Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı

Ey Atlılar Atlılar…

Babam bizimle telefonda direkt konuşmaz. Telefonu anneme açtırır, annem bizimle konuşurken, O’da arka plandan "Söyle o’na şöyle yapsın, böyle yapsın" diye bağırır. Annem babamın söylediklerinin bazılarını yanlış anlar. Bazen de bizim verdiğimiz cevapları yanlış aktarır. O yüzden karşılıklı konuşsak beş dakika sürecek görüşme, olur sana yirmi beş dakika… En sonunda da babam hepimizi "Kapatın artık şu telefonu, Türk Telekom'u zengin ettiniz" diye azarlar. Annemin "Aaa, üstüme iyilik sağlık… O zaman, kendin ara, ne diyeceksen de. Ben mi açtım telefonu…" diyen sesi ile görüşme biter. Babam geçenlerde bana yine telefon açtırdı. Anneme "Söyle O’na, Osmanlı Gümülcine’den ricat ederken, dedesinin başına gelenleri yazsın" demiş. Cümle basit. O yüzden kolay anlaştık. Fakat anlayamadığım babamın benim yazdıklarıma ilgisi. Bundan birkaç yıl önce, doğum gününde, kendisini anlatan bir blog yazmıştım. Akşamına annem aradı, "Baban, okudum yazıyı,

Bir Kız İsteme Hikâyesi

Kız istemenin yerleşik usulleri  vardır. Oğlan evinden bir büyük söze girer; efendim gençler tanışmışlar, anlaşmışlar, kararlarını vermişler. Bize de Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile, kızınız filancayı, oğlumuz feşmancaya istemek düşer’ der… Kız babası verimkârsa ‘eh o zaman bize de hayırlı olsun’ demek düşer, diyerek cevap verir. Biz bi düşünelim, kızımız küçük, daha okuyacak, önünde ablası var’ gibi cevaplar verilirse, zemin yaş demektir. Bazı yörelerde bundan daha manidar tepkiler olur. Kahveler tatlı ise ‘verdik gitti’, acı ise ‘hiç kusura bakmayın’ anlamı çıkar. Acı kahveyi içen oğlan evi, sessiz sedasız kalkar gider. Gerçi yeni zamanlarda artık bu şekilde oluyor mu, tam emin değilim. Hatta geçende bununla ilgili bir karikatür gördüm. Oğlanın babası ‘efendim gençler tanışmışlar, anlaşmışlar, sevişmişler, bacak omuza yapmışlar’ diye lafa giriyordu. Kız babası da ‘eh o zaman bize de bok yemek düşer’ diye cevap veriyordu. Benim detayları ile hatırladığım ilk kız isteme

Erkeğinizi Yatma Pozisyonundan Tanıyın…

Beraber olduğunuz erkeği ne kadar tanıyorsunuz? Karakteri hakkında gerçek bir fikriniz var mı? Kafasından aslında neler geçiyor? Alarm zillerinin çalmaya başladığını nasıl anlarsınız, gibi kadınların içine dert olan bir sürü sorunun cevabını verecek yöntem, nihayet bulundu… Avrupa muhabirimiz Gülmelek Banter’in haberi… Diş fırçası sapının açısını araştıran bir grup İsviçre’li bilim adamı, güney Fransa’da düzenlenen uluslararası bir sempozyumda, bir grup ‘kırık saç uzmanı’ ile birlikte konu hakkında yaptıkları araştırmanın sonuçlarını halka açıkladılar. Düzenlenen basın toplantısında, diş fırçası sapı ekibinden Dr. Agustus Bravn söz alarak ‘ödipal dönemi başarı ile atlatamadığı için adölesan çağında takılıp kalmış erkekleri anlamayı çalışan kadınların  çilesi, bilim adamı olarak bizleri derinden etkiledi. Uzun süredir konunun üzerinde çalışıyoruz. Dünyanın çeşitli bölgelerinden 5 erkek denek üzerinde yaptığımız çalışmaların neticesinde anladık ki, bir erkeği yatakta görmed

Neden Bana Aşk Şarkısı Yazan Çıkmaz…

Dikkat ettiyseniz yazının başlığı soru işareti ile bitmiyor. Neden? Bak ‘neden, soru işareti ile bitiyor. Çünkü O sapına kadar bir  soru. Ama ‘neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz’ soru değil, bir durum tesbiti. Hem de yarım kalmış bir durum tesbiti. O nerden belli, derseniz üç nokta ile bitmesinden belli, diye cevap vermem gerekir. Üç nokta aslında, yazar tarafından, okuyucusuna yapılmış bir kötülüktür. Okuyucuyu belirsiz durumlara sürükler. Demek ki, ben sadece kendisine aşk şarkısı yazılmayan bir insan değilim, içi kötülükle dolu bir yazarım. Böyle şeyler yazdığıma göre, ihtimal kafayı iyice sıyırdım. Aslına bakarsanız kafayı daha önce sıyırdığımı zannediyordum ama sıyırmamışta olabilirim tabii. Sadece öyle olduğunu düşünmüşümdür belki. Veya şimdi bir kademe daha ileriye geçtiğim için, eski hallerim bana normal geliyor. Eğer önümüzdeki yıllarda biraz daha delirmeyi başarabilirsem, o zamanda bugünkü halim için ‘o yıllarda kafayı sıyırdığımı düşünüyordum ama sıyırmamışım işte’ ya

Şengül Hamamı’nın Duvarı’nın Anarşikler Tarafından Havaya Uçurulması

Televizyonun icad edildiği fakat henüz evlerimizin baş köşesine gelip yerleşmediği günlerde, hep aynı komşularla hep aynı mahalle dedikodularını yapmaktan bunalan insanlar, eğlenmek ve sosyalleşmek için gazinoya giderlerdi. 1967 senesinde, Ankara’nın en meşhur gazinosu, Gençlik Parkı’nın içindeki Beyaz Saray’dı. O yıllarda bu gazinonun sahnesine çıkan herkes, Zeki Müren’de dahil olmak üzere, aynı zamanda Ankara Radyosu’nda devlet sanatçısı olarak çalışıyordu ve halk, kimi zaman mahalle dedikodularından bile daha eğlendirici bulduğu radyodan, sadece ismini ve sesini duyduğu bu hanende ve sazendelerin suretini görmek için de geliyordu gazinoya. Ankara Radyosu o yıllarda ‘şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın’ şarkısının bestecisi Muzaffer İlkar tarafından büyük bir disiplinle idare ediliyordu. Ama işin içinde bir de ‘sen hep beni mazideki halimle tanırsın’ diyen Selahattin İnal vardı ki, solfej öğretsin diye kendisine gönderilen stajyelerle ilk dersini yaptıktan sonra, kapı

Gülfem’in Muz’la İmtihanı

Bedensel aktiviteler benim için her zaman korkulu rüyadır. Koşamam, yüzemem, tırmanamam, atlayamam, sıçrayamam… Okuldayken en kötü dersim, beden eğitimiydi. Beden eğitiminden doğru dürüst not alamadığım için, fizik, kimya, matematik on olduğu halde iki kez takdirname ortalamasını tutturamamışlığım bile vardır. Babam teselli bulayım diye ‘ya kafa çalışır, ya vücut… İkisi bir arada olmaz, üzülme’ derdi. Sonraki yıllarda babamı haklı çıkaran pek çok örnek de görmedim değil hani. Nice edeleli vücut sahibi, elif’i görse mertek sanarak bütün hayallerimizi suya düşürdü. ‘Hah, budur işte anasını satayım’ dediklerimizin hepsi de bir örnek ‘kısa kesilmiş hamam tokmağı’ şeklinde adamlardı… Neyse, ben bunlara kafa yormaktan vazgeçtim artık, o yüzden içeriği dağıtmayıp, konuya geri döneyim. Kişi kendini bilmek gibi irfan olamaz, demiş atalarımız… Bende kendini bilen bir kişi olarak, her zaman kırdım dizimi, oturdum oturduğum yerde… Taaa ki bir yaz Kemer’e gidene kadar… Galiba sene 199

Merdiven Bileti

Bana bu aralık bir haller oluyor. Şimdi  bunu anneme söylesem, hemen ‘selamın kavlen’ der… Aslında doğru söylenişi ‘selamün kavlem…’. Yasin süresinin 58. Ayeti’nin ilk iki kelimesi… Tamamı; Selamün kavlem mir rabbir rahıym… Anlamı konusunda muhtelif tefsirler var. Ancak hepsinde ortak olan nedir diye bakarsanız; Rahmet nuru gönderen Rablerinden onlara bir selam sözü var… Peki niye bunu işler sarpa sarınca, ortamdan belayı def etmek için okuruz? Benim din bilgim de buraya kadar işte. O konuda maalesef malumatım yok. Tekrar konumuza dönersek, yani bana bir haller olmasına… Kendimi değişim sürecini tamamlayarak, yumurtadan çıkan minik bir civciv olarak görmeye yaşım müsaade etmediğinden olsa gerek, bu sefer çok kapılı bir oda da oturduğumu görüyorum. Burası sonsuz sayıda kenarı olan çokgen bir oda. Bu kenarların her birinin üzerinde bir kapı duruyor. Ben yıllardan beri bu kapıları açıp, odanın etrafını kuşatan patikalarda dolaşmaya çıkıyorum. Patikalar bir labirentin parçası. Ben l

Adjusment Bureau yani Bir Nevi Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Hayatın amacı mutlu olmaktır. Mutluluğa giden yol, anlamsızlıktan geçer. Yaradılışın en büyük mucizesi budur. Bu mucizeyi sezmek zordur. Daha zor olanı, anlatmaktır. Öğretmekse imkânsızdır. Öğrenebilen herkes, kendisi öğrenir. Öğrenci hazır olduğunda, öğretmen belirmez. Öğrenci hazır olduğunda, öğretmenin hep orada olduğunu görür. Zamanda tesadüfe yer yoktur. Tesadüf diye bir bileşen olsaydı, evren kaosa dönüşürdü ve bir saniye bile var olamazdı. Bu yüzden Adjusment Bureau vardır. Hiçbir şey şansa bırakılmamıştır. Şansının kötü olduğuna inananlar, gereksiz detaylara takılarak bir noktada fazlaca oyalanan ve fırsatları erteleyenlerdir. Her şeyin anahtarı kendini sevmektir. Anahtarı bulmak için, insan kendine bir aynadan bakmalıdır. Ve ayna burada mecazi anlamı ile kullanılmamıştır. Bu yazı da, akıl yerine kalple ulaşılan sonuçları tarif etmeye çalışan diğer tüm yazılar gibi anlamsızdır. (İstanbul’da, ofiste, mesai bittikten çok sonra, ikibinonbeş sen

Koshmak, Koshmak, Koshmak İstiyorum...

Dışarda Güneşş, Begonviller Parlıyorr, Koshmak, Koshmak, Koshmak İstiyorum Dadıcığımm... Yukarıdaki cümle, Hendân (Bergül Uz)  tarafından yazılmış bir facebook durum bildirme cümlesidir. Söz konusu statüs 28 Temmuz 2009 saat 10:00’da açılmış, 29 Temmuz 2009 18:06’da kapanmıştır. Oynayanlar; Murat Uz: Arap Dadı, Anlatıcı, Kâmran, kendisi. Bergül Uz: Hendân, kendisi. Gülfem Karaer: Fransız Mürebbiye’den bozma Dadı, Editör, kendisi. Durum Güncelleme (Bergül Uz): Dışarda Güneşş, Begonviller Parlıyorr, Koshmak, Koshmak, Koshmak İstiyorum Dadıcığımm... Ve yorumlar: Arap Dadı (Murat Uz) : Kojjmayinn diyurum jijee!!! Düjejekjiniiiijjj !! Jonra bey bana kıjacaakkk...! Hendân (Bergül Uz) : Niçinn, niçinn öyle diyorzun dadıcığım? Oyza ben ne kadar bahtiyarım bir bilzen.. Dadı (Gülfem Karaer) : Küçük hanım, birazdan piyano hocanız burada olacak. Lütfen kendinize çeki düzen verip müzik odasına geçiniz. Biliyorsunuz musiki astımınıza iyi geliyor... Hendâ