Mimarsanız, başınıza iki şeyin gelmesi kaçınılmazdır. Ne
yaparsanız yapın, günün birinde biri çıkar ve size ‘iç mimar mı, dış mimar mı’
diye sorar. Ve kim olursanız olun, günün birinde teslim sonrası hizmetler
başınıza kalır.
Gençken mimarlığın içinden mi, dışından mı olduğumu anlatmak
için ciddi çabalar sarf ettiğim doğrudur.
'Bak güzel kardeşim, senin dediğin
tercüme hatası. Architecture var, interior design var. Interior architecture
var mı, yok. Hem mimar dediğinin içi dışı bir olur.'
Sonra baktım olmuyor,
saldım. Şimdilerde soranlara ‘dış mimarım anasını satayım’ deyip geçiyorum.
Kaçınılmaz iki durumdan birincisi ile yaşımın getirdiği
ermişlik ile baş etmeyi başarsam da, ahir ömrümde teslim sonrası hizmetlere
düşmekten kendimi koruyamadım. Teslim sonrası hizmetler, adı üzerinde, bir
mimari projenin inşa edilip kullanıcılarına teslim edilmesinden sonraki
hizmetleri kapsar. Proje onayı, malzeme seçimi, renk seçimi, inşaat süreci gibi bir yığın
sıkıntılı aşamadan geçtikten sonra, gerçeğe dönüşen binası ile yüz yüze gelen
kullanıcıların hayallerindeki resmin, projenin gerçekleri ile uyuşmadığı
noktalarının giderilmesine, mesleki jargonda 'Teslim sonrası hizmetler' denilmektedir. Mimarlar tarafından sevk ve idare edilse de yapılan işlerin
genellikle mimarlıkla alakası yoktur. Teslim sonrası hizmetler özünde
psikolojik bir operasyon, bir algı yönetimidir. Diyeceksiniz ki nereden belli?
Hemen söyleyeyim; şantiyeyi sık sık ziyaret eden, inşaat sürecinin bir parçası
olan mülk sahiplerine yapılan teslimler acısızdır. Geçici kabulden kesin kabule
giden yol bir çırpıda yürünür. Ama temel atma töreninden sonra şantiyeye
uğramamış olan kullanıcılarla yürütülen işlemler, inşa edilen bina, hayallerdeki resme uyduğu
ölçüde başarılıdır.
Yaptığım iş için mesleki ve psikolojik eksiğim yok. Ama
yaşım beni öldürüyor. Her akşam eve bir enkaz olarak dönüyorum. İmdadıma kendi
kurgularımdan biri yetişmese halim harap... Bunca yılın ardından mimarlığı
plan, kesit, görünüş bazında irdelemekten bir adım öteye geçirip, kişisel
zevklerime alet etmeyi başarmış bulunmaktayım. Ayak ucunda denize bakan
penceresi olan bir küvetim var. Sıcak su, loş ışık, bol köpük, biraz müzik hem
ruhumu hem de zavallı ayaklarımı yeniliyor.
Yazı yazmayı çok sevsem de maalesef yazmakta değil, çizmekte
başarılıyım. O yüzden birazdan bilgisayarımın başından kalkıp, sahaya çıkmam
gerekiyor. Bir ‘on bin adım atmalı teslim sonrası hizmetler günü’ daha beni
bekler. Akşamına da sıcak su dolu küvetle rehabilitasyon…
Ama kendime sözüm olsun, bu iş bitince, bütün bir günümü masaj
yaptırarak geçireceğim. Bir de
üniversitede hocalık yapan arkadaşlarımdan rica edeceğim, katılımcıların süreci
paylaşmalarının, teslim sonrası hizmetlere etkilerini inceleyen bir tez
yaptırsınlar. Ben de teslim sonrası hizmetlerin orta yaş üzeri mimarların
ayaklarına etkilerini araştıran başka bir tez yapacağım.
Görüyorsunuz işte, mesleğe katkılarım saymakla bitmiyor.
Hepinize ağrımayan ayaklar ve esenlikler dilerim.
(İstanbul'da, evde, yeri uzun süre tartışma konusu olan masada yazılan ilk yazı... İkibinonsekiz yılının Haziran ayı'nın onbirinci günü, sabah saat 8:30'da yazıldı.)
Yorumlar
Yorum Gönder