Dün gece Mar Mimarlık’ın
mimarları toplandık, bu yılın bitişini kutlamak, gelen yıla merhaba demek ama
en çok da bu bahane ile yiyip, içip, kurtlarımızı dökmek için bir restorana
gittik. Gerçi tüm Mar Mimarlık demeyelim. İnsan içine karışmaktan zerrece haz
etmeyen sevgili ortağım, her zaman olduğu gibi, bu seferde bize katılmadı.
Rezervasyon yapılan restoran,
ofise beş dakikalık mesafede... Bağdat Caddesi’nde oturmanın faydaları işte...
Nihal’e program 8’de başlıyor demişler. Biz her zamanki görev adamı halimiz ile
7.30’da tam tekmil bize ayrılan masaya kurulmuştuk. Sanırsın, toplantıya
gidiyoruz. Oturduğumuz masanın üzerinde büyük, taşlı bir avize var.... Salon,
göz alabildiğine masa... Her şey bir ışık seli içinde yüzüyor. Ve üzerinize
afiyet bizden başka kimsecikler yok. Paltomu vestiyere verirken, bu masalar hep
dolacak mı, diye sordum. Vestiyerdeki kız, bana bi bakış baktı, sustum...
Saat sekiz olduğunda, salonda
umumi manzara; bizim masada 12 kadın, yanımızdaki masada 112 erkek şeklindeydi.
İnsanın içinden allah’ım biz ne halt ettik, nerelere geldik, diye geçiyor, ister istemez... Ben bir ara
Osman’ı arasam, ‘sevgili ortağım, lütfen
gel, başımızda bir erkek bulunsun’ desem mi diye bile düşündüm... netice
itibari ile bu tarz yerlere alışık değiliz. Böyle mekanların nasıl
tanımlandığını bile bilmiyorum. Baksanıza restoran, dedim. Oysa burası sazlı
sözlü, kapısında body-guard’ların beklediği bir yer... gece klübü mü demek
lazım acaba... Aman ne biliyim, neyse ne...
Yanımızdaki masaya habire habire
erkekler gelip oturdukça, bu muhterem zevatın ne işle iştigal ettiği hakkında
kendi içimizde istişareye başladık. Olsa olsa inşaatçıdır, bunlar dedik.
Neticede biz bu kadar erkeği ancak şantiyede bir arada görüyoruz. Ayrıca
adamların bir kısmında, şantiyecilerde adet olan bir kendini salmışlık, bir kot
pantolon, modası geçmiş gömlek, üstüne
eprimiş bir mont ve üç günlük sakal havası olması da, tezimizi güçlendiriyor. Takım
elbiseli, derli toplu olanlarda merkez ofisten geliyordur, derken aklımıza
geçen sene davet edildiğimiz iftar yemeklerinden biri geldi. İftarı veren anlı şanlı bir inşaat
firmasıydı, bizde patron tarafından bizzat davet edildiğimiz için, kurum kurum
kurularak gitmiştik. Ama bu davet, ayrı bir bölümde oturtulup, farklı bir
servis alsak da, etrafımızı saran inşaatçı erkek kalabalığının bize kendi
elleri ile açık meyve suyu büfesinden ‘sex on the beach’ kokteyli hazırlamasına
engel olmamıştı. Yemek iftar yemeği,
fonda ilahiler çalıyor, karşımızda minareler, ezanlar okunuyor. Seksen sene düşünsem, aklıma böyle bir şey
yapmak gelmez. Ama erkek milleti, doğaya her daim biz kadınlardan daha yakın
duruyor, demek ki... Temel dürtüler, allah kitap, ezan, iftar falan dinlemiyor.
Biz zaman zaman başımıza gelen bu
absürdlükleri yad edip, gülerken, salon neredeyse doldu. 112 erkekten oluşan
masaya 112 tane de kadın geldi, oturdu. Bizim içimiz rahatladı. Haydi kızlar,
şerefe, en kötü günümüz böyle olsun, derken... kapıda O belirdi... Üzerinde gri
bir takım elbise, içinde açık, uçuk mavi renkli gömleği, şık kravatı ve
karizmatik duruşu ile Chiristian Grey.... 112 kadın ve 112 erkeğin hepsi birden
ayağa kalktı. Ve bizde bu hoş görünümlü adamın, bu şirketin patronu, CEO’su
veya genel müdürü gibi birşeysi olduğunu derekap anladık... Chiristian Grey,
her hali ve tavrı ile, gerçek bir Chiristian Grey kişisi olduğunu kanıtlamaya
devam ede dursun, bir adam daha geldi. Masa tekrar ayaklandı. Ama bu adama
gösterilen saygının dozu, öbüründen bir çıt daha aşağıda... Bu yüzden bizde
yeni gelenin vice president olduğuna hükmettik...
Chiristian Grey, merhabalaşma,
şerefe kadeh kaldırma, hal hatır sorma fasıllarını geçtikten sonra, ortadan
kayboldu. Aaa bak gitti, hay allah, yakışıklı adamdı be... şurada dursa
gözümüz, gönlümüz açılırdı hiç değilse, derken geri döndü. Takım elbise
çıkarılmış, bir kot pantalon ve üzerine siyah şal yakalı kazak giyilmiş, kollar
ise dirseklere kadar sıvanmış... Masamızın önünden yüzüne çok yakışan bir
gülümseme ile gözümüzün içine bakarak geçtiğinde, iş kartının üzerine cep
telefonu numarasını yazıp, beğendiği kadının cebine atan adamlardan
bahsediyorduk. Ben istemsizce sustum. Ben susunca, bizim masa da sustu... Şimdi
personel sayımız öyle 244’lerde olmayabilir ama, bizimde kendimize göre bir
karizmamız var. O patronsa, bende patronum...
Kızlarda ister istemez benimle birlikte dönüp Chiristian’a baktılar. Bu
bakış, kendisinin gözlerinden kaçmadı ve masamız o dakikadan sonra, şahsi
ilgisine mazhar olmaya başladı.
Diyeceksiniz ki, ne var... Valla
bende bilmiyorum ne olduğunu... Ama bir erkeğin kendine spor kıyafeti yakıştırmasını
beğeniyorum. Gaye Samsunlu mesela, kot ve kazağı beğenmedi. Zevk meselesi... Ancak
sohbetin devamından anladığım kadarı ile, sıvanmış kollar konusunda yalnız
değilim.İlaveten kol düğmeleri konusunda da kadınlar arasında bir konsessus
var. Şık bir saat takan ve kol düğmeli gömlek giyen adamların etkileyici olduğu
konusunda hepimiz hem fikiriz. Hatta bir proje toplantısında, kol düğmelerini
çıkarıp, ardından kollarını sıvayan şık saatli bir adam yüzünden, hangi
toplantıya geldiğimizi şaşırmışlığımız da olmuştu ama, bu şimdilik bir kenarda
kalsın, başka yazıda irdeleyelim.
Yemeğin devamında hoplayıp
zıplamalı müzikler çalmaya başladı. Bütün salon ayağa kalktı. Bir sonraki
maaşlardan %10 keseceğimi söyleyince, bizimkilerde kalktılar. Hep birlikte iyice
döktürdük... ben zaten 26 gündür oturuyordum, acısını bir güzel çıkardım.
Diyeceksiniz ki, o sırada
Chiristian Grey’e ne oldu? Kendi şirketlerinde ne kadar hatun varsa, dansa
kaldırdı. Bizim masayı göz hapsinde tutarak hepsi ile dans etti. Şimdi kabul
edelim, adamın o hanımları dansa kaldırışı, çevirmesi, sarılması, o sıvalı
kollarından birini kadınların belinden yukarı doğru uzatarak, sırtlarını elinin
içi ile kavrayarak kendine çekmesi ve öylece tutması, gören herkesi çok
etkiledi. Hatta bizim kızlardan biri, ben bunun için kocamı boşarım, bile dedi... Bu noktada Gaye Akçin, olaya
müdahale etti. Böyle adamlar için koca falan boşanmaz, aklınızı başınıza
devşirin... Kendisi, kocasına sevgisi ve evliliğine bağlılığı ile göz dolduran
bir arkadaşımızdır. Böyle durumlarda ahlak, gelenek ve aile değerlerine bağlı
tavrı ile sağduyuyu temsil eder...
Biz kendi aramızda bu geyikleri
çevirip yerken, sittin sene düşünsek aklımıza gelmeyecek birşey oldu. Kısa bir
süreliğine yerine oturmuş olan Chiristian Grey, yerinden kalktı, ağır adımlarla
bize doğru ilerledi. Yüzünde kendisine çok yakışan gülümsemesi ile uzanıp elimi
sıkıca tuttu. Bir an gözgöze geldik. Parmaklarımı parmaklarının arasına
sıkıştırdı ve tek bir söz etmeden, ne bir rica, ne bir soru sormadan beni
kendine doğru çekti. Bu hareketi başkası yapsa, herhalde kızardım.
Ama nedense o an içimden kızmak gelmedi. Chiristian’ın, amerikan filmlerinin
çadır düğünleri tarzında dekore edilmiş, devasa avizeli bu restoranda, kendinden
bu kadar emin, benimle bu şekilde dans etmek istemesi, gözüme nedense olağan
göründü... Sanıyorum bu duruma halk arasında ‘dumur’ deniyor... Olayın devamında
Chiristian beni beni neredeyse sert bir hareketle dans pistinin ortasına doğru
sürükledi, boşta kalan diğer elini belime koydu, beni kendi etrafımda yarım tur
döndürdü ve parmaklarının arasına haps ettiği parmaklarımı götürdü, vice president dediğimiz adamın eline
tutuşturdu... Allah’ım 43 senedir bu dünyadayım. Başıma bundan daha abuk bir
şey geldiyse ne olayım... Ben bu değiş tokuştan bir an şaşaladım. Sonra nazik
bir hareketle elimi vice presidentten kurtardım, en yakındaki kadını kurban
seçip adama yamadım ve yaşanılan sahnenin olağanüstü başlangıcının heyecanı ile
yerinden fırlamış olan Gaye Akçin’in yanına döndüm...
İlk heyecanımız geçtikten sonra,
herkesi bir gülme tuttu. Kızlar, Gülfem Hanım, kısmetin nereden geleceği belli
olmaz, diyerek benimle epey bir dalga geçtiler. Bense gecenin devamını
masamızın önünden ayrılmayan vice president’ın bana erişemeyeceği bir kol
mesafesinde durmaya dikkat ederek geçirdim.
Derken gece bitti.. Kızlar birer
birer vedalaşıp ayrıldılar. Bizde son bir sigara için dışarı çıktık. Başımıza
nedense hiç bir zaman normal bir olay gelmemesi geleneğinin bu gecede de bozulmamış
olmasının haklı gururu ile sigaralarımızı yaktık. O sırada aklımıza birşey
geldi... Hani cep telefonlarının numaralarını yazıp kadınların cebine koyan
erkeklerin yaptığını kadınlarda yapsa ne olur, diye konuşmuştuk ya... Denesek,
dedik.. Gaye Samsunlu, derhal cebinden bir kağıt kalem çıkardı, yazdı...sonra kağıdı
dörde katladı, bana verdi... ben kızlardan
bir kaç adım ayrıldım ve bize doğru kendinden emin adımlar ve ısrarcı bakışlar
ile yaklaşan vice president’ın önünde durup, kağıdı ceketinin cebine koydum...
Adamın gözleri bir an karanlık bir ışıkla yandı... Elinin baş parmağını bana
doğru kaldırarak bir tamam işareti yaptı. Sonra avından istediği parçayı koparan
vahşi hayvanların yaptığı gibi, kağıdı okumak için ıssız bir köşeye çekildi...
Biz o sırada restoranın kapısına
varmıştık. Önümüze gelen ilk taksiye atladık ve ofise, arabalarımızın bizi
beklediği otoparka döndük...
Kağıtta ne mi yazıyordu... 'Deneme, deneme, deneme' yazıyordu... Sonuçta böyle bir şeyi denemiştik... Bundan başka ne yazmamızı bekliyordunuz ki...
Yorumlar
Yorum Gönder