Defne 2004 yılında ana okuluna başladı.
Birgün eve geldi. Anne, öğretmen bebeklik eşyalarımızdan
birkaç tane istiyor. Okulda pano yaptık, oraya asıcaz, dedi... Bende sandığı
açtım, iki zıbın, bi patik çıkarıp verdim. Aldı, sevine sevine gitti.
Ertesi günün akşamı servisten indi, koşarak yanıma geldi. Anne, Ataberk bugün bebeklik eşyalarını
getiremedi. Öğretmen Ataberk’e kızdı. Ataberk’te ‘benim annem yok ki’ diye
ağladı, dedi...
Bu hadise olduğunda Deniz Ece 18 aylıktı... Ben yenile taze
anne olmuşum. Şimdiki halime göre, bir
nevi lohusa bile sayılırım. Hormonlarım tavanda... Defne böyle deyince, içim
parçalandı. Gözlerim dolarak ‘nasıl
yani, annesi yok derken, hiç mi yok Defne’ diye sordum çocuğa...
Burada bir parantez açmak isterim. Türk’lük hakkaten başa bela... Yok diyene ‘hiç
mi yok’ diye sormak ne biçim bir adettir
azizim... Varsa vardır, yoksa yoktur. Koskoca kadının, beş yaşındaki çocuğa böyle
sorup, garibanın devrelerini hafiften yakması haktan reva mıdır... Gerçi Defne
o zaman bunu pek de tınmamış olsa gerek ki ‘Hiç yokmuş anne, diye cevap verdi. Bi teyzesi varmış. Ataberk’e O bakıyormuş. Ataberk yaramazlık yapınca da, banyoya
kilitliyormuş’...
Ben bunun üzerine bi duygulandım.. ağla, ağla... gözlerim
kan çanağına döndü. Aman Defne, dedim. Okulda sakın Ataberk’i üzecek bir şey
yapma. O kanadı kırık, minik, yaralı bir
kuş...
Defne bunu duyunca, görev adamı olarak yetiştirilmiş her
Türk çocuğu gibi, ertesi gün okula gittiğinde ilk iş olarak Ataberk’i bulmuş ve
‘Ataberk, sen kanadı kırık, minik, yaralı bir kuşsun. Annem öyle
söyledi’ demiş...
Ataberk o saatten sonra, kalan zamanını neden kanadı kırık, minik, yaralı bir kuş olduğunu
düşünerek geçirmiş. Eve döndüğünde, kendisine suskunluğunun sebebini soranlara ‘Defne’nin annesi söyledi, ben kanadı kırık, minik, yaralı
bir kuşum’ demiş.
O günün akşamı telefon çaldı. Açtım, karşımda Ataberk’in annesi...
‘Gülfem Hanım Ataberk’e neden kanadı kırık, minik, yaralı bir kuş, diyorsunuz. İki saattir uğraşıyoruz
çocuğu odasından çıkaramıyoruz’... dedi.
Ben karşımda Ataberk’in annesini bulunca bir sevindim, bir
sevindim ki o kadar olur. Allah’tan dilimi tutup, o sevinçle ‘hani siz ölmemiş
miydiniz’ demedim kadıncağıza. Sonra Defne’nin söylediklerini anlattım. Bu
seferde O duygulandı. Meğer Ataberk’in
ağbisinin yanına amerika’ya gitmiş. Ağbi orada üniversite okuyormuş. Evdeki
yardımcı abla bebeklik kıyafetlerini bulamamış. Ataberk’i banyoya kilitleyen de
öz ablasıymış. Sebep, çocuk kavgası... Bunları anlattı, sonra da ‘çocuğuma böyle bir
sevgi gösterdiğiniz için teşekkür ederim, diye ekledi. İki anne gözlerimiz dolu dolu telefonu
kapattık.
Düşündüm de, ben eskiden hakkaten acaip şeyler yapıyormuşum...
Akşam akşam da nerden aklıma geldiyse artık...
" Hiç mi yok" cümlesine güldüm :))
YanıtlaSil