Annemler bu hafta sonu bize geleceklerdi ama gelmediler. Öğleden sonra aradım. Aklım sıra ‘Neden gelmediniz, önümüzdeki hafta gelecek misiniz, gelecekseniz
ne zaman geleceksiniz veya geçtiğimiz üç hafta sonu boyunca bize gelmekten son anda vazgeçmenizin arkasında ne gibi bir delilik var, teşhis konuldu mu,
doktorlar olayı aydınlatabildi mi, diye sorucam.
Girizgah niyetine 'Naber anne, nasılsınız' dedim… 'Hiç valla bizde sevgililer günü
kutlamasından şimdi geldik' dedi. Bizim ailede özel gün kutlama geleneği
yoktur. O yüzden merak ettim. 'Hayırdır, nereye gittiniz, ne yaptınız' diye sordum.
Annem anlattı, bende size anlatayım…
Sabah kahvaltıda babam ‘Seni nereye istersen götürücem, ne istersen
yediricem, bütün vaktimi sana ayırıyorum’ demiş
anneme… Annem ilkten sevgililer gününü hatırlayamadığı için, bu teklif pek bir
garibine gitmiş. Sevgililer gününü hatırlayınca daha da garibine gitmiş. Kırk yedi
senedir ilk defa böyle bir şey duyduğu için ‘Adama bir haller oldu,
üstüme iyilik sağlık, diye geçirmiş içinden. Bir taraftan da ‘Lafa bak, bütün vaktini bana ayırmışmış. Sanki başbakanla randevusu vardı’ diye düşünüyormuş. Ama babama alay
kipinde cümle kurulamadığı için, bunu telefonda sadece bana söyledi.
Kahvaltı sofrasını toparladıktan sonra, kalkmışlar giyinmişler. Arabaya
binip Ankara sokaklarında dolaşmaya çıkmışlar. Bir miktar o yan bu yan
gezdikten sonra, yolları hiper marketlerden birinin önüne düşmüş…
Marketin cephesinde boydan boya ‘Büyük Ucuzluk’ afişi asılıymış. Babam ‘Hazır
gelmişken eve bir şeyler alalım’ demiş. Arabayı otoparka park edip, markete
girmişler. Reyonları dolaşırken, manav tezgahında ki lahanaları görmüşler.
Babam ‘Canım bi kapuska çekti ki’ demiş. Böylece alışveriş arabasına bir tane
de lahana eklemişler.
Alışverişleri bitip, paketleri yüklenip marketten çıkacakları sırada, babam
‘Bak şurada simit sarayı var. Gidip birer çay içelim’ demiş. Annem de
‘Lahanalarla gitmeyelim, elimizdekileri bagaja koyalım da öyle oturalım’ demiş.
Otoparkın bir ucundaki arabaya kadar yürümüşler. Poşetleri bagaja yerleştirmişler.
Babam ‘Nes (Neslihan’ın kısaltılmışı, babamın anneme hitap şekli) ben çok
yoruldum, eve gidelim mi’ diye sormuş. Annem de ‘Gidelim madem, ne yapalım’
demiş. Eve gelmişler, kapuskayı pişirmişler, yemişler. Ben aradığımda çay
içiyorlardı.
Annem bunları anlatınca, aklıma kendi Sevgililer Günü kutlamalarım geldi.
Daha doğrusu gelmedi. Ne kadar düşünürsem düşüneyim, geçen sene Gaye ile birlikte
yediğimiz yemekten başka bir etkinlik hatırlayamadım. O yemekte yanlışlıkla
yenmişti zaten. Bizim asıl muradımız sinemaydı. Fakat film ‘Fifty Shades of
Grey’ olunca, yoğunluktan istediğimiz seansa bilet bulamamıştık. Vakit geçsin diye mecburen
yakındaki bir restorana girdik. Garsonlar bizi lezbiyen bir çift sanıp,
masamıza gül getirdiler. Ömrüm boyunca tek sevgililer günü gülümü de böylece
almış oldum.
Annem bana kapuskalı sevgililer günü programını anlatırken, arkadan
babamın sesi geliyordu ‘Tamam yahu, akşam gidicez. Yemek de yiycez, gezicez
de…’ Annem ‘Amcana kapuska götürücez’ dedi. Meğer amcam da ne zamandır ‘Bir
kapuska olsa da yesek’ dermiş. Şimdi ben annemi babamı az buçuk tanıyorsam,
amcamı yalnız bırakmazlar, bir yere gideceklerse muhakkak onu da alır giderler.
Amcamın gözü dışarı çıkmayı kesmezse, oturur hep birlikte kapuska yerler…
Sevgililer Günü kutlaması da esasen böyle olmalı belki… Akşam kapın ansızın
çalmalı. Bir arkadaşın, bir dostun, kardeşin, kaç zamandır hasretini çektiğin
bir yemekle içeri girmeli…
Tabii ben bunları düşüne düşüne ilk paragrafta sormayı tasarladığım hiçbir
soruyu soramadan telefonu kapattım. Anlaşılan önümüzdeki hafta, dördüncü kez hazırlanıp annemleri beklemekle geçecek. Belki gelirler, belki gelmezler… Artık
orasını Allah bilir…
Bunları yazarken, gözüm televizyona takıldı. Sevgililer Günü münasebeti ile
Bodyguard’ı veriyor Digitürk… Filmin son sahnesinde, yemek yiyen topluluk için
dua eden din adamının söyledikleri kalbime işliyor;
‘İçinden geçtiğimiz bu ölüm vadisindeki yürüyüşümüzde, Tanrı hepimizi
korusun’ diyor Peder…
Tanrı ölüm vadisindeki bu yürüyüşümüzde bizi hem belalardan hem de sevgisiz
kalmaktan korusun…
Amin…
(İstanbul’da, ikibinonaltı senesinin şubat ayı’nın ondördüncü günü, evde,
televizyonun karşısında pineklerken yazıldı…)
Yorumlar
Yorum Gönder