Kardeşimin doğacağı sene, Yenimahalle’deki bahçeli fakat sobalı evimizden,
Ayrancı’daki kaloriferli fakat apartman dairesi formundaki
evimize taşındık. Babamın bu kararı vermesinde, beni her hafta, Hacettepe
Hastanesi’nin çocuk aciline taşıması etkili oldu sanıyorum. Çünkü sürekli
ateşim çıkardı ve öksürürdüm ben o evde... Ama sebep evin sobalı olması mıydı
yoksa benim üzerime giydirilen her şeyi, annem arkasını dönünce çıkarıp atmam
mı, o belli değil tabii... Bir keresinde annem beni, dolma gibi battaniyeye
sarıp, çengelli iğne ile yattığım döşeğe
zımbalamıştı. Belki hareket edemez de, bir umut üstünü açamaz, diye...
Babam bütün bu mahsurları gidermek için kaloriferli bir eve taşınmaya karar
verince annem ilkten sevindi. Öyle ya, soba yak, soba söndür, külü at, kömür
çıkar, gibi dertlerden kurtulmuş olacaktı. Ama bir gece önce ‘hanım ne dersin
kaloriferli bir eve taşınalım mı’ diyen babama ‘ay ne iyi olur’ demesinin
diyetini çok fena ödedi. Çünkü babam ertesi gün öğleye doğru, mahalleye cam
damacanalarla, o zamanlar Ankara’nın en lezzetli suyu sayılan İnci’yi getirip
satan Mithat Efendi’nin kamyonu ile kapıya dayandı ve ‘hadi taşınıyoruz’ dedi.
Annem yıllarca sobanın üstünde pişen dolma tenceresinin, altında yanan sobayla
beraber yerinden sökülerek, mahallenin sucuları tarafından kamyona yüklenmesini
unutamadı. Bu olaydan sonra babamın her fikrine ilk duyduğunda ne olur ne olmaz
diye ‘hayır’ dedi... Sonra bu O’nda o
kadar yerleşik bir alışkanlık halinde geldi ki, babam ‘çok kahrımı çektin. Hakkını ödeyemem. Sana istediğin gibi çarşıya pazara yakın bir ev alalım, istediğini seç’ dediği zaman da ‘hayır’ diyerek hayatının hatasını
yaptı.
Bahçeli evden, apartman dairesine geçmek, benim hayatımda bir çok
değişikliğe sebep oldu. Bir kere istediğim zaman sokağa çıkma hakkım artık
yoktu. Evin anahtarının kilidin üzerinde takılı durduğu, gelenin zili çalmadan kapıyı
açıp eve girdiği zamanlar sona ermişti. Doğduğum günden beri beni tanıyan
mahalleli, hangi sakızı sevdiğimi bilen bakkal, hepsi geride kalmıştı. Ama
benden bunları alan kader, yerine kapıcımız Cemal Efendi'yi verdi. Bu kompanzasyon benim
hoşuma gitti. Çünkü Cemal Efendi sayesinde, arkamdan bakılarak, sokağın başındaki
bakkala ekmek almaya gönderilmekten kurtulmuş oldum.
Derken bu evde kardeşim doğdu. Kardeşimin doğduğu sene, Cemal Efendi’nin
ve karısı Gülseren Abla’nın da
ikinci çocukları Gülçin dünyaya geldi. Ve biz böylece Gülfem, Kerem, Gökhan ve
Gülçin aynı çatının altında büyümeye başladık.
1976 senesinin sonbaharı’nda Gökhan’la beraber, bordo boyalı Balta Apartmanı’nın
bulunduğu Gökdere sokağı dik kesen Tirebolu sokak’ın sonundaki Salih Alptekin İlkokulu’na yazıldık. Bazı sabahlar
bizi okula babam bırakırdı. Bir keresinde arabadan inerken Gökhan’a 2.5 lira bana 1 lira
harçlık verdi. Babamın Gökhan’ı benden daha çok sevdiğini gösteren bu hareket
karşısında çok içlendiğimi hatırlıyorum. Sonunda bir gün dayanamadım, konuyu
anneme açtım. Annem, sen bizim çocuğumuzsun, ondan sana 1 lira verdi, dedi. Ben bu mantığı çözemedim. Sonuçta o evin çocuğu bendim. Harçlığın çoğunu benim almam lazımdı. Ama annemi anlamış gibi yaptım. Fakat içten içe Gökhan'a garez bağlamaya devam ettim.
Balta Apartmanı’nda oturan herkes kiracıydı. On daireli bu apartmanın
sahibi Nimet Balta, kocasından kalan bu mülkün en üst katındaki çift dairede,
evlatlığı Yadigar’la birlikte otururdu. Ve beyaz saçlarının çevrelediği renkli
gözleri ile, bize hep kızgın kızgın bakardı. Öyle ki; babam her ayın birinde,
kira parasını ve Nimet Hanım’ın kirayı aldığına dair imzalaması gereken makbuzu
elime tutuşturup beni bir üst kata yolladığında, ayaklarım geri geri giderdi. Kapıyı
açan Yadigar elimden parayı alır, sayar, sonra kağıdı imzalaması için Nimet Hanım’a
götürürdü. Bende bu işler olurken sessizce kapının eşiğinde bekler, imzalanmış
kağıdı alınca da koşarak evimize dönerdim.
Apartmanda bizden başka çocuklar da vardı. Ve bu çocuklar büyüdükçe Cemal
Efendi’ye yüklenen işlerde arttı.
Gökdere Sokağın sonundaki parka kaçtığımız zaman bizi arayıp bulmak ve geri
getirmek Cemal Efendi’nin göreviydi. Veya evin yanındaki tarlaya top oynamaya
gidersek ve annemiz bağırınca duymazsak, yanımıza kadar gelip bizi çağıran yine Cemal Efendi
olurdu. Apartmanın arkasındaki toprak şeve çok yaklaşırsak, annemler ‘hadi
Cemal Efendi, git çocukları oradan indir, düşecek bunlar’ derlerdi. Cemal
Efendi’de bizi şevin kenarından kovalamaya gelirdi.
Kardeşim Kerem büyüdükçe, Cemal Efendi’nin ızdırabı bir kat daha arttı.
Kerem, hiçbir çocuğun gitmediği kadar uzağa gittiği, hiçbir çocuğun tırmanmaya
cesaret edemediği kadar yükseklere tırmandığı için, mesai iki
katına çıktı. İkisinin arasındaki bir diğer çekişme konusu da, Cemal Efendi’nin ileride kendisine bir gecekondu olsun yaptırabilmek umuduyla, apartmanın arkasındaki
duvarın dibine yığdığı tahtalardı. Kerem kendisine araba, ev, gemi, uçak veya füze yapmak için bu tahtaları alır
götürürdü. Cemal bütün mahalleyi dört döner, tahtaları bulur, yeniden istifler,
üstünü naylonla örter, fakat Kerem’in ertesi gün naylonu açarak tahtalarını
kaçırmasına bir türlü engel olamazdı. Cemal Efendi’nin şikayetleri yüzünden
annemden yediği dayaklar burdan köye yol oldu ama Kerem bu huyundan vazgeçmedi. Bazen, Gökhan ve Gülçin’de dahil olmak üzere, mahallenin diğer çocukları da Kerem’e katılırdık. Hatta bu yüzden, öbürlerine bir şey yapamayan
Cemal Efendi’nin, bütün hırsını kendi oğlu Gökhan’dan çıkarıp, çocuğu eşşek
sudan gelinceye kadar dövmüşlüğü de vardır.
Gökdere Sokak’taki bordo boyalı Balta apartmanı’nda günler birbiri
ardına geçerken, benim için alışılmadık bir şey oldu. Cemal Efendi’lerin, bodrum’da
kazan dairesi ile bitişik duran iki göz odadan ibaret evlerini lağım suyu bastı.
Gülseren Abla’nın kenarları kanaviçe işli bembeyaz yastıkları, yorganları, çarşafları, halıları hep bu
suyun içinde kaldı. Apartmanda ‘Cemal’lerin evini su basmış’ çığlığını duyunca,
koşarak merdivenlerden indik. Bodrum’a inen kolun bitiminde Gökhan’ı
gördüm. Bileklerine kadar yükselmiş suyun ortasında, sırtında kolsuz beyaz
atleti ve altında şortu ile dikilmiş, bütün kitaplarım, bütün defterlerim
ıslanmış, diye ağlıyordu. Annem bodrum kat’a, Gökhan’ın yanına inmeme müsade
etmedi. O yüzden bende kapıcı dairesinin, bahçedeki yürüme yoluna açılan pencerelerine doğru
koştum. Bazen sokakta oynarken yorulunca, bu pencerelerin denizliğine
otururduk. Dışarıdan bizim dizimizin hizasına gelen pencereler, içeriden Gökhan’ların
evinin tavanına denk düşerdi. Aylardan yazsa, Gülseren Abla pencereyi açardı.
Bizde perdeyi aralayarak O’nunla buradan sohbet ederdik. Bir yaz, Kur’an
kursunda elif be’den öteye gidemeyince, dini eğitimden vazgeçip bebeklerimize elbise dikmeye sardırmıştık. Evden getirmeyi unuttuğumuz dikiş
malzemelerini perdeyi aralayarak seslendiğimiz Gülseren Abla’dan isterdik. Eve
gitmeye üşendiğimiz zaman Gülseren Abla bize bu pencereden bardakla su da
verirdi. O gün perdeyi kaldırınca, çaresizlikle oradan oraya koşturan
annesinin, babasının ortasında unutulmuş kıvırcık saçlı Gülçin’i, bizim çocukluğumuzda hazine değerine sahip plastik bebeğine yapışmış, ağlarken gördüm. Sonradan öğrendik ki, bu evi
zaman zaman su basarmış. Asık yüzlü Nimet Hanım’da elini cebine atıp, giderleri
tamir ettirmezmiş.
Ben üç yaşındayken yerleştiğimiz bu apartmandan dokuz yaşıma geldiğimde
ayrıldık. Bahçelievler’e taşındık. Sonrada ne Cemal Efendi’yi, ne Gülseren Abla’yı,
ne de Gökhan’ı ve Gülçin’i görmek kısmet olmadı. Ama ben onları zaman zaman düşündüm.
Kerem’in elinden kurtuldukları için artık yerli yerinde duran tahtaları ile,
kendilerine, su basmayan bir ev yaptıklarını umud ettim.
Geçenlerde Dikmen Vadisi'nin son halini gösteren bir gazete haberi gördüm. Cemal Efendi yeniden aklıma düştü. Artık onlar Gülseren Abla'yla birlikte, ufacık
paralara aldıkları kuş uçmaz kervan geçmez gecekondu arazisine dikilmiş çok katlı residansın, en güzel manzaralı dairesinde kahve içip, vadiyi seyrediyorlardır. Araziyi müteahhite verip, yirmi tane daire almışlardır. Bir elleri yağda, bir elleri balda oturuyorlardır. Gökhan’la Gülçin’de Range Rover’a biniyordur.
Hadi Allah’ım inşallah...
(ikibinondört senesinin Temmuz ayı’nın
onsekizinci günü, ofiste yazıldı)
Yorumlar
Yorum Gönder