Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Selimiye’de Sabah

Geçen hafta köye gittim. Bir hafta annem ve babamla kaldım. İnsanın elli yaşına yaklaşırken, tekrar ailesinin evine dönmesi, kısa bir süre için bile olsa, enteresan duygulanımlar yaratıyor. Bunu şunun için söyledim; bu yaşa gelindiğinde, iki taraf için de roller değişiyor. Ebeveynlerimin gittikçe güçsüzleşen bedenleri ve yavaşlayan melekeleri, benim içimde derin bir koruma dürtüsü uyandırıyor. Gel gör ki; onların gözünde halen beş yaşındayım. Herkes kendi hissiyatının daha gerçek olduğuna inandığından, bir kısır döngü içerisindeyiz. ‘Dur yapma, yavaş, elini kolla, kendine dikkat et, asıl sen kendine dikkat et’ lafları havada uçuşuyor. Annemlerin şu anda oturdukları ev, birlikte oturduğumuz son ev değil. Yani ben kendi kanatlarım ile uçmak üzere bu evden havalanmadım. Çekirdek aile bir aradayken, İstanbul’un bir mahallesinde oturuyorduk. Herkes kendi hayatına gidince o ev boş kaldı ve bir süre sonra da satıldı. Tarihler 18 Nisan 2002’yi gösteriyordu. Alınışından 18 sene sonra, yi

Sindirella

İnsan gençken 'Sindirella bir daha dans edecek mi' sorusunun en büyük soru olduğunu düşünüyor. En azından ben öyle düşünmüştüm. Yıllar ilerledikçe 'Sindirella'nın bir dans için daha zamanı kaldı mı' sorusunun daha büyük bir soru olduğunu anladım. Çünkü her dansın bir hazırlık süresi var. Bir önceki gösterinin artıklarını temizlemek, kırılan bozulan yerleri onarmak, sökülen eteği dikmek, kırılan ayakkabıyı Japon yapıştırıcısı ile yapıştırmak ve baloya hazırlanmak için Si ndirella'ya vakit lazım. Derken yıllar biraz daha geçti ve tüm bunların gerisinde sessizce durup sıranın kendisine gelmesine bekleyen daha büyük bir soru olduğunu fark ettim; Sindirella bir daha dans etmek istiyor mu?  Şahsi Külkedisi tarihime göre; Ayakkabının Külkedisi'nin ayağına uyduğu hikayeyi okuduğumda yedi yaşındaydım. Ayakkabının Külkedisi'nin ayağına da uymadığı hikayeyi okuduğumda otuz yaşındaydım. Ayakkabının ahırdaki ineğin ayağına uyduğu hikayeyi okud

Benim Küçük Limon Ağacım

  Bugün size kendi basit hayatımdan bir ‘Slumdog Millionaire’ hikayesi anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz ay, bana bir limon ağacı hediye edildi. Bir metreyi ancak bulan gövdesinden çıkan kalem kalınlığında dallarını donatan baygın kokulu çiçekleri ile bir anda terasımızın en nadide süsü haline geldi. Her sabah ve her akşam, sarının ve kızılın bin bir tonu ile boyanan denizi seyretmeyi unutturacak kadar güzeldi limon ağacım. Günler geçtikçe, çiçekler yerlerini eskinin gaz lambalarının cam şişelerini andıran limon taslaklarına bıraktılar Dedik ki; bu da bir hikmettir, seyredelim bakalım bu birkaç milimlik yeşil şişeler nasıl olacak da yetişkin birer limon olacak. Günler minik yeşil şişelerimin büyümesini bekleyerek geçerken, beklenmedik bir şey oldu. Yavru limonlarım önce sarıya, sonra siyaha dönüp kurumaya başladılar. Bu sefer her sabah ve her akşam bir kalp sızısı ile çıkmaya başladım terasa. Allah’ım ne olur kurumasınlar, ne olur kurumasınlar… Gel gör ki; kabul olmayac

Bir Dış Mimar'ın Anıları

Mimarsanız, başınıza iki şeyin gelmesi kaçınılmazdır. Ne yaparsanız yapın, günün birinde biri çıkar ve size ‘iç mimar mı, dış mimar mı’ diye sorar. Ve kim olursanız olun, günün birinde teslim sonrası hizmetler başınıza kalır. Gençken mimarlığın içinden mi, dışından mı olduğumu anlatmak için ciddi çabalar sarf ettiğim doğrudur.  'Bak güzel kardeşim, senin dediğin tercüme hatası. Architecture var, interior design var. Interior architecture var mı, yok. Hem mimar dediğinin içi dışı bir olur.'  Sonra baktım olmuyor, saldım. Şimdilerde soranlara ‘dış mimarım anasını satayım’ deyip geçiyorum. Kaçınılmaz iki durumdan birincisi ile yaşımın getirdiği ermişlik ile baş etmeyi başarsam da, ahir ömrümde teslim sonrası hizmetlere düşmekten kendimi koruyamadım. Teslim sonrası hizmetler, adı üzerinde, bir mimari projenin inşa edilip kullanıcılarına teslim edilmesinden sonraki hizmetleri kapsar. Proje onayı, malzeme seçimi, renk seçimi, inşaat süreci gibi bir yığın sıkıntılı a

Sevgililer Günü Üzerine

Arkadaşlarımdan biri âşık oldu. Bu, bizim gibi ellilerine yaklaşmış insanlar için alışılmışın dışında bir durum. Neticede, on yedi yaşında değiliz. Her hafta birine düşmüyor gönlümüz. Bunun için ne enerjimiz, ne de imkanımız var. Kalplerimiz biraz yorgun, biraz katı. Tecrübe denilen illete yakalanmakla lanetliyiz. Ama yine de bazen, karları delip yüzünü güneşe dönen kardelenler gibi cesur yürekler çıkıyor aramızdan… Dertleştik geçenlerde… Bana âşık olduğu kadını anlattı. O’ndan bahsederken yüzü aydınlanıyor. Gençken, sevdiğimizin nasıl göründüğünü anlatırdık ilk önce... Şimdi, insanlığın sınandığı kavşaklardaki duruşundan bahsediyoruz. Ağzından çıkmış kelimeleri tek tek irdeliyoruz; Ben mi dedi, biz mi dedi… Âşık olunca iyelik eklerinin önemini daha çok anlıyor insan… Bana anlattıklarını dinlerken düşünüyorum. Sohbetlerimiz sırasında bunun için fazlaca imkânım oluyor. Çünkü kendisi karşılıklı hasbıhal ettiğimizi zannetse de, âşıkların adeti olduğu üzere, beni pek konuşturmuyor