Ana içeriğe atla

Erkek Dediğin....

Can Yücel’in çok meşhur bir düz şiiri var. Adı ‘Kadın Dediğin’... Düz şiir, demem, bu tarz bir yazıya ne diyeceğimi bilemediğimden... Zira ortada öyle bir format var ki; düz yazı desen değil, şiir desen hiç değil... Olsa olsa 'düz şiir' olur böyle bir yazı...

Facebook’ta bu düz şiir’i paylaşan erkek gırla... Sanırsın ki kendileri erkek olmanın kitabını hatim ettiler bitti, olay sadece kadının nasıl olması gerektiğine kaldı.

Dün sabah bilgisayarımı açtım. Baktım yine bu ‘düz şiir’ ortalıkta arz-ı endam ediyor. Aksi gibi, paylaşan da,  çok sevdiğim bir arkadaşım. Epey kahrımı çekmişliği vardır. O yüzden kıyamadım, kestim sesimi oturdum.  Ama gün boyu içim içimi yedi. Zaten Can Yücel’e bu aralar ‘Muhteşem Gatsby’ çevirisinden sebep,  hayli gıcığım... Üstad, tercüme yapmış, mübarek tercüme değil, sanki doktor reçetesi... Her sayfada, kendisi kadar okuyup yazmamış okurdan intikam almayı kafaya koymuş bir hal var. Ben yirmi sene okudum, al sen de bunu oku...  Anlayanlar, beri gelsin. Seksen sayfa kitap uzadı da uzadı, sündü, gitti... Bitmedi...

Aşağıdaki düz şiir işte bu karmaşık intikam hislerinin bir birikimi olarak ortaya çıktı. Adı ‘Erkek dediğin’... Kadın öyle olacaksa, erkek de böyle olacak arkadaş...

Yani kısasa kısas... Veya madem öyle, işte böyle... 

Erkek dediğin iyi sevişecek arkadaş,
Öküz gibi davranmayacak, seni de var sayacak yatakta,
Aklını başından alacak sana dokunmaya başladığında,
Delireceksin  ama, delirmen vakitsiz gelmesinden olmayacak.
Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, senin olduğunu bileceksin göğsünde atan kalbin, ruhun, herşeyin,
Başka bir aşkla yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.

Erkek gibi erkek olacak erkek dediğin, korkak, pısırık, yalancı olmayacak.
Bir seferlik değil, ömürlük olacak ömürlük,
Yıllara bencilliği değil, huzuru taşıyacak,
En haşin erkek olmayı da bilecek, beyefendi olup sözünü geçirmeyi  de...
‘Ben erkeğim’ lafına takılıp, gereksiz kaprislerle zamanını tüketmeyecek, küfretmeyecek,
Erkek dediğin edep, âdap bilecek.

Kendi komplekslerinden sıyrılamadığı için, ha bire sorguya çekip fahişe durumuna düşürmeyecek,
Öyle bir tutacak ki elinden, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna... İki lafın başı, her tartışmada kapıları vurup gitmeyecek,
Sabırla bekleyecek fırtınanın dinmesini ve beklerken asla gururunu kırmayacak...

Önüne bal baklavası açsan kusur bulan mıymıntının teki olmayacak.
Şöyle pastırmalı kurufasulyeyi koydun mu sofraya, bir hamlede kırıp soğanı,
Cücüğünü seninle paylaşacak.

Temiz olacak herşeyden önce, mesela sarılırken boynuna, bir çöp varilini sarıyor gibi olmayacak ellerin... Veya öptüğünde yanağını, bir kültablasını yalamış gibi dilin.
Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş,
Buram buram erkek kokacak erkek dediğin.

Erkek dediğin yakışıklı olacak...

Zeki olacak, zeki... Leb demeden leblebiyi anlayacak. Bir şaka yaptığında gülmesini de bilecek, o şakaya kendinden bir şeyler katmasını da... Konuşurken, suratına mal gibi bakmayacak.
Paranın güzelliğini bilecek ama harcadığı her kuruşun hesabını yapıp, birde başına kakmanın kudurmuşluğu içinde olmayacak.

Değerlerini bir gecelik hevesler uğruna terk etmeyecek.
Zamparalığını, ahlaksızlığını  ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle kadın kesmeyecek, baldıza, karşı komşuya sarkmayacak, başka kadın edinmeyecek.

Geniş omuzlu, uzun boylu, dar kalçalı erkek filan fasarya....
Erkek dediğin adam olacak arkadaş, sözüne güvenilir olacak.
Bileceksin ki dünya yıkılsa yaşananlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha...
Ağzı sıkı olacak erkek dediğinin,
Sırrını tutacak, birgün yollarınız ayrılırsa mahremini ellere kusmayacak.

Doyumsuzlardan, fantazi düşkünlerinden, sapıklardan, kendi yetersizliğini senin kadınlığını karalayarak kapatanlardan, bilgisayar manyaklarından, gece gündüz telefonun, televizyonun başında oturanlardan, bağıranlardan, çağıranlardan, tehditkarlardan, el iyisi aptallardan, çoluğu çocuğu evi barkı üstüne yıkıp, elini taşın altına sokmayanlardan olmayacak.

Bilmedim, görmedim, duymadım demeyecek. Sorumluluk alacak. Biraz otoriter olabilir belki ancak sana gelince kasmayacak, rol yapmayacak.
İnançları olacak. Ve inançlarının arkasında duracak gücü....

En önemlisi kendini seven ve sevgiyle büyütülmüş bir adam olacak arkadaş, kendini sevmeyen, sevgiyi görmemiş bir adamdan sana ne hayır gelir.
Bir bakarsın ki, yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa...
Koluna takıp gezmesini de bilecek seni gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle...
Babalığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, onları sevmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de...

Erkek erkek olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek.
Kaşla, gözle, bacakla, göğüsle, bilmem nerde gördüğü hangi artizin resmiyle sınırlamayacak.
Hem sevgilin, hem arkadaşın, en yakın dostun, her fırtınadan sonra sığındığın limanın olacak, basacak seni bağrına huzurla...
Bileceksin ki evde o adamı beklemenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...
Öyle bir adam işte...

Nerede öyle adam, yoktur deme...
Sende aklını kullanacaksın, seçmesini bileceksin!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı