Ana içeriğe atla

Felek eşşeğime ‘çüş’ mü dedi...

Cuma gecesi,  Sezen Aksu’nun konserine gittim. Gerçi facebook’taki statüsümden bu konsere gideceğimi Swahili dilinde ilan etmiştim. Swahili dilini bilmeyenler için de buradan söylemiş oldum...
Durduk yere neden Swahili dilinde yazmaya başladığımı soran arkadaşlarıma da şunu söylemek isterim; geçtiğimiz aylarda, Tanzanya'lı bir işadamı ile tanıştım. Kendisi Zanzibar bölgesinin en büyük kabilesinin şefinin oğlu... Öğrenimini İngiltere’de yapmış. Fevkalade kültürlü, fevkalade entellektüel, fevkalade centilmen, son derece yakışıklı bir adam... Türkiye’de gayrimenkul yatırımı yapmak isteyen bir şirketi var... Bizim projelendirdiğimiz binalardan birini inceliyorlardı... Kendisi ile, proje üzerinde yapılmasını istedikleri değişiklerin görüşüldüğü toplantılardan  birinde tanıştık.  Aramızdaki iş ilişkisi gel zaman, git zaman özel  bir arkadaşlığa dönüştü... Geçtiğimiz hafta sonunda da beni özel jeti ile Catalonya’ya götürdü... El Bulli’de, bizim için ayrılmış özel  loca’da beşyüzbir tane beyaz gülün içine saklanmış Garrard imzalı bir yüzük ile, tek dizini yere koyarak ve Shakespear’den bir sonet okuyarak evlenme teklif etti...  aslında planlarım arasında evlenmek olmamasına rağmen bu teklife ‘hayır’ diyemedim. Devamında,  yeni hayatımızın bu en önemli adımını Mayorka’da Villa Chiquita’da geçirdiğimiz o çok özel gece ile kutladık. Düğünümüzü büyük bir olasılıkla İstanbul’da yapacağız. Sonrasında  Londra, İstanbul ve Zanzibar üçgeninde mekik dokuyarak yaşayacağız gibi görünüyor. Ama olsun, benim bir şikayetim yok... Aşkın  kalbimden içeri, çatının kiremitleri arasından sızan bir ışık demeti  gibi dolmasından son derece memnunum...  Müstakbel eşimin varlığı hayatıma şimdiden yeni bir anlam kazandırdı..
........
Tabii ki de böyle bir şey olmadı... O statüsü yazdım, çünkü hem eğlendiğimi ve mutlu olduğumu bilin hem de beni merak edin istedim... maksat, zibidilik olsun. Ben de herkes gibi arkadaşlarımın benimle ilgilenmesini, beni  arayıp sormasını istiyorum. Sebeplerim çok insanca yani...  ama zıpır olduğum kadar da açık sözlüyüm gördüğünüz gibi... bizde yalan yok, ne isek o...
........
Sezen’in konserine dönersek, benim kendisi ile tanışıklığım taa minik serçe zamanlarına uzanır. Ama ‘bu kadın ne diyor’ diyerek dinlemeye başladığım yıllar üniversiteye girmek için hazırlandığım zamanlara rastlar... O yıllarda başımızda kavak yelleri bütün hızı ile estiğinden midir, yoksa Onno Tunç performansının doruğunda olup döktürdüğü için midir bilinmez, her duygumuza monte edilmiş bir Sezen şarkısı mutlaka vardır. Aşık oluruz, bir şarkı... terkediliriz başka bir şarkı... biz terkederiz onun da ayrı bir şarkısı mutlaka vardır, bulur söyleriz... evlilere ayrı, bekarlara ayrı, çocuğu olana ayrı, olmayana ayrı, sevdiğini başka biri ile basıp, hisarın kenarına oturup ağlayarak şarap içine apayrı...
Sezen’in bu fenomen hali, konsere gidildiğinde, dinleyenlere yol, su, elektrik olarak döner...  Bir vakitler THY kıtalararası uçuşlarda bir müzik kanalını Sezen’e ayırmıştı, bütün albümlerini sıra ile çalıyorlardı. Sonra baktılar ki, dinleyenlerin hayatları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyor, salya sümük helak oluyor millet, vazgeçtiler... konserlerinde de insanlar benzer şeyleri hissediyorlar.. ben de geçmişte, Sezen  sayesinde zamanda yolculuk yapıp az ağlamadım ...
Bu seferde de bunun korkusunu çekerek  gitmedim desem yalan olur. Yol boyu düşündüm, bakalım hangi şarkıda duygulanıp, tel tel ayrılıcaz diye..
Konser başladı, Sezen külliyatının en can alıcı şarkılarını döktürdü. Ayol o ne,  ben de tık yok... Sakın kadıncağıza mahana bulmayın, hala süper okuyor. Değişiklik bende... hop ne oluyor yahu derken, bir de baktım ne göreyim... meğer bütün yaralarım kapanmış... Geçmişten kalan tüm karmalar halledilmiş... Affedilecekler affedilmiş, unutulacaklar unutulmuş. Dosyalar klasifiye edilmiş, üstlerine damgaları vurulmuş, etiketlenmiş, raflara dizilmiş... Kalbimin içi bir avlu kadar geniş...  panik içinde bir aşk kırıntısı, bir hüzün parçası aradım, bulamadım... elime gelen tek duygu çocuklarıma duyduğum sevgi, dostlarıma, arkadaşlarıma  hissettiğim muhabbet, aileme hissettiğim düşkünlük...
Sezen’de değişmiş...  O da karmalarını bitirmiş, kendisi ile barışmış, duyguları ile barışmış, sevdaları ile barışmış... yaşlanmış... tıpkı benim gibi... ikimizde yaşlanmışız... ama ne kadar güzel yaşlanmışız...  etrafıma baktım. Tüm kadınlar sanki böyle yaşlanmış. Kavgasını bitirenler ne kadar da güzelleşmiş... hepimiz narin, nazenin ama bir o kadar da güçlü kadınlar olmuşuz...  hem kendimizi, hem aşklarımızı pamuklara sarıp sarmalayacak kadar güçlenmişiz... meğer narinleşmek için, narin olup da ayakta kalacak kadar güçlenmek gerekiyormuş... Çelik kolonların, betonarme olanlardan küçük kesitli çıkması gibi birşey galiba bu da... güçlendikçe, çekme dayanımımız artmış, çekme dayanımımız arttıkça, incelmişiz. Ne kadar zarif kadınlar olmuşuz... hesap sormaktan da,  bedel istemekten de çoktan vazgeçmişiz.... Hayat kollarını bize yeniden açmış, mutluluk yeniden önümüzde diz çökmüş...
Ah kaderim... Ah kalbim...
Haftasonunu Sezen’in son albümünü dinleyerek geçirdim. Evde de, araba da hep o çaldı. Hayatımın bu sıradışı üç gününde bana eşlik etti. En çok onuncu şarkısını sevdim...

Uzun uzun aynaya baktım
Dedim ki ‘kız sana ne oldu?’
Gidinin cadısı, mahallenin delisi,
Dalgalandın da duruldun mu?

Devrilip yatasın, keyfine bakasın,
Toprağı ekesin var belli..
Hadi bıktın usandın kavgadan,
Aşktan da mı geçtin temelli...

Felek eşşeğine ‘çüş’ mü dedi,
Dünya da saadet ‘düş’ mü dedi,         
Büyüklerinle görüş mü dedi,
Hakime, hekime danış mı dedi,

Bi dedim en iyisi varayım bi kocaya,
Bi dedim okutayım iyi bi hocaya,
Olmazsa toplarım, tası tarağı,
Gider yerleşirim bollucaya...

Lakin gitmeli mi, temize çekmeli mi,
Devam etmeli mi bilemedim,
Bir sindim, bir silkindim
Heyhat, arızayı gideremedim....
Yani.... yani.... yani....

Haksızmıyım sevmekte... sanki benim için yazılmış gibi...  Belki de Sezen’in farkı buradan geliyor. Birçok şarkısında hepimiz aynı şeyi hissediyoruz... Kesinlikle bizim için yazılmış gibi...
Haftasonu bitti... ben yeniden balkabağına dönüştüm.. Önümde çalışarak geçirilecek koca bir hafta var. Şikayetim yok...  Çalışırız, yoruluruz, dinleniriz, üzülürüz, seviniriz, aşık oluruz, unuturuz, unutuluruz, bir şekilde nasılsa devam ederiz.
Felek eşeğimize çüş der, biz inadına deh deriz... idare ederiz....
Yani.... yani.... yani....




Yorumlar

  1. eh be Gülfemcim, insan bu kadar mı duygusallaştırılır? :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı