Ana içeriğe atla

14 Şubat Kapuskası



Annemler bu hafta sonu bize geleceklerdi ama gelmediler. Öğleden sonra aradım. Aklım sıra ‘Neden gelmediniz, önümüzdeki hafta gelecek misiniz, gelecekseniz ne zaman geleceksiniz veya geçtiğimiz üç hafta sonu boyunca bize gelmekten son anda vazgeçmenizin arkasında ne gibi bir delilik var, teşhis konuldu mu, doktorlar olayı aydınlatabildi mi, diye sorucam.

Girizgah niyetine 'Naber anne, nasılsınız' dedim… 'Hiç valla bizde sevgililer günü kutlamasından şimdi geldik' dedi. Bizim ailede özel gün kutlama geleneği yoktur. O yüzden merak ettim. 'Hayırdır, nereye gittiniz, ne yaptınız' diye sordum. Annem anlattı, bende size anlatayım…

Sabah kahvaltıda babam ‘Seni nereye istersen götürücem, ne istersen yediricem, bütün vaktimi sana ayırıyorum’ demiş anneme… Annem ilkten sevgililer gününü hatırlayamadığı için, bu teklif pek bir garibine gitmiş. Sevgililer gününü hatırlayınca daha da garibine gitmiş. Kırk yedi senedir ilk defa böyle bir şey duyduğu için ‘Adama bir haller oldu, üstüme iyilik sağlık, diye geçirmiş içinden. Bir taraftan da ‘Lafa bak, bütün vaktini bana ayırmışmış. Sanki başbakanla randevusu vardı’ diye düşünüyormuş. Ama babama alay kipinde cümle kurulamadığı için, bunu telefonda sadece bana söyledi.

Kahvaltı sofrasını toparladıktan sonra, kalkmışlar giyinmişler. Arabaya binip Ankara sokaklarında dolaşmaya çıkmışlar. Bir miktar o yan bu yan gezdikten sonra, yolları hiper marketlerden birinin önüne düşmüş… Marketin cephesinde boydan boya ‘Büyük Ucuzluk’ afişi asılıymış. Babam ‘Hazır gelmişken eve bir şeyler alalım’ demiş. Arabayı otoparka park edip, markete girmişler. Reyonları dolaşırken, manav tezgahında ki lahanaları görmüşler. Babam ‘Canım bi kapuska çekti ki’ demiş. Böylece alışveriş arabasına bir tane de lahana eklemişler.

Alışverişleri bitip, paketleri yüklenip marketten çıkacakları sırada, babam ‘Bak şurada simit sarayı var. Gidip birer çay içelim’ demiş. Annem de ‘Lahanalarla gitmeyelim, elimizdekileri bagaja koyalım da öyle oturalım’ demiş. Otoparkın bir ucundaki arabaya kadar yürümüşler. Poşetleri bagaja yerleştirmişler. Babam ‘Nes (Neslihan’ın kısaltılmışı, babamın anneme hitap şekli) ben çok yoruldum, eve gidelim mi’ diye sormuş. Annem de ‘Gidelim madem, ne yapalım’ demiş. Eve gelmişler, kapuskayı pişirmişler, yemişler. Ben aradığımda çay içiyorlardı.

Annem bunları anlatınca, aklıma kendi Sevgililer Günü kutlamalarım geldi. Daha doğrusu gelmedi. Ne kadar düşünürsem düşüneyim, geçen sene Gaye ile birlikte yediğimiz yemekten başka bir etkinlik hatırlayamadım. O yemekte yanlışlıkla yenmişti zaten. Bizim asıl muradımız sinemaydı. Fakat film ‘Fifty Shades of Grey’ olunca, yoğunluktan istediğimiz seansa bilet bulamamıştık. Vakit geçsin diye mecburen yakındaki bir restorana girdik. Garsonlar bizi lezbiyen bir çift sanıp, masamıza gül getirdiler. Ömrüm boyunca tek sevgililer günü gülümü de böylece almış oldum.

Annem bana kapuskalı sevgililer günü programını anlatırken, arkadan babamın sesi geliyordu ‘Tamam yahu, akşam gidicez. Yemek de yiycez, gezicez de…’ Annem ‘Amcana kapuska götürücez’ dedi. Meğer amcam da ne zamandır ‘Bir kapuska olsa da yesek’ dermiş. Şimdi ben annemi babamı az buçuk tanıyorsam, amcamı yalnız bırakmazlar, bir yere gideceklerse muhakkak onu da alır giderler. Amcamın gözü dışarı çıkmayı kesmezse, oturur hep birlikte kapuska yerler…

Sevgililer Günü kutlaması da esasen böyle olmalı belki… Akşam kapın ansızın çalmalı. Bir arkadaşın, bir dostun, kardeşin, kaç zamandır hasretini çektiğin bir yemekle içeri girmeli…

Tabii ben bunları düşüne düşüne ilk paragrafta sormayı tasarladığım hiçbir soruyu soramadan telefonu kapattım. Anlaşılan önümüzdeki hafta, dördüncü kez hazırlanıp annemleri beklemekle geçecek. Belki gelirler, belki gelmezler… Artık orasını Allah bilir…

Bunları yazarken, gözüm televizyona takıldı. Sevgililer Günü münasebeti ile Bodyguard’ı veriyor Digitürk… Filmin son sahnesinde, yemek yiyen topluluk için dua eden din adamının söyledikleri kalbime işliyor;

‘İçinden geçtiğimiz bu ölüm vadisindeki yürüyüşümüzde, Tanrı hepimizi korusun’ diyor Peder…

Tanrı ölüm vadisindeki bu yürüyüşümüzde bizi hem belalardan hem de sevgisiz kalmaktan korusun…

Amin…

(İstanbul’da, ikibinonaltı senesinin şubat ayı’nın ondördüncü günü, evde, televizyonun karşısında pineklerken yazıldı…)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı