Eskiden dilbilgisi derslerinde çocuklara bir sürü abuk subuk kelime verirler, anlamlarını sorarlardı. Çocuk anlamayınca da ‘cümle içinde kullan, anlarsın’ derlerdi. Misal, kelime ‘şanzıman’ olsun. Daha vitesin ne olduğunu bilmeyen çocuğa şanzıman’ı sorunca, ortaya şöyle bir cümle çıkardı; ben şanzıman gördüm... benim babamın şanzımanı var...
Geçen hafta bizim kelimemiz ‘kanser’di.. Ne oldu, nasıl oldu da bu illet başımıza geldi, anlayabilmek için, bende cümle içinde kullanayım, dedim. Ortaya yukarıdaki başlık çıktı. Ben kanser gördüm.... Benim babamın kanseri var...
Babam neden kanser oldu, bilemiyoruz tabii... Ama inatçı öksürüğünün peşine düşmeseydi, devamında çok fena şeyler olabilirdi. Israrla doktorlara gitti, geldi... Daha ileri tetkikler yapılmasını istedi. Öyleki, tomografi çekilmesi için ısrar eden babamdan ‘illahlah’ diyen doktor en sonunda ‘bu tomografide birşey çıksın, ben diplomamı yerim’ dedi. Babam cevaben ‘birşey çıkmasın da varsın ben yiyim diplomayı’ şeklinde karşılık verdi. Uzun süre çekiştikten sonra olay ‘kardeşim parası ile değil mi, yaz sen şunu’ noktasına geldi... Tomografi çekildi ve bingo... piyangonun babama çıktığı anlaşıldı.
Olayı karşılama şekli, hepimize uygulamalı hayat dersiydi ... Kanser olduğunu öğrendiği gün, eve ‘one way ticket’ şarkısını söylerek geldi. Annem ağlar, babam güler... Ne bir karamsarlık, ne bir moral bozukluğu... bahçede oturup çay içerken, biyopsiyi yapacak doktorunu ayarladı. O akşam arabaya atlandı, Marmaris’ten Bursa’ya, aile dostu ve onkolog Güven Abi’nin yanına gidildi. Tomografinin üzerinden 24 saat geçmeden biyopsi yapılmıştı bile...
İkinci aşama ameliyatı yapacak doktorun bulunmasıydı. İki, üç gün içinde isim netleşti. Babam bu sırada biyopsi raporunu bile beklemeden, kanser ile ilgili ne kadar ileri tarama testi varsa, hepsinden geçmişti. Dolayısı ile teşhis konması ile ameliyat olması arasında sadece on gün geçti. Masaya yattı, ciğerin sol altı alındı, lenfler temizlendi. Patalojik incelemede lenflere metastas olmadığı anlaşıldı. Böylece babam kurtuldu... Erken teşhis hayat kurtarır, lafının doğruluğu da test edildi onaylandı...
Bütün bunlar olup biterken, ben İstanbul’daydım, onlar Ankara’daydı... Dolayısı ile tüm teşhis ve tedavi bilgileri konusunda, kardeşim tarafından sazan yerine kondum. Bana ‘baban kanser değil, ciğerindeki huysuz tümör’ dediler... ben de İstanbul’da cümle aleme ‘babam kanser değilmiş, tümör biraz huysuzmuş, hepsi o kadar’ dedim. Yüzüme manalı manalı bakanlar oldu, ama herhalde ‘acısından ne dediğini bilmiyor, vah vah’ deyip geçiştirdiler.
Olayın sadece sağı solu belli olmayan bir tümörden kaynaklandığını sanan ben, Ankara’ya çocuklar gibi şen gittim. Elimdeki verilere göre, doktor parçayı ‘ne olur, ne olmaz diye’ çıkaracak, babam iki gün sonra evine barkına dönecekti... Meğer işin aslı öyle değilmiş. Meğer ameliyata, sol lobun alt bölümünün alınması kesinleşmiş halde girilmiş. Şayet ameliyat sırasında kan damarlarına ve bronşlara açılma görülürse, ciğerin sol yanının tamamen alınması gündemdeymiş... Eğer böyle birşey olursa, devamında kemoterapi yapılacakmış. Ve bu akciğer kanseri denen illet, çok çabuk yayıldığından belki de babam kurtulamayacakmış.
Ameliyat sabahı, bütün aile babamın odasında toplandık. Bir araya geldiğimiz her seferde olduğu gibi, kahkahalarımız koridora taştı. Hemşire geldi, gülüyoruz diye, hepimizi azarladı. Ben bir ara odadan çıktım, hemşirenin yanına gittim ve ‘bak güzelim, bu adam benim babam.. kendisi 71 yaşında ve akciğer kanseri... biraz sonra büyük bir ameliyata girecek. morale ihtiyacı var, azıcık yüzün gülsün, külahları değişiriz sonra’ dedim... Bunu söylerken, içimden de ‘amma abarttın ha’ diye düşünmedim değil. Maksadım, hemşirenin ‘bunların derdi büyük’ deyip, geyik muhabbetimize taş koymamasıydı. Normal şartlarda bana ‘ne kanseri ayol, senin babanda alt tarafı huysuz bir tümör var. Alınacak bitecek. Sen de maşallah tümörden beter huysuzmuşsun. Allah’ından bul inşallah’ demesi gerekirdi. Ama kadın başını önüne eğdi. Ben o sırada babamın bütün dosyasını elinde tutan bir insanın bu tavrını anlayamadım. Oysa herşey ayan beyan ortadaydı...
Babam ameliyata alındıktan sonra olayın boyutları değişmeye başladı. İlk defa, ameliyatın dört saatten önce bitmeyeceğini öğrendim. Devamında lenflerin alınacağını söylediler... Beklerken dört saat çok büyük zaman... geçmek bilmiyor... bir demlik çay, on tane kahve içtik, gene de zamanı tüketemedik. Sonunda kardeşimle beraber ameliyathanenin kapısına gittik.
Sabahın alaca karanlığında yüzümüze kapanan kapılar, öğleden sonra açıldı. Babam çıktı... Saç, baş, yüz, göz darmadağın... görsen, kamyon çarpmış sanırsın. Her tarafından, klima tahliye borusu kıvamında, direnler çıkıyor. Direnlerin ucunda, biz küçükken annemin yoğurt mayaladığı bakraçın büyüklüğünde kovalar asılı... sondalar, serumlar, bilmezsin neler... Ben daha bu gördüklerimi hazmedemeden hoca geldi. Kardeşim hemen öne atıldı. Hoca ile bakıştılar. Hoca ‘sol alt yarıyı aldık’ dedi... Kerem o noktada kanlı yaşlarla ağlamaya başladı. Hoca anlatıyor, o ağlıyor... hoca anlatıyor, o ağlıyor... Dayanamadım, ben de başladım ağlamaya... arada sırada Kerem’e bakıyorum... O içini çekince bende içimi çekiyorum, o hıçkırınca ben de hıçkırıyorum.
Babamı yoğun bakıma götürdüler. Bizde tekrar kafeteryada bekleyenlerin yanına döndük. Annem heyecanla sordu ‘nasıl babanız’... dedim ki; ‘maalesef babamın kalemi kırılmış’... annem düştü bayıldı... Kerem bana döndü ‘nerden çıktı şimdi bu’ dedi.. Hoca ciğerin alt yarısını almış baksana... hem sen adamın dediklerini duyunca ağlamaya başladın, ben herşeyi o zaman anladım, dedim... Kerem şöyle bir baktı ‘anladın ama yanlış anladın, ben sevinçten ağlıyorum. Ciğerin alt yarısını almaları iyiye işaret. Eğer hepsini alsalardı o zaman ayvayı yemiştik’ dedi... Ben ne denli sazanlandığımı işte o saatte öğrendim.
Perşembe akşamı Esenboğa’da beklerken patoloji raporunun temiz çıktığı haberi geldi. Hoca’yı labarotuardan aramışlar, adamcağızda gecenin o vakti üşenmemiş, bizimkilere müjde vermek için hastaneye gelmiş. Kuzenim neticeyi duyunca, koşup hocanın boynuna sarılmış. Beni aradıklarında uçağın kapısındaydım. Ben de az kalsın hostesin boynuna sarılacaktım...
Yoğun bakım ile ilgili birkaç detay daha var. Yoğun bakımda babamın böbrek fonksiyonları bozuldu. Doktorlar koşturuyor... babam ‘su verin bana’ dedi... üç gündür su içirmediniz, ondan oldu... adamlar kabul etmedi. Damar yolu ile günde üç litre sıvı alıyorsunuz, dediler. Babam ısrar etti. Su içmeye başladı, akşamına böbrekler düzeldi.
Odaya geçtikten ve biz herşey bitti dedikten sonra, solunum merkezinde emboli oldu. Solunumu durdu. Makineye bağladılar. Aritmisi başladı... Satürasyon 80’lere indi... Enboli açılsın diye kan sulandırıcı verdikleri için iç kanama tehlikesi belirdi. Hoca 24 saat evine gitmedi... Ben bütün bunlar olup biterken, çok neşeliydim. Babamın durumu hakkında nemli gözlerle bilgi veren hoca’ya ‘olsun, kanser değil ya, bunlar nasıl olsa geçer’ dedim... Kardeşim’de bana ‘ doğru yerde ağlamayı bir türlü öğrenemedin, salak’ dedi...
Babam bugün daha iyi... Dün ilk kez tuvalet için yatağından kalkmayı başardı. Doktora göre ‘yoğun bakımdan çıktığı zaman yürümediği için enboli attı’... babama göre iç kanaması olmasın diye kanın yoğunluğunu çok artırdılar, o yüzden enboli attı...
Vallahi ne yalan söyleyim, ben babama inanıyorum. Başından beri haklı çıkan hep o oldu... bir akrabamız ‘oldu olacak ameliyatını da kendisi yapaymış’ demiş... bence olay sırt bölgesinde geçmese, belki o da olurdu...
Bir not daha... Babam ameliyata giderken anneme ’42 senelik hukukumuz var, bana birşey olursa, kendine dikkat et’ dedi... babamın ağzından bu sözleri, hem de insanların içinde aleni duymanın şoku annemi fevkalade sarstı. Sonra bize döndü; bu işler için ayırdığım para, sıfır bir mercedes parasıdır. Bu miktarı geçince, tedaviyi durdurun. Ömrüm boyunca Kerem ve Gülfem için topladıklarımı, bir hastalık uğruna saçamam, dedi... Bu da babamın bizi kendi hayatından daha fazla sevdiğini, bir kez daha hepimize gösterdi. Bir de mercedes, ailemizde artık ölçü birimi olarak da kullanılmaya başlandı...
Bugün geldiğimiz nokta itibari ile, başkaca birşey çıkmazsa, olay Mercedes’in tekerlek kapakları ve ön kaputu ile sınırlı kalmış görünüyor. Dilerim bir daha hayatımızda böyle şeyler olmaz... Ömrümüzün sona ereceği ana dek mutlu, huzurlu, sağlıklı yaşamak hepimize nasip olur...
Babamın kanseri vesilesi ile, içime ‘nasıl öldüğümüz, nasıl yaşadığımızdan önemlidir’ gibi bir his geldi ama, şimdilik bu mevzuyu deşmeyim, bırakalım zamanı gelince, başka bir yazının konusu olsun...
Hoşçakalın, kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın... Sağlıklı yaşadığınız her anın keyfine varın...
çok geçmiş olsun ablacım. hayat o kadar dangalak ki bazen böyle saçma sapan şekilde bıyık altından gülerek olaylar yaşatıyor kendisinin ne kadar değerli olduğunu göstermek için. zamanı geldiğinde bu günlerde yaşadıklarınızı hep beraber gülerek anlatırsınız inşallah.
YanıtlaSil