Ana içeriğe atla

Aşk Bir Nedir?

Aşık Veysel’e sormuşlar, ‘aşk nedir’ diye… ‘Seversin, kavuşamazsın, adı aşk olur’ demiş…

Alın işte, altı üstü beş kelime… Yüzlerce yıldır, binlerce sayfada anlatılmaya çalışılıp, yine de anlatılamayanı, Aşık Veysel formül kıvamına indirmiş;

Sevdim + Kavuşamadım = Aşk

Hikmetli sözler sade oluyor anladığım kadarı ile. Bak Einstein’a…. O’da E=mc² demiş, konuyu kapatmıştı.

Olay budur. Öyle üzerinde derin derin düşünmeye, felsefenin çapraşık yollarında akıl sağlığını yitirmeye falan gerek yoktur. Kütle ile ışık hızının karesini çarparsan enerji, sevip de kavuşamazsan, aşk olur…

14 Şubat geyiğine kafayı takıp, ben yalnızım, diye evde başının etini yiyenler varsa, onlara buradan sesleniyorum; yemesinler… Yukarıda da açıklamaya çalıştığımız formül gereği,  hiçbirimiz aşkımız ile birlikte değiliz… Sevdiklerimiz var yanımızda… Ama aşk… O her daim başkasının yanında…

Hadi asmayın suratınızı artık. Çıkın dışarı, bir yerlerde bir şeyler için. ‘Fifty Shades of Grey’ gösterime girdi, gidin o’nu seyredin… Baş başa mum ışığında yemek yiyenlere de çok takılmayın. Oradaki her şeyin, bir göz yanılması olduğunu hatırınızdan çıkarmayın… Bana da dua edin; konjüktürden faydalanıp, rayting uğruna duygularınızı ayaklandıran ve gerçekleri söylemekten imtina eden biri değilim çünkü…

Allah’tan doğruları söyleyen başkaları da var. Misal Candan Erçetin…

Sevdim, sevilmedim, seveni sevemedim…
Canımdan böyle bezdim aman… diyor.

Kabiliyetim olsa, bu iki dize üzerine kitap yazarım, diycem ama, demiyorum. Çünkü yazsan ne, yazmasan ne… Eninde sonunda dönüp dolaşıp, Aşık Veysel’in dediğine gelmeyecek miyiz?

Konu hakkında bir üst kur’a devam etmek isteyenler, sinemadan gelince Sertap Erener’in ‘Ayrılık ve Biz’ şarkısının akustik versiyonunu dinlesinler...

Her gece yatağıma fikrinle girip,
Beni seven bu adamı belki yok edip,
Dönüyorum yine sana uykularımda,
Senle yaşıyorum…

Bilirim gölgem senin evinde hala,
Yazık değil mi sana tapan o kadına,
Ne canlar yakıyoruz hiç istemeden,
Ne ahlar alıyoruz…

Başka hikâyeler de oyunlar oynuyoruz,
Kazanmıyoruz üstelik, hep kaybediyoruz…

Hepimizin sevgililer günü kutlu olsun, dostlar…


(İstanbul’da, ikibinonbeş senesinin Şubat ayı’nın ondördüncü gününde, öğlen ofiste, çocukların dersaneden gelmelerini beklerken yazıldı…)




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı