Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Neden Bana Aşk Şarkısı Yazan Çıkmaz…

Dikkat ettiyseniz yazının başlığı soru işareti ile bitmiyor. Neden? Bak ‘neden, soru işareti ile bitiyor. Çünkü O sapına kadar bir  soru. Ama ‘neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz’ soru değil, bir durum tesbiti. Hem de yarım kalmış bir durum tesbiti. O nerden belli, derseniz üç nokta ile bitmesinden belli, diye cevap vermem gerekir. Üç nokta aslında, yazar tarafından, okuyucusuna yapılmış bir kötülüktür. Okuyucuyu belirsiz durumlara sürükler. Demek ki, ben sadece kendisine aşk şarkısı yazılmayan bir insan değilim, içi kötülükle dolu bir yazarım. Böyle şeyler yazdığıma göre, ihtimal kafayı iyice sıyırdım. Aslına bakarsanız kafayı daha önce sıyırdığımı zannediyordum ama sıyırmamışta olabilirim tabii. Sadece öyle olduğunu düşünmüşümdür belki. Veya şimdi bir kademe daha ileriye geçtiğim için, eski hallerim bana normal geliyor. Eğer önümüzdeki yıllarda biraz daha delirmeyi başarabilirsem, o zamanda bugünkü halim için ‘o yıllarda kafayı sıyırdığımı düşünüyordum ama sıyırmamışım işte’ ya

Şengül Hamamı’nın Duvarı’nın Anarşikler Tarafından Havaya Uçurulması

Televizyonun icad edildiği fakat henüz evlerimizin baş köşesine gelip yerleşmediği günlerde, hep aynı komşularla hep aynı mahalle dedikodularını yapmaktan bunalan insanlar, eğlenmek ve sosyalleşmek için gazinoya giderlerdi. 1967 senesinde, Ankara’nın en meşhur gazinosu, Gençlik Parkı’nın içindeki Beyaz Saray’dı. O yıllarda bu gazinonun sahnesine çıkan herkes, Zeki Müren’de dahil olmak üzere, aynı zamanda Ankara Radyosu’nda devlet sanatçısı olarak çalışıyordu ve halk, kimi zaman mahalle dedikodularından bile daha eğlendirici bulduğu radyodan, sadece ismini ve sesini duyduğu bu hanende ve sazendelerin suretini görmek için de geliyordu gazinoya. Ankara Radyosu o yıllarda ‘şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın’ şarkısının bestecisi Muzaffer İlkar tarafından büyük bir disiplinle idare ediliyordu. Ama işin içinde bir de ‘sen hep beni mazideki halimle tanırsın’ diyen Selahattin İnal vardı ki, solfej öğretsin diye kendisine gönderilen stajyelerle ilk dersini yaptıktan sonra, kapı