Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Unutulmayan Tarihler ve Kadınlık Üzerine…

‘Birdenbire fark etti ki; diğerlerinden daha büyük bir öneme sahip bir tarih daha vardı; sahip olduğu tüm cazibenin yok olacağı, kendi ölüm tarihi… Yılın diğer günleri arasında tembelce görünmeden yatan. O, her yıl üzerinden geçtiği halde hiçbir işaret ya da ses vermeyen, ama kesinlikle orada olan bir gün. Ne zamandı?’ Bir olayla işaretlenmiş tarihleri asla unutmayan bir insanın, okuduğu kitabın sayfaları arasında bu satırlara rastlamasının anlamı nedir acaba? İşaretleri okumayı öğren, diyor gurular… Öğren ki; hayatına anlam katacak olayları silikleşmeden yakalayabilesin. Eğer ben de işaretleri doğru okuyorsam, Thomas Hardy’nin milyonlarca ihtimali bir kenara bırakarak, bu şekilde sıraya dizdiği kelimelerini kullanarak bana seslenen Tanrı diyor ki; Belki de yaşadığın sürece aklından çıkaramadığın tarihlerden birinde öleceksin. Yani tırnak içinde 'ölüm' diye bir şey var. Buna ne diyorsun bakalım? O yüzden bugün mantıklı veya duygusal veya iz bırakıcı veya kalp burkucu

I Had A Farm In Africa

Bir kitabın açılış cümlesi, sizin içine ne ifade eder?  Veya başka türlü sorayım, içinizde Anna Karenina’nın ilk cümlesini hatırlayan var mı? Tolstoy, binlerce sayfalık hikayesini anlatmaya şöyle başlar; ‘Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.’ Peki Kırmızı Pazartesi… Gabriel Garcia Marquaez’in büyülü hikayesinin ilk cümlesi neydi? ‘Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah 05.30 da kalkmıştı…’ Dahası da var…  J.D. Salinger- Çavdar Tarlasında Çocuklar; ‘Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhâlde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını ve tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.’ Franz Kafka-Dönüşüm; 'Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.'

Platonik Aşkın Faydaları ve Gerekliliği Üzerine

Aslında konu benim için yeni değil. Az sonra yazacaklarımı aklımda epeydir evirip çeviriyordum. Ama bunları da yazarsam, kafadan çatlak olduğum tescillenecek korkusu ile yazmamıştım. Fakat bugün, mimarlık yapmaktan o kadar sıkıldım ki, yazarak kendimi açıp kapatmazsam bu sıkıntının beni öldüreceğini fark ettiğimden ve aklıma da aksi gibi başka konu gelmediğinden, platonik aşk üzerine geliştirdiğim çarpık dünya görüşlerimi paylaşayım, dedim. Platonik aşk nedir, diye babama ilk defa sorduğum zaman tahminen 5 veya 6 yaşındaydım. Babam cevaben; sevip de söyleyemeyenlerin aşkına, ‘Platon gibi’ anlamında platonik aşk’ denir, dedi. Ben çocuk aklımda bunu kötü bir şeymiş gibi algıladım. Söyleyemediğim şeylerin tamamı, annemin izin vermediği yamukluklar olduğu için, ‘Platon bile söyleyemediğine göre, var bu işte bu dümen’ diye düşündüm. Yoksa çocukken sevmenin nesi kötü gelecek ki insana… Platonik aşkın aklıma kötü bir şey olarak yazılması beni ‘Platon gibi’ sevmekten korumuş mudu

David Garrett ve Nane Şekeri Satmak Üzerine

Boyutları, konuya göre değişmekle birlikte, ben insanlar tarafından genellikle yanlış anlaşılırım. Eğer gündelik hayatın basit olayları ile uğraşıyorsak, az yanlış anlaşılma ihtimalim yüksektir. Ama olay reel politik, ekonomik veya insan ilişkilerinin cinsiyete dayanan dinamikleri ise, yanlış anlaşılma ihtimalim artar. En son David Garrett olayında yanlış anlaşıldım. Facebook’taki durum güncellemelerimi takip eden arkadaşlarım, her gün yeni bir David Garrett paylaşımı görünce, dediler ki; Sen bu adamla bozdun… Oysa olayın bununla hiç alakası yok. Konu tamamen nane şekeri satabilmek veya satamamakla ilgili… 5, 8, 12, 26   dakika kadar bir vaktiniz varsa anlatayım… Nereye vardığımızı doğru bir şekilde analiz edebilmek için, bizi o noktaya götüren yolu anlamak bir gerekliliktir. Benim David Garrett’la bozduğum yargısının temelinde yatan dinamik, David Garrett’in fiziksel özellikleridir. Bu özellikler, yüz kişiden en az ellisinin David Garrett’la bozmasını sağlayabileceğinden ‘Kişi ki

Birisine Geç Kalmak Üzerine

Ben küçükken bilim adamı olmak isterdim. Sonra her şeyin keşfedildiğini, bana keşfedecek bir şey kalmadığını düşündüğüm için vazgeçtim. O yıllarda, cilalı taş devrindeki mağaralar ile, kendi evimizi kıyaslıyordum. Olaya öyle bir açıdan bakınca, hele de beş yaşındaysan, keşfedilecek her şey keşfedilmiş  gibi görünüyor. Büyüdüğüm zaman da yazar olmak istedim. Ve şu anda, söylenecek ne kadar anlamlı söz varsa, hepsi daha önce söylenmiş, bana ne söyleyecek, ne de yazacak bir şey kalmamış gibi hissediyorum.     Kaderim, assolist altında sahneye çıkan uvertür şarkıcılara benziyor.. Tumturaklı laf etmeyi bir türlü beceremediğim için, ömrümün sonuna dek, alıntılara güzellemeler yazacağım anlaşılan. Bu akşamın hariçten gazel konusu da ‘birisine geç kalmak’… Benim değil, Yaşar Kemal’in lafı… Peki hiç düşündünüz mü, nedir acaba birisine geç kalmak… Grey’s Anatomy’nin geçtiğimiz sezonunda, dizinin senaristi Shonda Rhimes, en bi baş kahramanlardan Derek Shepherd’ı, trafik kazasında öldürd

Kuş ölür, sen uçuşu hatırla

İnsan eliyle yaratılmış hangi büyük eserin yaldızını kazısam, altından bir dram çıkıyor. Kendisi öldükten sonra uçuşu hatırlanan kuşun altından da, bir yaşındaki oğlunu, velayeti babaya verildiği için, bir daha görememiş bir anne çıktı. Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle Ve bütün kente Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında Aşkımın çocuksu gözlerini Ve isteğimin acili şakaklarından Fışkırdığında kan Yaşamım artık Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvardaki saatin tiktaklarından başka Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok Çılgınca sevmekten başka Niyetim iyiydi aslında. Çay demini alan kadar, internetten birkaç şiirini bulup okuyacaktım Füruğ Ferruhzad’ın. Kafama sararsa da kitaplarını alacaktım. Çayın suyu kaynamaktan galiba bitti. Oysa ben hala ekrana bakıyorum. Füruğ’da gülümseyen fotoğraflarından bana bakıyor. Bir şey söyle bana Teninin tüm sevgisin

Gitmek isterse bırak gitsin, dönerse egosantriktir…

Bildiğiniz üzere, söylemin aslı ‘bırak gitsin. Dönerse senindir, dönmezse hiç senin olmamıştır’… Hatırlarsanız, vaktiyle üzerinde çeşitlemeler yapmayı pek sevmiştik; Bırak gitsin, dönerse senindir, dönmezse ebenindir, gibi… Sonra bunu bir adım daha ileri taşıdık; Bırak gitsin, dönerse senindir, dönmezse ebenindir, zıplıyorsa delidir, çömeldiyse elleme… Orijinalinin sahibi Halil Cibran. Dünyayı sallamış bir şair ve filozof… Hayat hakkında çok isabetli tespitleri var. Ama gitmek isteyeni değerlendirdiği bu önermesi maalesef yanlış. Ben de bu akşam, popülerliği sebebi ile insanları sürekli hatalı ve yıkıcı kararlara sevk eden bu düşüncenin doğrusunu açıklamak için buradayım. Acaba neresinden başlasam… En kolayı kendimden başlamak. Sonra çemberi genişletirim, bulgularımı evrenselleştiririm ve dilek ve temenniler bölümü ile de bitiririm. Şimdi efendim, benim kadın-erkek bağlamında en uzun süreli ilişkim maalesef eski kocam ile oldu. O yüzden kendimden örneklemelerimin birçoğun

Eş zamanlılık üzerine

Ben çocukken, alışveriş için Kızılay’a giderdik. Bilmeyenler için söyleyeyim; Kızılay, Ankara’nın Kadıköy’üdür. Bir sürü mağaza ve pasajla doludur. Annemle birlikte Tunalı Hilmi’den Sıhhiye’ye doğru uzanan geniş caddenin üzerinde gezinirken, vitrinlerin büyük camlarından, kaldırımda yürüyen insanların, bacaklarını aynı anda ileri atmalarını seyrederdim. Yandan bakınca, iki kişi sanki tek kişi gibi gelirdi bana. Hatta bazı çiftler kol kola girerdi. Bu manzarada bir birlik, anlaşma ve dayanıklılık görürdüm. Çok hoşuma giderdi. Bende kendi adımlarımı anneminkilere uydurup, annemle bir olmaya çalışırdım ama artık çocuk bacaklarımın kısalığından mı, yoksa bunu yaparken vitrin camlarında kendimizi görmek çabasından mı bilinmez, beceremezdim. Gel zaman git zaman, ben büyüdüm. Kardeşim de büyüdü. Annemle yakalayamadığımız uyumu kardeşimle yakaladık. O yıllarda eski mi eski bir Renault arabamız vardı. Arabayı kullanan ayağını debriyaja basınca, diğeri vitesi değiştirirdi. Veya sigara yakma

Hiperrealizm Üzerine

Ben nedense az uyurum. Kendimi bildim bileli bu böyledir. Ama uyuyamadığım her gecenin sabahında, sanki bu daha önce hiç olmamış gibi anneme telefon açarım, ‘Anne biliyor musun, dün gece ben hiç uyumadım’ derim. Sanki bunu ondan daha iyi bilen biri olabilirmiş gibi… Ofise gittiğimde herkese söylerim. Sonra Facebook’a illaki bir şeyler yazarım; ‘Bugün hiç uykusuz gecelerin üçüncüsü’ falan… Neden uyuyamadığımı bilmediğim gibi, bunu cümle aleme neden ilan etmek istediğimi de bilmiyorum. Acaba kendimi özel mi hissetmek istiyorum? Veya o taş kalpli görüntümün altında, benimle ilgilenilmesini arzu eden bir tarafım mı var? Valla her ikisi de olabilir. Belki de hiçbirisi değildir. Beynimin bilincimle kontrol ettiğim tarafında, bir insanı sevemeyeceğime ve bir insanın da beni sevemeyeceğine kendimi o kadar inandırmış durumdayım ki, sevmek ve sevilmek ihtiyacım, ‘ben dün gece hiç uyumadım’ cümlesi ile bilinçaltımdan pörtlüyorsa, bunun bile ayırdına varamayacak kadar konunun dışındayım. Şu

Bu sefer başlık yok, bulmaya kasamadım...

Ofise, daha fazla çalışmak için mesaiden iki saat önce gelmişken işi gücü bırakıp yazı yazmak ne kadar akıllıca bilmiyorum. Zaten son günlerde hiçbir şey bilmiyorum. O yüzden bunu bilmemem de gayet normal. Ama bu en normal insanlık hali değil mi? Beni siktir et, Sokrat bile ‘bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir’ diyor. Gerçi burada Aristo’nun düz mantığından yola çıkarak, ‘bende Sokrat tarzı bir düşünürüm’ çıkarımı yapmak potansiyeli duruyor ama gerçekte böyle bir çıkarım ‘hayat acıdır, sivri biber de acıdır. Öyleyse hayat sivri biberdir’ tadında olacağı için uzak duruyorum. Her neyse, çok uzun yazamam. Çünkü Osman bana kızgın bu aralar. Ofise geldiğinde, beni sadece ses sistemi iyi diye seçtiğim yeni bilgisayarımın karşısında, çizerken değil de yazarken görürse, sonunda her nasılsa gerçekleşecek olan infazım öne alınabilir. Zira bilgisayarımda Bang Olufsen ses sistemi var ama gel gör ki, AutoCAD’de kilitleniyor. Bizim gibi hayatını mimarlık yaparak kazanan insanl