Ana içeriğe atla

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık.

Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte... 

Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı.

Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey olabilir mi? Muhtemelen olamaz. Bu yüzden bizde nükleer bir felaket, ihtilal, genel grev, top yekün harp ilanı falan oldu sandık. Gerçi biz odaya geleli altı üstü bir saat oldu, bütün bunlar ne ara olmuş olabilir acaba, diye merak da ettik. O yüzden telefonu eski kocam büyük bir telaşla açtı. Arayan kayınvalideydi. Konuşmanın devamı şöyle;

-Anne hayırdır, bi şey mi oldu? Peki neden aradın? Ağbim mi nerede? Anne ben ne bileyim, ağbim nerede?

Bu konuşma o gece beni çok eğlendirmişti. Aklıma Devekuşu Kabare’den bir sürü sahne gelmişti çünkü... Kendi kendime güldüm, güldüm... Oysa şimdi ki aklım olsa, birbirlerine duydukları aşkın en özel anını yaşayan gencecik iki insana, akıl dışı bahaneler yaratarak, dolaylı da olsa müdahale etmeyi isteyecek kadar mantıkla bağlantısını kaybetmiş bir ego ile savaşmaya kalkmaz, sessizce bavulumu alır, giderdim.

Bugünün evlenme yıldönümüm olduğunu tarihi atınca anladım, dedim ya... Peki yazıyı nereye yazıyordum biliyor musunuz? Swiss Otel’e...


Şimdi yatıp uyuyalım artık... Sonra sabah kalkamıyoruz...



 (İstanbul’da ikibinondört senesinin temmuz ayının ondördüncü gecesi yazıldı.)

Yorumlar

  1. C'est la vie . Aradan uzun zaman geçsede tam kapanmayan yaralarımız var , tetikleyen bir olay olunca , ilk günkü kadar taze duygular ile saklandıkları yerden çıkıyorlar . Yaşayıp görelim bazen en doğru hayat felsefesi oluyor sanirim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı