Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hay bin kunduz

Dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda yelkenli bir teknedeyim. Ama öyle kıytırık, olsa da olur, olmasa da olur, bir alınca, bir satınca sevinilen teknelerden değil.  Bir çalı Nazenin’e benziyor. Bir farkla, bizim teknemiz bembeyaz. Suyun üzerinde kuğu gibi süzülüyor. Rüya bu ya, teknenin sahibi, benim sevgilim. Etrafımızda bir sürü eş, dost, arkadaş kalabalığı ile halimizden pek bir memnunuz. Kaptan, meşhur yazlık mekanlardan birinin iskelesine kıçtan kara yanaşırken,  etrafımızda koşuşturan tayfalara aldırmadan, kadehlerimizdeki içkilerimizi yudumluyoruz. Tekne yanaşınca, sevgilim bir hamlede iskeleye atlıyor. Üzerinde lacivert bir pantolon ve beyaz bir gömlek var. Gömleğinin kol düğmelerinde adının ve soyadının baş harfleri işli… Bu kadar detaydan sonra, kol düğmelerinin altın olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? Ben sırtı açık, emprime bir elbise giymişim. Yargıcı’dan çok severek almıştım. Rahat onbeş senesi var. Kilo alınca içine sığamadım, yıllardır dolap bekliyor

Ayşegül SPA’ya gidiyor... Veya Gaye sivrisine uyan Gülfem’in maceraları…

Şimdi bu Gaye akıllısı, tutturdu SPA’ya gidelim diye… SPA allah SPA… Altı ay başımın etini yedi. Sonra baktı benden hayır yok, gitti bir yer buldu. İkimize de randevu aldı… Yav kardeşim beni ne takıyosun peşine. Bu kadar yıldır hiç mi bi şey öğrenmedin…  Al randevunu, hazırla çantanı, SPA’ya mı gideceksin, ne yapacaksın, kendi kendine git yap, di mi… Gel gör ki, bizde işler böyle yürümüyor maalesef… Ben esasen, organik zeytinyağlı tam aromatik full+full detoks masajı yaptırayım derken, alnımın ortasından ibrikle dökülen ılık yağın, patates kızartacak dereceye kadar ısıtılmış olması sebebi ile, ‘cos’ diye yandığım günden beri, SPA olayına ilkesel olarak biraz mesafeli duruyordum. Her tarafı naylonla kaplanmış masaj yatağında, bi teneke zeytinyağına bulanmış halde yatarken, çekik gözlü kadının kırık Türkçe’si ile ‘eveeet, masajımız burada bitti, geçmiş olsun’ diyen sesi hala kulağımdadır. O ana dek ben içimden hep ‘neticede burası beş yıldızlı bir otel, beni böyle vıcık vıcık

Tanrı ile, Umurunda Olup Olmadığını Bilemediğimiz Konularda Kısa Bir Sohbet

Dolar’a geçer, kendime geçmez sözüm…   Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım…. (Yukarıdaki dizeler, 2014 yılının sonbaharından başlayarak adeta bir füze gibi yükselen doların, ben kefen paramla üç kuruş yatırım yaptım diye, 24 saat içerisinde Mart 2015’den beri gördüğü en düşük seviyeye inmesi üzerine yazılmıştır.) Sevgili Tanrım, Ey bütün kullarını görüp gözeten Yüce Allah’ım… Bana böyle şeyleri reva gördüğünde aklıma Neyzen Tevfik geliyor. Ne demişti büyük usta; ‘Serserinim, düştüm aşkınla meye, Nasıl girdin elimdeki şu ney’e… Hem seversin beni neyzenim diye, Hem de sarhoş diye destan edersin…’ Biliyorum beni de seversin, komik kadınım diye… Ama her türlü aksiyona kurban edersin. Millet ağzını bıraktı, başka tarafı ile gülüyor yine bana… Gülsünler, tamam bi şey demiyorum zaten. Hem buna gülmeseler, başka şeye gülecekler. Bizde aksiyondan bol ne var… Benim demem o deme değil. Son günlerde dualarıma bakmıyosunuz. Ona üzülüyorum aslında. Allah bilir

Anneler Günün’de Annenize Hediye Almayın

Ben çocukken hiç param yoktu. Yarım gün tedrisatlı bir devlet okulunda okuduğum ve okul da evimize iki dakika mesafede olduğu için, kahvaltımızı yaparak derse gider, öğle yemeğimizi de dönüşte, evde yerdik. Arada acıkırsak, beslenme çantalarımızdaki börek, kek, haşlanmış yumurta, peynir, salatalık, domates, artık allah ne verdiyse, imdada yetişirdi. Suyumuzu da mataralarımıza doldurur, evden getirirdik. Kantinden bir şey almazdık. Evle okul yürüyüş mesafesinde olduğu için, vasıtaya da binmezdik.  Dolayısı ile kimse bize harçlık vermezdi. Ve bu yüzden de hiçbir zaman paramız olmazdı. Paramızın olmaması normal zamanlarda önemli değildi. Zaten ortalıkta öyle çok fazla özenilecek bir şey yoktu. Harçlığı olanlar simit ve meyveli gazozdan öteye geçemedikleri için, başımıza gelecek en dramatik hadise, havaların ısınması ile birlikte sokaktan geçmeye başlayan seyyar satıcılardan yeşil nohut alamamak olabilirdi ki, o durumda da imdada mahallede fazlaca çocuk olması yetişirdi. Biri ala

Bütün güzel şeyler çabuk biter

17 Nisan 2015 Cuma Gün 6; Milano’da son gün… Sabaha karşı uyandım. Yurtdışına çıkışlarımızda adet olduğu üzere, Gaye ile aynı odada ve bu da yetmezmiş gibi aynı yatakta yatıyoruz. Evde iki tane tek kişilik, bir tane çift kişilik yatak vardı. Tek olanları İrem’le Özlem kaptı. Bu yüzden çift kişilik olanına kaldık. Uyanınca ister istemez dönüp Gaye’ye baktım. Yorgunluktan yatağa öyle bir kaynamış ki, yatağın üstü neredeyse dümdüz olmuş. İlkten kalkıp gitti, zannettim. Gece körü nereye gider bu kız, diyerek yorgandaki belli belirsiz kabartıya dokundum. Neyse, bir yere gitmemiş, oradaymış… İrem banyoya girince, kalk borusu da ötmüş oldu. Bavulları akşamdan hazırlamıştık. Bir tek permasanlar buzdolabında duruyordu. Bütün gece peynirleri Milano’da unuttuğumuz kabuslar gördüğüm için, ilk iş, kendi paketimi alıp, bavuluma koydum. Kızlar hazırlanırken, evi topladım. Sanırsın yazlığı kapatıyoruz. Çöpü çıkardım, bir gece önce çay içtiğimiz bardakları yıkadım. O sırada İr

Famous Blogger

16 Nisan 2015 Gün 5; Meşhur blog’cu geldi hanııımmmm… Saat 11:00 Nihayet talihimiz döndü. Bu sabah, omlet yiyebilelim diye, şehrin bir ucundan kalkıp geldiğimiz restoranda, ilk defa birileri farkımıza vardı. Garson, papaz ve taksi şoförlerinden başka bir grup erkekle iletişim kurmayı başardık. Olaylar biz kahvaltımızı henüz bitirmişken, arkamızdaki masaya üç adamın gelip oturması ile başladı. Maksimum müşteri kapasitesine ulaşabilmek için, masaların arasında kıç kadar mesafe bıraktıklarından, benim arkamdaki sandalyeye oturmaya çalışan adam, yerine sığamadı. Ben de adamcağız rahat otursun diye başka sandalyeye geçtim. Resim 45: Oturma düzenini kabaca çiziyim de, anlaşılması kolay olsun dedim.  Bu arada benim serbest elimi, İrem’in ki ile kıyaslamaya kalkmayın, gebertirim… Ben yer değiştirince, sonradan Sicilya’lı olduğunu öğreneceğimiz bu kişi, bana teşekkür etti. ‘Grazie mille sinyora….’ Sonra İtalyan’ca bir şeyler anlatmaya devam etti. Ben adamın anlat

Son Yemek

15 Nisan 2015 Çarşamba Saat 09:30 Dün ki fuar travmasından sonra, bu sabah kendimize gelemedik. Evden çıkana kadar 9:30 oldu. Dolayısı ile Stazione Centrale’de ki pastanenin çikolatalı kruvasanlarına yetişemedik. Sandviçlere kaldık. Sandviçleri aldıktan sonra, İrem tekrar fuara gitti. Kendisi bir çeşit ruh hastası olduğu için, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, fuarın tamamını göremeyeceğini O’na anlatmak imkansız. Biz Cordona tarafına gideceğiz. İrem’le öğleden sonra Tortona’da buluşacağız. Resim 37: Merak edenler için, Tortona böyle bir yer… Saat 11:15 Özlem, Gaye ve ben Centrale Cordona’dayız. Yoksa Cadorna’ mıydı… Santa Marie Delle Grazie kilisesini arıyoruz. Niyetimiz, bu kilisede sergilenen Leonardo’nun ‘son yemek’ini görmek… Saat 11:30 Kilisenin kapısına vardık. Kuyruk yok. Bu çok şaşırtıcı bir şey. Çünkü normalde, insan kalabalığının kilisenin etrafını iki kere dönmüş olması lazım. Özlem, Duomo’ya kuyrukta beklemeden girecek kadar şanslı olmamızdan