Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Benim annem, canım annem...

Ben küçükken, çok küçüktüm... Gerçekten... Bütün yaşıtlarımdan daha ufak tefek, çelimsiz, minnacık bir çocuktum. Ama bu küçüklüğüme inat, çok da zor bir çocuktum... Bir kere duygusuzdum. Hiçbir olayda en ufak bir zayıflık belirtisi göstermeden, sadece yapmak istediğim ne ise, hedefe kilitlenir ve onu yapmaya çalışırdım. Çok gerekmedikçe ağlamazdım, kesinlikle rica etmezdim ve asla özür dilemezdim. Ne anneme, ne babama, ne de kardeşime  sarılmazdım. Kerem anneme sarılırken, öperken, ben kendisini uzaktan alaycı bakışlar ile izlerdim. Bazen inat ediyor, diye Deniz’e kızıyorum. Ama ben inatçının önde gideniydim. Nuh derdim, bir daha peygamber demezdim. Hala’mın kayınpederi rahmetli Hasan Dede anlatmıştı. Galatyalı’lar böyle inatçı olurlarmış. Bir sene köyde salgın çıkmış. Asker gelmiş, köyü karantinaya almış, giriş, çıkış yasaklanmış. Galatyalı’lar inat etmişler, vurulmak pahasına karantinaya girmemişler... Hasan Dede’nin karısı Ziynet Nine de Galatyalı’ydı. Hasan Dede, karısının

Neden...

Neden, diye sorunca aklıma hep kar motorsikletleri ile Uludağ’ın tepelerinde dolaştığımız akşam geliyor. Arkadaşlarımdan biri tur rehberine ‘üşüyorum, neden’ diye sormuştu. Rehber’de ‘hava soğuk, belki ondandır’  diye cevap vermişti. Ben her zaman ‘neden’ diye sorarım. Hem kendi davranışlarımın, hem etrafımdaki insanların davranışlarının ve başıma gelen olayların ‘neden, neden, neden’ diye didikleye didikleye canını çıkarmazsam kendimi rahat hissedemem... Bu yüzden yakın arkadaşlarımdan bir çok kereler azar işittim. Bana hep oluruna bırakmayı, neden diye sormamayı, geldiği gibi yaşamayı öğretmeye çalıştılar. Ama başaramadılar. Onlar ne derse desin, ben aynı soruyu sormaya devam ettim. Bugün Grey’s Anatomy’nin 119. Bölümü’nü seyrettim. Kendi kendime neden gece gündüz bu diziyi seyrediyorum, diye sormuştum ki, hem diziyi neden seyrettiğimi sorduğumu buldum, hemde neden ‘neden’ diye sorduğumu... Açıklamaya tersten başlayım. Neden diye sormamın sebebi, anlamsızlık korkum as

BİR UYGULAMA PROJESİNİN ÖYKÜSÜ

(Bugün ilk dersimi anlattım. Aşağıda ders notlarım var. Benden hoca olursa, ders notları da böyle  olur...) Herkese günaydın... Öncelikle bu dersi almayı seçtiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Taşkışla’da ders verecek olmam, sadece bende değil, arkadaşlarım arasında da heyecan yarattı. Birkaç günden beri bunu konuşuyoruz. Öncelikle derse bir isim bulmamız gerektiğini düşündük. Gelen önerilerden bir tanesi ‘Bir uygulama projesinin öyküsü; Saklanan Gerçekler’... Bir tanesi de ‘Taşkışla Taşkışla olalı böyle zulüm görmedi’. Bu ders kapsamında sizin karşınızda oluşumun sebebini anlatarak başlamak isterim. Geçen yıl, Yıldız Sey hocamla bir proje toplantısı yapıyorduk. Konumuz Balo Salonu’nun yan duvarına bitişik bir jenaratörün ses yalıtımı. Baktım, jeneratörün hava atışını yaya yoluna doğru vermişler. Alet 1800 KWA, radyatör peteğinden 350 santigrat derecede hava püskürtüyor. 350 derece sıcaklıkta havanın o yoldan yürüyen insanların üzerine püskürdüğünü düşünsenize...

Narnia...

Eskinden bir arkadaşım vardı, 7/24 hiç durmadan film seyrederdi. Gece, gündüz, işte, evde, arabada... Hayat geçip giderken O’nun böyle hiç ara vermeden film seyretmesi beni gererdi. Sanıyorum sayesinde konuya bir tepki geliştirdim. Yıllarca hiç film seyretmedim. Böylece çok güzel ve anlamlı pek çok filmi kaçırmış oldum. Arada sırada facebook’ta yazıyorum; Karayip Korsanları’nı seyrettim, Pulp Fiction’ı seyrettim diye... Okuyanlar 'yeni mi seyrettin' diye soruyorlar, evet deyince inanamıyorlar. Geçenlerde de tesadüf Digitürk’ün film kanalında rastladım, Narnia Günlükleri’ni izledim. Seyrettiğim bölümde çocuklar bir adaya düşmüşlerdi. Önce, içine atılan her şeyi altına dönüştüren gölü ve sonrasında altın eşyalar ile dolu vadiyi keşfettiler. Çocuklardan bazıları bu eşyalara doğru koşmaya, onları alıp kollarına, bileklerine takmaya başladılar. O sırada bu çabayı izleyen ve diğerlerinden daha bilge görünen bir tanesi ‘burası Narnia, buradan hiçbir şey götüremezsiniz’ de

Hemman Geldim, Hemman Bastım, Hemman Düştüm

Dün sabah İstanbul’dan yola çıktım, Marmaris’e geldim. Maksat çocukları annemlerden alıcam, İstanbul’a geri getiricem. Böylelikle hiç değilse bir haftalığına ara verdiğimiz ders, kurs, yıllık fotoğrafı, mezuniyet elbisesi gibi konu başlıklarını içeren çılgın koşuşturmamızın içine tekrar dalabilicez. Bu sabah erkenden uyandım. Bahçede yapılan inşaatları görmek için evden çıktım. Hava çok soğuk olduğu için sıkıca giyindim. Çorap, üstüne eşofman, onun üstüne hırka, hırkanın üstüne mont... ayağımda da asker potinini aratmayan botlarımla, bahçenin taş ustalarının duvar ördüğü tarafına gittim. Baktım bir tarafta Kerem, arıtmanın borulamasını yapıyor, diğer tarafta babam taşçılara dert anlatıyor. Kerem’in işleri rutin. Bende daha heyecanlı olan duvar örme tarafına yöneldim. Babamla selamlaştık. Gel Gülfem, dedi.. Merdivenlerden çıktık, inşaat sahasını çeviren alüminyum trapez levhaların ortasındaki kapıyı açtık ve şantiyeye girdik. Orası nasıl olmuş, burası nasıl olmuş diye bakınırk