Ana içeriğe atla

Sevgililer Günü Üzerine



Arkadaşlarımdan biri âşık oldu. Bu, bizim gibi ellilerine yaklaşmış insanlar için alışılmışın dışında bir durum. Neticede, on yedi yaşında değiliz. Her hafta birine düşmüyor gönlümüz. Bunun için ne enerjimiz, ne de imkanımız var. Kalplerimiz biraz yorgun, biraz katı. Tecrübe denilen illete yakalanmakla lanetliyiz. Ama yine de bazen, karları delip yüzünü güneşe dönen kardelenler gibi cesur yürekler çıkıyor aramızdan…

Dertleştik geçenlerde… Bana âşık olduğu kadını anlattı. O’ndan bahsederken yüzü aydınlanıyor. Gençken, sevdiğimizin nasıl göründüğünü anlatırdık ilk önce... Şimdi, insanlığın sınandığı kavşaklardaki duruşundan bahsediyoruz. Ağzından çıkmış kelimeleri tek tek irdeliyoruz; Ben mi dedi, biz mi dedi… Âşık olunca iyelik eklerinin önemini daha çok anlıyor insan…

Bana anlattıklarını dinlerken düşünüyorum. Sohbetlerimiz sırasında bunun için fazlaca imkânım oluyor. Çünkü kendisi karşılıklı hasbıhal ettiğimizi zannetse de, âşıkların adeti olduğu üzere, beni pek konuşturmuyor. O anlatıyor, ben dinliyorum. O yüzden vaktim bol… Ve aklımdan aksi gibi eski aşklarım geçiyor. Aklımdan geçiyor, çünkü hepsi aklımda kalmış. Hiçbirine ‘Seni seviyorum’ diyecek cesareti bulamamışım. Cesaretsizliğim, emek vermek istemediğimden. Sabah kalkınca ‘Günaydın’, akşam yatmadan önce ‘İyi geceler’ diye mesajlaşan sevgilileri kınamam da bu yüzden. Sahi ben neden bu kadar küçük gördüm ki aşkı? Egom büyük çünkü. Yenilmek istemiyorum. Lafın altında kalmak, uzlaşmak, anlamaya çalışmak yenilmek miydi peki? Her şey sıra ile olmak zorunda mıydı? En son ben aradım, artık sıra onda…  ‘Neden aramadın’ diye soran bir ses var kulaklarımda… Yıllar öncesinden bir Haziran akşamındayım şimdi. Neden aramadın, diye soruyor ama bilmiyor ki sırf o karşıda oturuyor diye, köprüyü bile geçmiştim o akşam ben. Aramasını umarak, karanlık çökene kadar avare avare dolaşmıştım Avrupa yakasının sokaklarında.

O yüzdendir ki, bu sevgililer gününde aşılmışın dışında üzgünüm. Ama sevgilim yok diye değil… Seven bir kalbim yok, diye üzgünüm. Elli yaşına bir kala, hiçbir duygusunu cümle içinde kullanmamış biri olduğum için üzgünüm. Sevdiği erkeğin karşısında yenilmektense onu kaybetmeyi göze almış bir kadın olduğum için üzgünüm. Bir kere bile ‘Seni seviyorum’ demeden bu yaşa geldiğim için üzgünüm. Emek vermeyi bir kenara koy, emek verenleri kınadığım için üzgünüm. İlk mesajı atmadığım, ilk telefonu açmadığım için üzgünüm. En kötüsü ne olurdu ki… Ne olsa bundan iyi olurdu herhalde…

Arkadaşım kahrından ölüyor bugünlerde… Çünkü aşkı karşılıksız. Sevdiği onu istemedi, hatta başkasını sevdi. Bundan daha incitici bir son olabilir mi? Anlatırken ağlıyor… Ve ağlarken kabukları parça parça dökülüyor. Kaç günümüz, kaç gecemiz geçti beraber. Yıllardır tanırım O’nu. Ama kırılan bu kabukların içinden çıkan kişi bana yabancı. Daha insan gibi bir insan var şu anda karşımda… Ben de ağlıyorum. Gözyaşları içinde tanışıyoruz yeniden…

Eğer hayat alınacak dersler manzumesi ise, arkadaşımın mezun olmuş olması lazım. Eskiden hamdı. Sonra aşkın ateşi ile pişti, yandı. Ruhu, aşk ile yanan bütün ruhların bir parçası oldu ve sonsuz sevgiye karıştı.

Bana gelince, hala buralardayım. Mutsuzluğum ile beslediğim sarkastik ruhuma her türlü iyiliği çok görerek yaşamaya devam ediyorum. Bunun için bir de bahanem var; mutlu olursam yaratıcılığımı kaybederim. Ne yazabilirim, ne de çizebilirim…

Son satırları okuyunca içinizden ‘la bi siktir git’ demek geldiyse, çekinmeden söyleyin. Çünkü ben bugün söylüyorum kendime… Bi siktir git Gülfem ya, bi siktir git…


(İkibinonsekiz senesinin Şubat ayının on dördüncü günü ofiste yazıldı…)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı