Yazıya başlamadan önce kısa bir
açıklama yapayım;
Bridget Jones’un günlüğü diye bir
film serisi var. Üçleme şeklinde çekilmiş. Bridget’i oynayan kadının adını
bilmiyorum. Mr Darcy’i Colin Firth oynuyor, onu biliyorum. Ve son günlerde bu
üç filmi döndürüp döndürüp seyrediyorum.
Bu saplantılı aktivitenin
başlamasına sebep olan şeyin, Colin Firth’ün 2016’da geldiği nokta olduğunu
inkar edecek halim yok. Kendisinin bakışlarında, gülüşünde, sakin ve kararlı yürüyüşünde
hayat bulan Mr Darcy’e hayranım. Eğer böyle bir adam gerçekten var olsaydı, onu
isterdim. Ama yazının konusu bu değil. Mr Darcy gerçekten var olsa idi, beni mümkünü
yok istemezdi. İşte yazının konusu bu…
Filmi elli kere seyretmek sureti
ile, Mr Darcy ile Bridget Jones beraberliğinin dinamiklerini inceleyerek, doğru
dürüst bir adamın, benim gibi bir kadın ile neden beraber olmayacağının
sebeplerine ulaşmış bulunmaktayım. Yalnız burada cevaplanması gereken iki önemli soru
var; Birincisi, insanlar gülsün eğlensin diye yapılmış romantik bir komediden, hayat hakkında dersler çıkaran insan, ne tarz bir ruh hastasıdır? İkincisi, Mr Darcy’nin
beni istememesinin ardında yatan sebepleri kim, neden merak etsin? Dilerseniz
şöyle yapalım, benim şahsımda, güçlü görünen kadınların istenmemesinin diyalektiğini
irdelemeye çalışıyor muşuz gibi bir hava takınalım. Böylece bunları yazmak, benim
açımdan günah çıkarmanın bir adım ötesine gitsin. Ama okumak, sizin için halen
bir zaman kaybı, demedi demeyin…
İlk sahneden başlayalım. Mr
Darcy, az önce tanıştırıldığı Jones’un, hemen arkasında durduğunu bir an için fark
etmez ve kendi annesine, Jones gibi bir kadınla asla çıkmak istemediğini
söyler. Bunu söylerken de Jones’a hakaretler yağdırır. Peki Jones ne yapar?
Gülümseyerek tabağına yemek almaya ve Darcy ile neşe içinde konuşmaya devam
eder. Peki böyle bir durumda Gülfem ne yapardı? Bok altında kal, laf altında
kalma prensibinden hareketle ‘Haklısın Mark’ derdi. Ama ikimizin birlikte olması, benim değil annemin fikri. Otuz yaşındaki erkeklerle beraber olmamı bir türlü kabullenemiyor. Andrapoz problemleri ile
uğraşmak istemediğimi anlatamadım gitti. Bunun için, annem adına senden özür
dilerim…. Lafı yiyen Darcy, en az bir ay
kendine gelemezdi. Bir sonraki ilişkisinde ereksiyon sorunları yaşardı ve muhtemelen
kadınlardan bir süreliğine uzaklaşmak isterdi.
Sahne iki… Ortak arkadaşlarının
evinin antresi. Toplantıdan ayrılmak üzere olan Jones’un yanına gelen Darcy, bir
önceki karşılaşmalarındaki kaba davranışları yüzünden özür diler, Jones’un bazı
alışkanlıklarını halen yadırgadığını itiraf eder ve aralarındaki görüş
farklarına rağmen, gönlünü Jones’a kaptırdığını şu cümle ile anlatır ‘I like
you as who you are’. Türkçe’si ‘seni olduğun gibi seviyorum’. Peki bu cümleyi
duyan Jones ne yapar? Hayretle Darcy’nin yüzüne bakakalır. Peki bu cümleyi
Gülfem duysaydı ne yapardı? Darcy’e, kinaye ile bakar ve ‘Mr Darcy, lütfetmişsiniz.
Benim gibi bir insanın, sizin gibi bir insan tarafından olduğu gibi sevilmesi,
ne büyük devlet’ derdi ve arkasını dönüp giderdi. Antrede öylece kalakalan Darcy’nin,
ereksiyon sorunlarının derinleşeceğine kesin gözü ile bakabiliriz artık…
Sahne üç… Darcy, çat kapı Jones’un
evine gelir. Jones, arkadaşları için yemek yapmaktadır. Ama berbat bir aşçı
olduğu için her şeyi eline yüzüne bulaştırır. Darcy, ceketini çıkarır,
gömleğinin kollarını sıvar ve mutfağa girer. Şimdilik yönetmenin, kolları
sıvanmış beyaz gömlek giyen bir erkeğin çekiciliğinden istifade ederek sahneyi
beleşe zenginleştirmesini görmemiş gibi yapalım, Jones’a, omlete katmak için
antin kuntin yemek malzemeleri soran Darcy’e dönelim. Jones sorulara cevap bile vermez. Çünkü çukur
kapta yumurta çırpan Darcy’nin çekiciliğinin tadını çıkarmaktadır. Oysa aynı
sahnede Gülfem, kendisinden şimdiye kadar adını bile duymadığı şeyleri isteyerek beceriksiz bir kadın olduğunu yüzüne vuran
Darcy’e içerlemekle meşguldür. Gülfem’in aniden sessizleşmesinden, bir yamukluk
olduğunu anlayan Darcy, yumurtaları çırpmayı bırakıp Gülfem’e bakar. Gülfem
sessizce başını öte yana çevirir. Ne oldu, diye soran Darcy’e cevap vermez. Ne
oldu ya, yine ne dedim, diye üsteleyen Darcy’e cevap vermeye karar vermesi ile
de olay anında başka bir boyuta evirilir. Darcy’nin yok vallahi, ne alakası
var, aklıma bile gelmedi, lafları kar etmez. Arkadaşlarının gelmesi ile hava
biraz hafiflese bile, gece genellikle sessiz geçer.
Sahne dört… Darcy’lerin evinde
yılbaşı partisi verilmektedir. Darcy’ler ve Jones’lar aslında mahalle komşusu
oldukları için, Bridget, annesi ve babası ile birlikte bu partiye davetlidir.
Mr Darcy’nin babası, söz alarak, Mark’ın Amerika’daki bir hukuk firmasına ortak
olduğunu, artık New York’ta yaşayacağını ilan eder. Bunu duyan Jones, partideki
bütün konuşmaları bastıracak kadar yüksek bir sesle ‘hayır’ diye bağırır. Herkes
hayretle Jones’a döner. Bu sırada, artık Jones’un da kendisinden hoşlanmaya
başladığını anlayan Darcy, yakın çekim yapan kameraya belli belirsiz
gülümseyerek, sahneyi izleyen herkesin içini eritmektedir. Peki burada Gülfem
olsa ne yapardı, diye yazmak içinse elimizde yeterli veri bulunmamaktadır. Çünkü
Gülfem geçmişte, sonuçlarının ne olacağına aldırmadan duygularını ortaya
koymamıştır, şu anda da koymamaktadır ve muhtemelen gelecekte de koymayacaktır.
O anda partiden çıkıp gitmeyi bile, kendini ifşa etmek olarak göreceğinden,
Darcy’e kaçamak bakışlar atarak gecenin sonuna kadar orada kalır. Eğleniyormuş gibi yapar ve kazara Darcy ile
yan yana gelirse de, New York’a yerleşerek mesleki açıdan çok doğru bir karar
aldığını söyler. Hatta duyguları anlaşılmasın diye, daha da abartması
muhtemeldir; Vallahi ne iyi yaptın, New York’taki kızlar da Allah için çok güzel
olurlar. İngiliz kadınlarının soğuk ve mesafeli duruşlarından sonra, Amerikalı
kadınların sıcaklığı sana çok iyi gelecek, gibi… Böyle bir önerme ile karşı
karşıya kalan Darcy, partiden ‘Acaba bu kadın lezbiyendi de, ben mi anlamadım’
diye düşünerek ayrılır. Gece abuk sabuk rüyalar görür.
Sahne beş… Londra’ya kar
yağmaktadır. Bridget’i öpmeden gittiğini fark ederek New York’tan geri dönen Mark
Darcy, Bridget’in evinin salonunda, kızın üstüne hafif bir şeyler almasını
beklerken, filme adını veren günlüğü bulur. Mark Amerika’ya gidince, Bridget
günlüğe, ‘Mark Darcy’den nefret ediyorum, diye yazmıştır. Bunu okuyunca evden
çıkıp gider. Mark’ın gittiğini fark eden Bridget, yalın ayak, başı kabak,
karlara bata çıka Mark’ın peşinden koşar ve günlüğüne yazdığı şeyler için özür
diler. Böyle bir sahne Gülfem için kesinlikle ihtimal dışıdır. Birincisi,
şimdiye kadar gerçek hislerini asla bir deftere yazıp ortalık yere
bırakmamıştır. İkincisi, hisleri ne olursa olsun, karlı bir gecede, ayağında
bir don ve üzerinde hırka ile, kimsenin peşinden koşacak bir kadın değildir. Aslında,
kar yağmasa bile, hisleri yüzünden hiç kimsenin peşinden, donla koşacak bir
kadın değildir. Hatta hava günlük güneşlik ve üzeri giyimli olsa ve aşkından
ölse bile, kimsenin peşinden koşmamıştır, koşmamaktadır ve ileride de
koşmayacaktır. Gülfem’in arkasından koşmadığını fark eden Mark Darcy, geri
dönüp geldiğinde, Gülfem’i kendisine küsmüş bulur. Mark’ın günlüğü bulması ile
eski anıları canlanan ve yaraları deşilen Gülfem, Mark’ın bir zamanlar kendisini
nasıl da üzdüğünü hatırlamıştır. Mark’ın hislerini anlatmak için döktüğü diller
hiçbir işe yaramaz. Hafif kıyafetinin üstüne babaanne sabahlığını geçiren ve
yakasını da iki eli sıkı sıkı kapatan Gülfem, Mark’tan bir an evvel evi terk
etmesini istemiştir bile…
Sahne altı… Çantasını, bankamatik
kulübesinde unutan dokuz aylık hamile Bridget, yağmurda ıslanmış ve üşümüş bir
halde, evinin kapısında oturmaktadır. O sırada uzun boyu ve sakin yürüyüşü ile,
sokağın başında Mark Darcy belirir. Bridget’i o halde görünce, ilk iş paltosunu
çıkarır ve üşümesin diye omuzlarına koyar. Sonra boynundan çıkardığı ekose yün atkısını
eline dolayarak, sokak kapısının küçük camını kırar ve oradan uzanarak, kilidi
açar. Her ne kadar, işlerin en karıştığı anda Darcy’nin gelerek, olaya ey
koymasını ve Bridget’i çekip çevirmesini, hatta kapının camını kırarken ki
maskülen tavrını içinin yağları eriyerek izlese de, Gülfem’in başına böyle bir
olayın gelmesinin mümkünatı yoktur. Çünkü Gülfem, her zaman kontrollüdür. Bırak
çantasını, çöpünü bile bir yerde unutmaz. Evi, arabası düzenlidir. Günlük programı üzerinde uzun uzun
düşünür ve çok önemli bir şey olmadıkça programının dışına çıkmaz. Az uyur,
erken kalkar. Durmadan çalışır. Bu yüzden bir süredir Gülfem’le beraber olan Mark
da ipin ucunu salmıştır. Gülfem söylemedikçe hiçbir işe eline sürmemekte, sabahtan akşama kadar evde, televizyonun
karşısında yatmaktadır. Hatta çantasını kaybedip eve giremeyen Mark’ı, kapının
önünde ıslık sıçanı gibi bulan Gülfem, yerden aldığı parke taşla, kapının
camını kırıp, kilidi açarak, kendisini eve sokmuş ve ‘bari komşuda bekleseydin,
bir şey değil üşütüp nevazil olacaksın’ demiştir.
Sahne yedi… Darcy ve Jones, el
ele, kilisede altarda durmaktadırlar. Mark, Bridget’e doğru eğilir ve ‘sonunda
bunu yapıyoruz’ der. Birdget’te ‘artık geri dönmek yok’ diye cevap verir.
Gülfem’in başına böyle bir sahnenin gelmesi ihtimali de yoktur. Çünkü kendisi
teknik olarak müslümandır ve kilisede evlenmesi beklenemez. Mark’ın büyük aşkı
için, fedakârlıkta bulunduğunu ve Kadıköy evlendirme dairesine geldiğini
varsaysak bile, nikah kıyılmadan bir an önce ‘sonunda bunu yapıyoruz’ diyen Mark’a
‘istemiyorsan yapmayalım. Benimle evlenmek zorunda değilsin. Bu çocuğu sana
güvenip de doğurmadım ben’ diyen Gülfem’in, salondan çıkıp gitmesi her an için
mümkündür. Bu sahnenin her türlü zorluğa rağmen aşıldığını varsaysak bile,
kiliseden çıktıktan sonra William Jones Darcy’i, annesine vererek, düğün
yemeğinin yeneceği çadıra doğru yürüyerek uzaklaşan Mark Darcy’nin arkasından
gururla bakan Bridget’in yerine, Kadıköy evlendirmenin önünde kucağında William
Efe Karaer Darcy ile kalan Gülfem’in, bilinç altı ve üstü bir takım feminist düşüncelerinin etkisi ile, aralarındaki eşitliğin bu nikah olayı ile kendi aleyhine bozulduğunu endişesine kapılması ve otoparka doğru uzaklaşan Mark’ın
arkasından ‘Kollarım koptu, al biraz
da sen taşı’ diye seslenmesi ihtimal dahilindedir.
Pozitif ilimlerin, deneme yamulma
yöntemi ile yaptığımız analizlerimizin ışığında, başlıkta değindiğimiz
önermemize dönersek, sizlerin de gördüğünüz gibi, Mark Darcy’nin benimle çıkma muhtemali sıfırdır. Ve işin
kötüsü, bunun sebebi; O’nun İngiliz, benim Türk, O’nun hayal kahramanı benim ise
gerçek bir insan olmamız da değildir.
Her şeyi bu kadar açıkla
anlattığım bir yazıda, aklınıza takılan hiç bir nokta olmasını istemediğimden
muhtemal kelimesinin, Üzüm ve Diğer Şeyler’de, Ryük tarafından ihtimal yerine
söylendiğini de belirtmek isterim.
(İstanbul’da, evde, ikibinonaltı
senesinin Kasım ayının 15. Gecesinin, 16’ya bağlandığı anda, vakit gece
yarısını 54 dakika geçe yazıldı.)
Fazlası var eksiği yok :D
YanıtlaSil