Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Size baba diyebilir miyim?

Geçen kışı, Steve Jobs’ın biyografisini okuyarak geçirdim. Bu biyografi sadece beni değil, bildiğiniz gibi dünyanın büyük bir kısmını salladı. Gerçi bu sallanışta, kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur, kavramının ne kadar etkisi var, bilemiyeceğim. Ama genel olarak iyi kotarılmış bir kitaptı. Steve Jobs’ı kötüler gibi yaparken, aslında başkalarının hayatını zindan eden kişilik özellikleri olmasa hiçbirimizin Iphone’u olamayacağını herkesin kafasına gayet net bir şekilde sokmayı başardı. Bir anlamda Steve bu kitap sayesinde, öldükten sonra tekrar vaftiz oldu, yaşarken işlediği günahlardan arındı. İtiraf ediyorum, ben de kitaptan çok etkilendim. Hatta onu kitaplığın raflarından birine koymak yerine, başucumdaki komodinin üzerinde tutmaya devam ettim. Dün gece, arkadaşlarımdan birine yazacağım bir not için kitabı tekrar açtım. Aklımda kalmayan bir rakamı bulmak için... Birkaç bölümü taradım, rakamı buldum, kitabı kapattım ve bir anda kendimi bu kitaba neden bu kad

Bir şehit cennete düşse, gör başına neler gelir...

Bundan yıllar önce, bir yazı okumuştum. Tanrı ve din kavramını irdeliyordu. Yazar, ‘dinler, ahiret hayatı vaadi ile, dünya hayatını kontrol ederler’ diyordu. İlk okuduğumda çelişki gibi gelmişti. Sonradan düşününce, yazan kişiye hak verdim. Ahirette verilecek ödüller veya cezalar, aslında en çok bu dünyadaki davranışlarımızı kontol etmemize yarıyordu. İnsan denilen makine, bencil ve bozguncu bir yaratık... Cennetin vaatleri ve cehennemin alevleri olmasa, herkes yaptığının yanına kâr kalacağından emin olsa, burası ne tür bir yer olur, bilmiyorum. Bu anlamda şahsen, toplum düzeninin sağlanmasında dinlerin katkısının inkar edilemez olduğunu düşünüyorum. Bir insanı öldürmeden önce ‘yakalarlarsa yirmi yıl yerim’ düşüncesinin yanında ‘allah çarpar’ fikrinin de caydırıcı olduğuna inanıyorum.   Hayatımın bir döneminde, ateist olduklarını iddia eden insanların arasında yaşamak zorunda kalmıştım. Bir insan ateistse ve vicdani değerleri gelişmemişse, sonuçları kendisi ile birlikte yaşamak duru

Anket...

Bugün bir fotoğraf çekimine katıldık. Çekimlerin arasında da kahve içip sohbet ettik. Reklam, dergi, fotoğraf daha çok kadınların hakim olduğu bir dünya olduğu için, fotoğraflarımızı çeken beyefendiyi saymaz isek,   hepimiz   kadındık. Hatta bir ara, çok yürüdük, kızlar arasında bir pijama partisine mi geldik, diye bile düşündük... Gerçi kız dedimse, lafın gelişi... Hani adamın tekine bankanın call center’ından  ‘annenizin kızlık soyadı nedir?’ diye sormuşlarda, adam da ‘benim anam seksen yaşında, kızlığımı kaldı’ demiş ya... Bizimki de tam o hesap... Gerçekte kızlığı tarih öncesinde kalmış bir kadınlar topluluğuyduk.  Ortalama kırk yaşında, bazıları evlenip boşanmış, az bir kısmı bekar, evlenip boşanmışların hepsi çoluk çocuk sahibi insanlardık. Koltuklara yayılmış otururken, çay, kahve içerken konu ister istemez ilişkilere geldi. Zaten ne zaman bir araya gelsek, böyle oluyor. Konu dönüyor, dolaşıyor, kendi etrafında iki tur atıyor, devamında ilişkilere ve erkeklere geliy

Şap ve Marleyin Düşündürdükleri...

Defne, teknolojik bir gelişmeden söz etti. Çinliler bir halogram icat etmişler. Bu halogram ön koltukta, sürücünün yanında oturan insan görüntüsü yaratıyormuş. Biz çocukken bu cümleler her zaman ‘Japonlar’ diye başlardı. Değişen zamanla birlikte, hem icatlar, hem icatları yapan milletler değişti. İnsanlar eskiden birlikte yaşadıkları hayatı kolaylaştıracak şeyler icat ederlerdi. İcatlar sayesinde hayat o kadar kolaylaştı ki, kimsenin kimseye ihtiyacı kalmadı. Bireysellik aldı yürüdü. Şimdi de bireyselliğinin doruğuna çıkmış ve artık başka insanlara da tahammül edemeyecek kadar bencilleşmiş insana, insan şeklinde oyuncak icat ediyorlar. Yalnızlığımız gün geçtikçe dramatikleşiyor. Kalabalıklar içinde yalnızız... Basit bir söz oldu farkındayım. Ama durumu güzel tanımlıyor. Etrafımız insanlarla çevrili... ama giderek bireysel rahatlıklarımızın esiri olarak, tek başınalaşıyoruz. Sonra da içimizdeki insan özlemi bizi deliye döndürüyor, yemeyip içmeyip yan koltukta oturan halogramlar

Akıllı ol, tersini düşün...

Az önce Nothing Hill’i, belki de yüzüncü kez yeniden seyrettim. İnsanoğlu imkansız aşkların hikayesini anlatmaya ne kadar meraklı... İmkan dahilinde olanları bile elimize yüzümüze bulaştırıp, bir çuval inciri berbat etmekte bu kadar başarılı olmamıza rağmen hemde... Kendi güvenli kovuklarımızdan çıkamazken ve ‘aman neyse ne, bu dünyada ölüm var’ deyip kafasını dışarı uzatmaya cesaret edenlerin kafasına da bütün gücümüzle vurduktan sonra, oturup böyle filmler yapmamız, ruhumuzdaki karmaşıklıkların en büyük ispatı belki de... Günlerdir bazı sıkıntılar çekiyorum. Evet daha kötü zamanlarım da olmuştu, haklısınız... Sonuçta, daha öncekilerin geçtiği gibi, bunlarda geçecek... Sabredip beklemek lazım. Ne demiş atalarımız ‘sabreden derviş, muradına erermiş’. Veya açlıktan kilo verirmiş. İnşallah bende bu sıkıntılı zamanlarımdan kilo vererek çıkarım. Bir kilo olsun,  benim olsun, ona bile razıyım. Genelde sıkıntı bastığı zaman, uykusuzluk başlıyor. Normalde zaten dört saat uyuy

Hayal nedir, gerçek nedir...

Yukarıdaki başlık bir fıkradan alıntıdır. Köyün birinde, bir ilkokul öğrencisi okuldan eve gelir. Babasına 'öğretmen ödev verdi, hayal nedir, gerçek nedir? Cevabı yazıp yarın okula götürmem lazım, der. Babası bu iki kavramı örnekleyerek açıklamaya karar vermiş olacak ki;  çocuğa ‘git anana sor, bizim eve Kadir İnanır gelse, beraber olur mu öğren, der. Çocuk şaşırır, ama babasına itaat eder, gider annesine sorar. ‘anne bu eve Kadir İnanır gelse , onunla beraber olur musun? İşten, güçten, ırgatlıktan bunalmış kadın düşünür, Kadir inanır kim, ben kim? Sonra oğluna döner ‘tamam der, Kadir İnanır bu eve gelsin, ben onunla beraber olurum’... Çocuk aldığı cevaptan fena halde şaşırmış, babasının yanına döner.. Baba der, anam Kadir İnanır gelse, O’nunla beraber olurum, dedi. Baba bu sefer ‘şimdi de git bacına sor’ der... Tarık Akan bu eve gelse, onunla beraber olur mu? Çocuk daha da şaşkın halde, bu kez ablasının yanına gider. Bacı, der Tarık Akan bu eve gelirse, onunla beraber olu

House, gitme...

Dün sabah telefonda eski kocamla kavga ettik. Evliliklerini bitiren insanların, kavga etmeye devam edebilmelerini gerçekten takdire şayan buluyorum. İnsanoğlu kabiliyetli yaratık vesselam... Kendi hayatını çekilmez hale getirmek için, elinden geleni arkasına koymuyor. Telefonu kapattıktan sonra kendi kendime, Pazar sabahının içine etmek için bundan daha kötü ne olabilir, diye düşünüyordum ki, büyük konuşmamam gerektiğini gördüm. Her zaman beterin daha beteri olabiliyormuş. Azıcık kafam dağılsın diye televizyonu açmıştım ki; ne görsem beğenirsiniz, House bitiyormuş. Bugün yayınlanacak iki saatlik bölüm ile  veda ediyormuş. Bu gerçekten çok fazla oldu. Onbeş senelik evliliğimin bitmesine, hayata sıfırdan başlamaya, yeniden kazanmalara, yeniden kaybetmelere dayanmış olabilirim. Ama House’un bitmesine dayanmamı kimse beklemesin.  İnsanlar Christina Yang tavırlarımdan dolayı artık benim taştan yapıldığımı düşünmeye başlamış olsalar bile, gerçek öyle değil... Benim de bir kalbim