Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Aman David, Yandın David veya Rönesans Hakkında Bilinmeyen Gerçekler...

(Toskana’nın Bağları V. Bölüm) Beşinci yazıya geldiğime göre, kuvvetle ihtimal, bu İtalya’da beşinci günümüz... Yoksa değil mi? Gerçi farketmez. Bu yazıları yazmak için, masama oturduğum zaman, kendimi daha önce yıllarca orada yaşamış gibi hissediyorum. Sanki bir kaza olmuş, uçağımız Floransa’ya düşmüş, kurtarma ekipleri gelene kadar Floransa adasını keşfetmeye çıkmışız, bizden önce orada yaşamış insanların bıraktıkları izlerin arasında dolaşmışız gibi bir hissim var. Veya binaların güzel, sokakların düzgün, renk uyumunun hakim ve erkeklerin yakışıklı olduğu bir paralel evrene geçmişiz, bir süre sonra binaların çirkin, sokakların yamuk yumuk, renk uyumunun boktan ve erkeklerin ecüş bücüş olduğu kendi dünyamıza dönmüşüz gibi hissettiğim vaktilerde oluyor... Yani ne olup bittiğini bende tam olarak bilemiyorum. İtalya gezisinden sonra bir eksen kayması yaşadığım doğru... Ama o kadar... Konunun gerisi halen bir sır perdesinin arkasında durmakta... Kaçıncı günde olduğumuzdan bağ

Bir Yiğit Uffizi’ye gitse, gör başına neler gelir

(Toskana’nın Bağları IV. Bölüm) İtalya maceralarımızı yazma işine girdim, çıkamıyorum. Dördüncü bölüme geldim, hala bitecek gibi değil. Her sabah ofise gittiğimde Gaye’nin karşıma dikilip ‘bak öbür bölümleri bekliyorlar, ona göre’ demesi de işin cabası... Bu yazı, başlığından da anlaşıldığı üzere, Uffuzi’yi anlatıyor. Ama bunun daha Davut heykeli var, Beatrice kilisesi var, Bolonya’da bir otel odasında kama sutra’yı anlamak için sarfedilen çabalar var. İçimden bir ses, sen ayvayı yedin kızım, böyle giderse ömürünün sonuna kadar İtalya yazarsın, diyor. Acaba böyle yapmasam da, diğer bölümleri merak eden insanları bir akşam kahveye mi davet etsem... İki saatte herşeyi anlatırım, biter, bende kurtulurum... Gel lakin burada da, diğer bölümleri merak edenler kaç kişi, sorusuna cevap vermek lazım... Herneyse... başladık, bitiricez. Madem öyle, devam edelim. En son Cersai’yi, fuarı anlatmıştım. Fuara gittiğimizin ertesi sabahı, yine saat 6:00’da kalktık, sanki Piazza Della Signoria’

Cersaie’nin Yolları Taştan

(Toskana’nın Bağları Bölüm III) Bolonya toprağına ayak basar basmaz, Feray cüzdanından 50 Euro çıkardı, Gaye’ye ve bana da aynı şeyi yapmamızı emretti. Sonra elinde toplanan paraları uzatarak ‘Güllü, para işlerinden sen anlarsın. Ortak harcamalarımızın kontrolü artık sende’ dedi... Feray bir çalı, bizim ailenin büyüklerinden rahmetli  Medat Teyze’ye benziyor. Medat Teyze, babaannemin amcasının kızı olup, herkese kabiliyetine göre iş vermesi ile ünlü bir kadındı. Para üstünü saymayı beceremeyen birini bakkala, sebzenin tazesinden anlamayanı pazara göndermezdi. Kendisinin insan değerlendirmekteki bu müthiş kabiliyeti ailede ‘Medat, herkese branşına göre iş verir’ cümlesi ile özetlenmişti. Aile üyeleri hakkında, Medat Teyze’nin verdiği vazifelerden yola çıkılarak yargıya varılması hem adettendi, hem de pratikti. Misal, Medat Teyze’nin ekmek almaya bile göndermediği birinin, okuyup büyük adam olduğu görülmemişti. Rahmetli, aileye takdim edilen gelin adaylarına ‘evladım, kim

Orda Bir Ev Var Uzakta...

(Toskana'nın Bağları II. Bölüm) İtalya’ya gidişimize bir hafta kala, Feray’ın bizim için henüz kalacak bir yer organize etmediğini fark etmemizle birlikte, zamanın akışı aniden hızlandı. Nedense her durumda aşırı sorumluluk sahibi olmayı marifet sayan ahmak kafam ve ben, bütün saatlerimizi internet karşısında, ev ve belki uygun fiyatlısını buluruz, ümidi ile otel sitelerini araştırarak geçirmeye başladık. Ben o yan bu yan debelenip, kuş gibi çırpınırken, Gaye ‘de bir sandalyeye tünemiş vaziyette, elinde sigarası ve kahvesi olduğu halde yanımda oturuyor, her şeye bir bahane buluyordu. -Gaye, bu ev nasıl? -Merkeze uzak... -Peki bu? -Salonu küçük... Gece uykumuz kaçsa, şöyle çıkıp yayılacak yer yok... -Tövbe, tövbe... Yahu satın mı alıcaz. Salonundan bize ne... Al bi de bu var. Buna ne dersin? -Terası yok. -Terası mı yok... -Akşam günbatımına karşı, şarabımızı alıp, terasta sigara keyfi yapamayacaksak, İtalya’ya gitmek neye yarar? -Valla çok haklısın. Ben

Toskana’nın Bağları da Büklüm Büklüm Yolları...

İtalya gezimizi yazmak gibi bir niyetim yoktu, aslında... Ama dün sabah Feray aradı; İtalya’da neler yaptınız, gezi nasıl geçti, diyenlere senin blog adresini verdim, yazıyı bir an önce yaz, dedi... Böyle bir tembellik de, herhalde görülmemiştir. Madem sordular, cevap versene... Otur anlat; şöyle oldu,  böyle oldu... ne demeye benim blog adresimi veriyorsun ki. Belki yazmıycam, nerden belli... Ama yok işte... Allem etti, kallem etti, gezinin üçüncü kişilere anlatılması işini de bana ihale edip, aradan çekildi. Öncelikle şunu söylememe izin verin; İtalya gezimiz sırasında binlerce şey oldu. Bir süre sonra, beynimin içi sözler, imgeler, yer, tat ve koku izlenimleri ile dolup taşmaya başladı. Bir vakit kendi kulvarlarında ayrı ayrı takılan bu zevat, bir müddet sonra girişim kümeleri oluşturduğundan, zamanla olayları ayıran  konturlar belirsizleşti ve her şey birbirine karıştı. Bu karışıklıkta, bazı hadiselerin silindiğini tahmin ediyorum.  Kırk yaş üzeri, kapasite artırımı yap

Onasis'in Defteri

Gençliğimde büyük para sahibi olup, parası sayesinde  ünlü olmuş insanların hayat hikayelerini okumaya meraklıydım. Çünkü o yıllarda bana ne olmak istersin diye sorsalar, ünlü olmaya yetecek kadar parası olan zengin bir insan  olmak isterim, derdim.  Şimdi geriye dönüp baktığım zaman,  istediğim noktaya gelemeyişimin sebebinin, bizatihi  davranışımda yattığını görüyorum.  Ünlü olmaya yetecek kadar parayı bir araya toplamayı başarmış bir insanın o noktaya varmak için yürüdüğü yollarda başına gelenleri bir kitapta toplayıp, cümle aleme ilan ettiğine inanmak için aptal olmak lazım.  O yıllarda bunun olabileceğine inandığıma göre, demek ki ben de aptalmışım. Şimdi böyle yazınca, eskiden aptaldım, artık akıllandım gibi anlaşılıyor ki bu doğru değil. O yüzden cümleyi şu şekilde düzeltmeliyim; eskiden şu anda olduğumdan daha aptaldım... Benim şimdilerdeki zeka ve kavrayış düzeyimi bilenler için, bunun daha kötüsünü hayal etmenin çok zor olacağını tahmin ediyorum. Ama ne yazık ki gerçek bu..

Sikhandin'i Beklerken...

Genç kadın bilgisayar ekranında dans eden çizgilere huzursuzca baktı. Aklına yapacak daha iyi birşey gelmediği için, facebook’a tekrar bağlandı. Oysa kapatalı daha yarım saat bile olmamıştı. Eşden, dosttan gelen yorumları okudu, bazılarına gönülsüz bir iki kelime yazdı, standart gülme işaretini sağa sola fırlattı... Vakit akşama vardığı için, facebook'un ekranı mahalle aralarındaki esnaf lokantalarının vitrinine benzemişti. Her önüne gelen, bir yemek resmi yapıştırmıştı. Bizim zamanımızda yediğiyle içtiğiyle çingeneler övünürdü, diye geçirdi aklından... Sonra e-mail kutusunu açtı, twitter hesabını kontrol etti, blog yazılarını takip edenlerin sayısına baktı... Bu sayfaların arasında ne arıyorum, acaba ne bekliyorum, diye sordu kendine... Her şey, bir anda sihirli değnekle dokunulmuş gibi düzelecek mi? Peri'nin sihirli değneğini e-mail ile göndermesi yüzde kaç ihtimal? Kendi kendine ‘saçmalama’ dedi... Sihirli değnek e-mail ile nasıl gelsin... İyi ama Peri'ye inandın,