Ana içeriğe atla

Hasbelkader…


Bendeki Arapça sevgisinin mimarı babamdır. 

Kendisi, Osmanlıca konuşulup, eski Türkçe yazılan bir evde büyüdüğü için, Farsçaya da Arapçaya da aşinaydı. Ama Arapçaya özel bir teveccühü olduğunu kabul etmek icap eder. Her nedense; bu dilin kelime türetme şekillerinden etkilenir, özel bulur ve takdir ederdi. Babasına hayran her kız çocuğu gibi, onun bu ilgisini çocuksu bir gayretle benimsediğimi hatırlıyorum. Sonradan babamla yollarımız zihinsel ve duygusal olarak ayrıldı ama Arapça sevgisi, gözümün rengi gibi, sağ göz kapağımın diğerinden hafifçe düşük olması gibi, yüksek tansiyonum veya dondurma sevmemem gibi ondan bana tevarüs etti ve o bu diyardan ebediyen gittikten sonra da benimle kaldı.

Hafıza-i beşer nisyanla malüldür. Yani insan unutur. Bazıları çok, bazıları az unutur ama bir yerden sonra hepsi aynı kapıya çıkar. Ben az unutanlardanım. Ama yine de lanet mi, ödül mü olduğu belli olmayan bu insanca özellikten nasibimi almışım. Babamın köküne, ekine kadar ayırıp ince ince anlattığı Arapça kelimelerin çoğunun terkibini unutmuşum. Konuşmamı ve yazmamı zenginleştiren, beni her yaşımda sürüden ayıran, belagatımın biricik, hayal dünyamın engin olmasını sağlayan, Türk Dil Kurumu’nun meymenetsiz budamalarından zihnimde saklanarak kurtulmuş bu kelimelerin maalesef çok azının formülünü hatırlayabiliyorum. Hasbelkader, bunlardan biri…

Girin internete; karşısında ‘tesadüfen’ yazdığını görürsünüz veya ‘rastlantısal’… Yani ben ‘Hasbelkader bir adamla tanıştım. Birlikte yemek yedik ve uzun uzun sohbet ettik’ dersem, siz bundan, biriyle rastlantısal olarak bir araya geldiğimi, biletime piyangodan büyük ikramiye vurmasına denk bir ihtimalle birbirimizden hoşlandığımızı ve neticesinde sohbet ettiğimizi düşünürsünüz, değil mi… Peki hasbelkader, tam da bunu anlatan bir kelime midir?

Söz yaratır, derler. Açıkça dile getirilmemiş olsa da kelimelerin bir nevi büyü olduğu konusunda eski metinlerde garip bir ittifak vardır. ‘Dilek dilerken dikkat edin, gerçek olabilir’ uyarısı da buradan geliyor galiba… Vaktiyle bunun üzerinde uzun uzun düşünmüştüm. Kelimelerin gücü, tanımladıkları durumları yaratmalarından mı kaynaklanır, yoksa kelimeye bu gücü, zaten yaşanan gerçeklik mi verir? Peki, bu yazının konusu olan hasbelkader, bu gözle bakıldığında nasıl bir kelimedir? Bunu doğru bir şekilde ortaya koyabilmek için, ona, Türkçeye transfer ederken uydurup üzerine monte ettiğimiz anlamı ile değil, doğduğu topraklardaki manası ile bakmak gerekir.

Kader; bildiğimiz kader… Burada bir problem yok. Hasb-el bölümüne gelince (Doğru yazılışı böyle… Şimdi babam olsa ‘Hasb’ ve ‘el’ neden bu şekilde bir araya gelmiş, onu da açıklardı ama bende böyle deruni bir bilgi yok, affola…); cihetiyle, nedeniyle, bundan dolayı, böyle olması gerektiği için gibi anlamlar ifade eden bir tamlama… Bunu ‘kader’ ile birleştirirseniz, yani ‘Hasbelkader’ derseniz, bu yüzden tesadüfen demiş olmazsınız. Bilerek veya bilmeyerek ‘kaderden dolayı’ dersiniz. Yani rastlantısal olarak ortaya çıkan bir durumu tarif etmekten çok ‘kader gereği, kader öyle olduğu için, kaderde yazdığı için yaşanan’ı anlatmış olursunuz.

Müsadenizle tekrar başa dönersek; ‘Hasbelkader bir adamla tanıştım. Birlikte yemek yedik ve uzun uzun sohbet ettik’ demek, gerçekte ‘kaderimde yazan bir adamla tanıştım’ demektir.

Bu bağlamda, gecenin bir nısfında uyanıp telefonunun ekranında ‘bin yıldır tanıdığım biri’ yazısını görmek de hasbelkaderdir. Bin yıldır tanıdığın ve belki de bin yıldır aradığın birini bulmak ve onu bir baş selamı ile selamlayıp geçmek de hasbelkaderdir. Ve kâinatın o kadar ömrü varsa, belki bir bin yıl daha onu arayacak olmak da hasbelkaderdir…

Bin yıl sonra karşılaşınca ne yazılacak peki? İki bin yıldır tanıdığım biri mi? Bakarsan, can dayanmaz... İşte tam da bu yüzden hafıza-i beşerin nisyanla malül olması fevkalade isabetlidir. 

Hafıza, beşer, nisyan ve malül kelimelerinin etimolojik kökenlerine ineceğimiz yazımızda hasbelkader görüşene dek hoş ve esen kalın... 

 

(İkibinyirmibir yılının onuncu ayının yirmiyedinci günü, öğleden sonra, İstanbul Selamiçeşme’de, ofisteki masamda yazıldı. Yazılırken fonda, Aurelio Fierro’nun yorumuyla, Scapricciatiello çalıyordu…)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı