Televizyonun icad
edildiği fakat henüz evlerimizin baş köşesine gelip yerleşmediği günlerde, hep
aynı komşularla hep aynı mahalle dedikodularını yapmaktan bunalan insanlar, eğlenmek
ve sosyalleşmek için gazinoya giderlerdi.
1967 senesinde,
Ankara’nın en meşhur gazinosu, Gençlik Parkı’nın içindeki Beyaz Saray’dı. O
yıllarda bu gazinonun sahnesine çıkan herkes, Zeki Müren’de dahil olmak üzere,
aynı zamanda Ankara Radyosu’nda devlet sanatçısı olarak çalışıyordu ve halk, kimi
zaman mahalle dedikodularından bile daha eğlendirici bulduğu radyodan, sadece
ismini ve sesini duyduğu bu hanende ve sazendelerin suretini görmek için de
geliyordu gazinoya.
Ankara Radyosu o
yıllarda ‘şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın’ şarkısının bestecisi
Muzaffer İlkar tarafından büyük bir disiplinle idare ediliyordu. Ama işin
içinde bir de ‘sen hep beni mazideki halimle tanırsın’ diyen Selahattin İnal
vardı ki, solfej öğretsin diye kendisine gönderilen stajyelerle ilk dersini
yaptıktan sonra, kapısını vurmadan İlkar’ın odasına dalıp ‘bunlar senin kadar
bile nota bilmiyor’ diye bağırmıştı. İlerleyen yıllarda, sabah 6’da başlayan radyo
yayınının açılışını ‘Kelle’ ile yapmak istediği için Muzaffer İlkar ile bir
kere daha karşı karşıya geleceklerdi. Sonunda Selahattin İnal, Kelle’nin formu,
ezgisi ve yapısı ile çingene şarkısı olmadığını, halis mulis Türk müziği olduğunu ispat edince, Ankara
Radyosu yıllarca ‘Amanın kelle, kelle, altını üstünü yelle’ ile güne
başlayacaktı.
Selahattin İnal
ve o dönemde radyoda birlikte çalıştığı tüm müzisyenler, maaşlı devlet
mesaileri bitince, akşam gün batarken, Radyoevi’nin önünden geçen otobüse
binip, gazinoya geliyorlardı. Bu müziyenlerden bir tanesi de, Mustafa Sarısözen tarafından,
türkü derlemek için çıktığı bir yolculukta, Erzurum’un köylerinden birinde
keşfedilerek Ankara Radyosu’na getirilen klarnet virtüözü Seyfettin Sığmaz,
gazinoda bilinen adı ile Seyfo Dayı’ydı. Ankara’ya geldikten sonra Mamak’ta bir
gecekonduya yerleşen Seyfo Dayı, meşhur olup para kazandıktan sonra ‘artık burada oturma,
sana şehirden bir daire bakalım’ diyenlere ‘borda hesde olunca eçmeç
getiriyler, horda kimse kimseye bakmiyir’ demesinin yanında, kuliste her gece
başka bir hikaye anlatması ile de ünlüydü.
Bu bir torba
hikayeden, Beyaz Saray Gazinosu’nun teknik işlerinden sorumlu babamın aklında
en çok yer edeni, Şengül Hamamı’nın duvarının anarşikler tarafından havaya
uçurulmasıdır.
Hikaye bu ya,
Seyfo Dayı, programdan sonra, yıkanmak için Şengül Hamamı’na gider.
Şengül Hamamı, Ankara’nın Osmanlı’dan kalma
tarihi binalarından biridir. Ulus’ta eski adı Yahudi Mahallesi, yeni adı
Anafartalar olan semtinin kenarında, Büyük Doğum Evi’nin karşısındadır. Yol genişletme
çabalarının bir neticesi olarak, etrafını çevreleyen irili ufaklı eski Ankara
evleri yıkıldığından, Hamam’ın, doğumevine bakan duvarı yola cephedir. İki
kişinin yan yana geçemediği dar bir kaldırımı vardır.
Seyfo Dayı’nın hamam’a
gittiği akşam, kurnanın başına oturup, ilk sabunu yapmasını takiben dışarıdan
bir gürültü gelir. Saçları sabunlu Seyfo Dayı kurnanın başında kala kalır. Toz
duman yatıştığında bir de bakar ki, Hamam’ın Doğumevi’ne bakan duvarı yok… Kendisi
bu anı şöyle anlatır; ‘Gurban olim gardaşım, bir pof etti… Meğer anarşihler
bomba goymuş. Bahtım duvar yok. Gurnanın başında eyle galdık. Bahasan Hamamönü
dolmuşları o yana gidir, Ulus dolmuşları bu yana gidir… Hikayenin devamında
zabıtalar gelir. Onlar gelene kadar, Hamamönü-Ulus dolmuş trafiği durmuş ve
meraklı halk çoktan yıkılan duvarın
önünde birikmiştir. Herkes, kurnanın başında peştemalle oturmuş, saçlarından
sabunlar süzülen Seyfo Dayı’yı seyretmektedir. Sonunda zabıtalar, yanlarında
getirdikleri çarşafları yıkılan duvarın önüne gererlerde, Seyfo Dayı’yı bu
seyirlik halden kurtarırlar. O da yalan yanlış, yıkanır, giyinir, çıkar…
Seyfo Dayı’nın tüm
sürrealist hikayelerinin daima bir şahidi vardır. O sırada gözüne ilk kim
ilişirse ‘hele bu da hordaydı’ diyerek olaya dahil eder. Gazinoda çalışan
herkes, Dayı’yı tanır ve sever. O yüzden şahit tutulduklarında hiç itiraz
etmezler ve derhal Dayı’yı tasdik ederler; vallah, billah eyle oldu…
Şengül Hamamı’nın
duvarının anarşikler tarafından yıkılmasının şahidi de Denyo Metin’dir. Denyo
Metin kanun sanatçısıdır. Bir gece babam anfilerden birini lehimlemeye
çalışırken ‘ağbi yardım ediyim mi’ diyerek yanına gelir. Babam bakar, eli işe
yatkın. Sorunca, aslında sanat okulu şimdiki teknik lise mezunu olduğunu
öğrenir. Denyo Metin radyoda çalışmadığı için, gündüzleri boş gezmektedir.
Babam, yakın arkadaşı, zamanın bütün siyasilerine takım elbise diken, rahmetli
Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in has adamı, meşhur terzi Ahmet Çıkrıkçı’nın
oğlu İhsan Çıkrıkçı ile konuşur ve Metin’e yanında iş vermesini ister. Denyo
Metin’in İhsan’la çalışmaya başlaması, kendisinin şimdilerde tek bir dilekçe
ile 24 saatte bağlanan, o yıllarda ise ortalama on sene beklenen sabit telefonu,
on sene beklemeye razı olmadan üçüncü bir kişiden satın almak istediği günlere
rastlar. Yaklaşık bir araba parasına devir edilen telefonun satışı sırasında
taraflar arasında anlaşmazlık çıkar. Böylece devir işi neticelendirilemez.
İhsan Çıkrıkçı, karakterinin önemli bir parçasını oluşturan rahatlığı ile,
yaşanan idari karışıklıkları da takip etmez ve sonunda altı ay hapis cezası alır. İhsan
Çıkrıkçı’nın hapse girmesi ile birlikte dükkanda çalışan çıraklar, Denyo Metin’de
dahil olmak üzere işsiz ve parasız kalırlar.
Böyle bir durumda
aklı başında her insan, kendine başka bir dükkanda iş arar. Ama Denyo Metin
aklı başında bir insan değildir. O yüzden kanununu İtfaiye Meydanı’na götürür
ve bir eskici dükkanına satar. Amca ben her gün buraya gelip, bu kanunu
görebilir miyim’ diye sorduğu eskiciden aldığı parayı ise, dükkanda kendisi
gibi çıraklık yapan diğer gençlere haftalık olarak dağıtır.
İhsan Çıkrıkçı’nın
dükkanında çalışan delikanlılardan biri de Bedia Akartürk’ün oğludur. Tek kolu
kırık olduğu için, O’na yarım yevmiye verirler. Ancak bundan daha şaşırtıcı
olanı, oğlanın bu duruma itiraz etmemesidir.
Bir gün Ahmet
Ertegün’ün ekibinden bir idareci Türkiye’ye gelir, İhsan Çıkrıkçı’nın
dükkanında Denyo Metin ile tanışır. Hem iyi bir müzisyen, hem de iyi bir
teknisyen olan bu adamı alıp Amerika’ya götürür. Denyo Metin yıllarca
Ertegün’ünle birlikte çalışır.
Seyfo Dayı, Mamak’taki
gecekondusunda yaşamaya devam eder. Ömrünün sonuna dek, nezih bir semtte, bir
apartman dairesine taşınmayı kabul etmez.
Babamın gazino
hikâyelerinden biri de, Kayseri Orduevi’nde Ziya Taşkent’le verdikleri konserden dönerken, Kırşehir’in
Kaman kazasında, lastikleri patladığı için yolda kalmaları ile ilgilidir. Açlıktan,
Kemancı Fikret Karahan’ın, nam-ı diğer Kör Fikret’in orduevinin mutfağından
alıp, keman kutusunun içine doldurduğu zeytinyağlı biber dolmalarını yiyerek kurtulurlar.
Ama bu başlı başına ayrı bir hikâyedir. Allah ömür verirse, başka bir gün de
onu anlatırım.
(İstanbul’da, ikibinonbeş
senesinin Ağustos ayı’nın dördüncü günü,
evde, çocukların seyrettiği filme göz ucu ile bakarken yazıldı.)
Yorumlar
Yorum Gönder