Geçen hafta benim sarı saçlı,
mavi gözlü, güzeller güzeli, minicik, nazecik, baldan tatlı, dünyalardan gıymatlı
kızım, ağlayarak geldi. Sebep?Kalbini kırmışlar. Dersanedeki arkadaşlarından
biri önce çıkma teklif etmiş, benim yavrum bu teklifi kabul ettikten birkaç gün
sonra da ‘ben seninle sadece Facebook’a yazmak için çıktım’ demiş... Bak, bak,
bak... sıpaya bak... ben ölümleri göze alıp doğurayım, büyütmek için saçımı
süpürge edeyim, sonra içinde, gelecekte kelimenin tam anlamı ile öküz olmak
potansiyelini barındıran bir sığır yavrusu çıksın gelsin, gözünün yaşını sel
gibi akıtsın... Olacak iş mi şimdi bu?
Deniz Ece içini çeke çeke ağlarken söyledikleri, kadın erkek ilişkilerinin bir özeti gibiydi: Anne ben önce onu sevmedim. Ama beni sevdiğini söyleyince, ona dikkat etmeye başladım ve sonra bende sevdim... Buyrun bakalım... tanıdık geldi mi? Hanımlar, elinizi vicdanınıza koyun. İçimizden kaçımız, aslında hiç aklında yokken, hiç tipi değilken, sadece adam kendisi ile ilgilendi, O’nu sevdi, güzel bulduğunu söyledi, diye o adamı hayatına sokmaya razı oldu? Evet, doğru... neredeyse hepimiz... şimdi böyle bakınca, o adamlara mı aşık olduk, adamların bize gösterdiğe ilgiye mi, sorusunu yanıtlamak istersek, %99 doğru cevap nedir? Adamların bize gösterdiği ilgiye aşık olduk... Bravo... Harbi ol, canımı ye...
Tamam kabul ediyorum, o sıpalak
da bir anne kuzusu... üstelik sadece dokuz yaşında... ama kızımı öyle salya
sümük ağlarken görünce içimden geçen tek duygu, git şu çocuğu bul, ağzını burnunu
kır, oldu.. Ne yalan söyleyim...
Arkadaşlarımdan birinin bu gibi
işler için bir önerisi var. Gerek kendi çocuklarımızı, gerek başkalarının
çocuklarını döverek, salon kadını, meslek sahibi, entellektüel, modern ve
kültürlü anne çizgimizden kaymamamız için, bu işe uygun bir adamı istihdam
etmemiz gerektiğini düşünüyor. Sahne şöyle; biz elimizde viski bardağımız, platin sarısı saçlarımız elmas küperlerimizi
ortaya çıkaracak şekilde ensemizde topuz yapılmış halde, diğer elimizde
ağızlığa takılmış sigaramız ile salonda bir Lale Belkıs ambiansı ile salınırken
bu adam gelir... Buyurun, beni emretmişsiniz hanfendi... O sırada konu anne,
yüzüne üç numara büyük gelen kirpiklerini kırpıştırarak hülyalı gözlerle
amaçsızca etrafa bakmaktadır. Çağırılan adamın salona girdiğini neden sonra
fark eder ve ağzını fevkalade büzerek ‘senden bir konuyu halletmeni istiyorum, Hayrullah’ der... Orçun gene bana bir
saygısızlık yaptı... Konken partimizin gürültüsünden rahatsız olmuş, ders
çalışamıyormuş. Bütün sosyetenin önünde geldi, müziğin sesini kapattı... Beni
rezil etti.. O sırada Orçun, salonun bir
köşesinden mahçup mahçup annesine bakmaktadır. Anne, salona çağırdığı çam
yarmasına döner ve ‘Hayrullah’ der.. kır ağzını... böylece çocuk bir temiz dayak
yer. Anne elini bu işle kirletmez, sahne Orçun’un, büyüdüğünde psikolojik sorunların dibine
vurmuş dangalak bir yetişkin olmasını garanti ederek biter.
Geçen hafta, şayet emrimde böyle
adanmış bir adam olsaydı, el kadar sabinin üstüne salıp ‘Hayruş, kır ağzını’
dememe ramak kalmıştı. Boşuna ‘allah bilir kulunu giydirir çulunu’ dememişler.
O eski Türk Filmlerindeki Lale Belkıs karakteri kadar zengin olsaydım, böyle
münasebetsiz birşeyi kesin yapardım. Şimdi sakin sakin düşünüyorum da, evlerden
ırak, allah muhafaza... iyiki o kadar param yokmuş, diye şükredesim geliyor.
Şimdi Lale Belkıs’ı anınca, bu
kadıncağızın oynadığı rollerin bende canlandırdığı hisler, yeniden su yüzüne
çıktı. Okuyucular arasında gençlerin de olabileceği ihtimalini göz önüne
alarak, küçük bir açıklama yapmak gerekebilir. Lale Belkıs, Türk filmlerinde
her daim yukarıda anlattığım şekil bir kötü kadını oynardı. Bu kadın, filmdeki
esas oğlanı elde edebilmek için akla hayale gelmedik yollara başvurur, kısa bir
süreliğini de olsa, esas oğlanın gerçek aşkı olan vefakar ve cefakar Türk
anasını alt eder, aklı kıçına kaçmış jönümüz, bir kazada yaralanıp kendisine
beyin nakli yapılana kadar, Lale Belkıs cinselliğinin bütün hünerlerini
sergileyerek iktidarı ele geçirir, bu sırada da iyi kadının çocuklarına
etmediği kötülüğü bırakmazdı. Filmi izleyenler her ne hikmetse, şehvetten gözü
dönmüş bir halde bu kadının sözünü dinleyen
adamı suçlamaz, durmadan kötü kadını suçlarlardı.O filmlerin seyredildiği
yıllarda, ben galiba 10 yaşlarında falandım.
Annemin dizinin dibine oturur, onunla beraber ağlardım. O filmler yüzünden, büyüyünce üvey
anne olmak istediğim zamanlar oldu. Üvey anne olup, hiç değilse, o bahtsız
çocuklardan bir kaçını kurtardığımı hayal ederdim. Bu filmler bizim kuşağımızın
aşka, sevdaya, cinselliğe bakışını kökten değiştirdiler. O fimler ile büyüyen
kuşak bir daha iflah etmedi. Ama o konuya buradan girmeyim. Zaten olayı
dağıttım, tekrar kızımın aşkına döneyim, toparlayım...
Deniz Ece içini çeke çeke ağlarken söyledikleri, kadın erkek ilişkilerinin bir özeti gibiydi: Anne ben önce onu sevmedim. Ama beni sevdiğini söyleyince, ona dikkat etmeye başladım ve sonra bende sevdim... Buyrun bakalım... tanıdık geldi mi? Hanımlar, elinizi vicdanınıza koyun. İçimizden kaçımız, aslında hiç aklında yokken, hiç tipi değilken, sadece adam kendisi ile ilgilendi, O’nu sevdi, güzel bulduğunu söyledi, diye o adamı hayatına sokmaya razı oldu? Evet, doğru... neredeyse hepimiz... şimdi böyle bakınca, o adamlara mı aşık olduk, adamların bize gösterdiğe ilgiye mi, sorusunu yanıtlamak istersek, %99 doğru cevap nedir? Adamların bize gösterdiği ilgiye aşık olduk... Bravo... Harbi ol, canımı ye...
Peki Deniz ilgisine karşılık
verince, kızımı O’nu sevdiğine inandıran yer cücesi ne yapmış? Türünün diğer
örneklerinin yaptığını... dönmüş arkasını gitmiş... O’nun görevi de buraya kadar demek ki. Bir
ilgi uyandırdı, sevdiğine inandırdı, ilgisine karşılık alınca da, döndü
arkasını gitti. Peki neden? İşte olayın bu bölümü bilinmiyor. Yüzyıllardır
üzerinde binlerce şiir, roman yazıldı, filmler yapıldı, şarkılar bestelendi.
Ama hiç kimse, net bir fikre sahip olamadı. Bazıları bu girdaptan çıkabilmek
için ‘aman, neyse ne’ dedi ve evlendi. Bir kısmı derviş, ermiş, gönül adamı oldu, allah
sevgisi yoluna girdi. Temelde herkes bir takım acılar çekti ama kadının
ilgisini elde ettikten sonra, kadın onu sevip, bağlandıktan ve önüne dünyaları
sermeye razı olduktan sonra, adamın dönüp arkasını gitmesini kimse
açıklayamadı. Kendisini seven kadını neden yerden yere vurduğunu, herşeyi en
güzel anında neden berbat ettiğini, tıbbın kaydettiği bütün ilerlemelere rağmen,
halen bilen yok.
Bir arkadaşımın oğlu var. Birgün
kızlar hakkında konuşurken annesine ‘eğer o kızla ilgilenmesem, tekme atar
mıydım hiç’ demiş.. Arkadaşım diyor ki, hayatımdaki erkeklerin yaptığı herşeyi
o anda affettim. Elimizdeki mal bu.
Yapacak birşey yok...
Şimdi böyle deyince, erkekler
öyle de, kadınlar çok şahane gibi bir şey söylediğim sanılmasın. Bizde az
arızalı değiliz. Bir kere nerde var nerde yok, nevrotik adamları, ruh hastalarını,
ipe sapa gelmezleri bulur, çıkarır, başımıza taç ederiz. Neden? Onların gösterdiği
ilgi daha renklidir de o yüzden... O adamlar, aklı başında insanların
yapmayacağı pek çok şeyi yaparlar. Çevrelerine nedense bir ışık saçarlar... Ve
bu da bizi ışığa uçan pervaneler gibi çeker... Sonuç; en iyi ihtimalle
kanatlarımız yanar.
O gece Deniz Ece benimle birlikte
uyudu... allah’tan bu yaşta aşk yaraları, dizlerde açılan yaralar gibi kolay
kapanıyor. Sabah olup uyandığında okula gitmeye, yaşamaya, yeniden aşık olmaya
hazırdı.
Konu, her zaman olduğu gibi, ucu bana dayanan bir olayla kapandı. Sabah servise binecekken son anda
döndü ‘anne sen hiç terk edildin mi’ diye sordu... Şimdi evladımı teselli
edicem ya... Ohooo, hiç terk edilmeden
olur mu, dedim. Sürüsüne bereket terk edildim... Ama üniversitede sadece babamla çıktıysan nasıl
sürüsüne bereket terkedildin, dedi... Servis hostesi abla, o sırada delici
bakışları ile beni süzmekteydi. Ah be
evladım... bir rezil olmadığımız şu kadın kalmıştı... Hadi çocuğum, allah zihin
açıklığı versin, akşama konuşucaz biz seninle...
İzmir Büyücüleri, diye bir kitap
vardır. Dün gece üşenmedim, kitaplıktan buldum, çıkardım. Bir yerde, annesi
kızına der ki; ne yaparsan yap, asla aşık olduğun bir adam ile evlenme... Çağımızın
evliliği demode kabul eden anlayışına uyarsak, bu sözü şöyle değiştirebiliriz:
ne yaparsan yap, asla aşık olduğun adamla beraber olma... Çünkü işin içine aşk
girerse süreçleri yönetemezsin. Rüzgarın önündeki yaprak gibi sürüklenir
gidersin. Ama aşk yoksa... o zaman olayları sen yönetirsin. Çekersin,
sürüklersin, sündürürsün, ezersin, büzersin... kısacası eğlenirsin...
Bu bağlamda Kanuni ile Hürrem’in
aşkına bakıp iç çekenlere şunu söylemek isterim... Kadının el üstünde tutulduğu
bir ilişkide, muhakkak aşk vardır. Ancak aşık olan kesinlikle kadın değildir.
Hepinize, aşık olduğunuz
adamların sizi beğenmediği, size aşık olanları da sizin beğenmediğiniz günler
dilerim...
Bilmem ne demek istediğimi
anlatabildim mi?...
Yorumlar
Yorum Gönder