. Üstüne üstlük burnu akmaktadır. Bu gecenin sabahında mimar, sekreterini eczaneye yollar, kendisi için bir ağrı kesici aldırır. Akşam mesai çıkışı annesine gider. Yavrusunun hasta olduğunu öğrenen mimar annesi, tavuk suyuna çorba yapmıştır. Mimar çorbayı içer. Bazı anneler, katılaşıp kalmış mimar evlatlarının sırtına yakı sürer, şişe çeker.

Ertesi sabah işe giden mimar, hayatın gerçek değerlerinin neler olduğunu anlamıştır. Bir nevi ermiştir. Kendisine soru soran aceleci şantiyecilere ‘havada uçak kalmaz, hepsi bir şekilde yere iner, merak etmeyin’ diye karşılık verir. Toplantıdan sonra hisara gidip çay içer, vapurdan martılara simit atar. O, artık bir gönül adamıdır. Mimarın yanında çalışanlar açısından, zam, fazla mesai veya prim istemek için en uygun zaman, bu zamanlardır.

Mimarlar, ne tarz ruh hastlarıdır ki, bir sonraki projede herşeye baştan başlarlar. Zerre kadar ders almazlar. Adeta hafızaları silinir, Onlara göre, geçen sefer olmamıştır. Ama şimdi başlayacakları proje, dünyanın düzenini kesinlikle değiştirecekleri projedir.

Ben bu hafta başında beşinci evreye geçtim. Bilgilerim tazeyken, yazayım istedim. Unutmazsam, çıkarır, bir sonraki projede okurum. Belki kendi tesbitlerime kendim de uyarım. Aklıma iki atasözü geliyor; tavuklar asla tövbe tutmaz ve çıkmadık candan ümit kesilmez... Artık hangisi denk gelirse...

Yaşayalım, görelim....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı