Ana içeriğe atla

Güllü’nün Bisiklet Askısı ile İmtihanı

Sabah kalktım. Bisiklet askısını aradım. Nihayet, aylar önce kaldırıldığı dolabın en üst rafında buldum kendisini. Önüne arkasına yığılmış bir sürü eşyayı halının üstüne indirdim. Askıyı raftan çektim, çıkardım. Boyum, dolabın en üst rafına yetişsin diye ayağımın altına koyduğum İkea taburesine birden fazla kere inip çıkarak, halının üstüne indirdiğim eşyaları gerisin geri dolaba yerleştirdim. Sonraki iki saat boyunca 'acaba biz bu askıyı arabaya nasıl şey ettiriyoduk' sorunsalı ile uğraştım. En sonunda yirmi tane ipin her birinin nereye bağlanacağını hatırladım ve askıyı alıp otoparka indim.

Askıyı arabaya takmadan önce, apartmanın bodrumunda duran bisikletimi bodrumdan çıkardım ve otoparka taşıdım. Bisiklet askısının genişlik ayarı, bir önceki arabama göre yapıldığı için, önce biri arabaya dayanan, diğeri bisikletin asılacağı birbiri ile yaklaşık 70 derece açı yapan kolları birleştiren ayar vidalarını söktüm. Bu son hareketle, birbirinden bağımsız iki parça demir ve bir sürü ipten ve kancadan oluşan bir yığına dönüşen askıyı, beynime işleyen güneşin altında, arabayı çizmemek için aşırı gayret sarf ederek yeniden bir araya getirdim. Ayar vidalarını sıkmayı başardığım zaman boşa çıkan ellerimle, alnımdan akan teri sildim.

Bisiklet askısının güya lastik olan takozları, bir önceki arabanın boyasının anasını ağlatmıştı. Buna da böyle birşey olmasın diye evden getirdiğim temizlik bezlerinden, lastik takozların altına takviye yaptım. Sonra askıları gerdirdim, 20 kilo'dan fazla gelen bisikletimi yerden kaldırdım, askıya taktım ve düşmesin diye sıkıca bağladım ve beynime güneş geçmesine bir gıdım kala, kendimi arabanın içine atmayı başardım.

Yolda, bankamatik’in önünde durdum. Cebimde 25 lira para var. Bisikletin atan zincirinin ne kadara tamir edileceğini bilmediğimden, bisiklet tamircisine rezil olmayım, diye bir miktar da para çektim.

Arabanın yanına geri döndüğümde, sürücü koltuğuna oturmadan önce çantamı bagaja koymak gibi bir alışkanlığım olduğundan, insiyaki olarak, kapıyı açan düğme yerine, bagajı açan düğmeye bastım. Bagaj kapağını kaldırması gereken kol, üzerine takılmış bisiklet askısının ve taşıdığı bisikletin ağırlığı yüzünden, vazifesini tam olarak yerine getiremedi ama, inatla bir miktar yukarı zorlayarak, kilit ile kapağın bağlantısını koparmayı başardı. Çaresiz bisikleti askıdan çözdüm. Yere indirdim. Askının lastik takozlarını hafifçe kaldırarak bagaj kapağını bir miktar daha yukarı ittirdim ve sonra sertçe vurarak kapattım. Bisikleti tekrar askıya taktım ve Selamiçeşme’deki Yeşil Bisiklet’in yolunu tuttum.

Uzatmayım;  dükkanın önüne geldim, arabayı park ettim. Bisikleti askıdan çözdüm, indirdim ve ite ite, Yeşil Bisiklet’in önüne getirdim. Dükkanı sokaktan ayıran 7-8 merdivenlik bir su basmanı var. Bisikleti taşıyarak, bu merdivenleri de tırmandım. O sırada dükkanın sahibi beni gördü. Yerinden kalktı, koşar adım yanıma geldi. Hoşgeldiniz, hayırdır, dedi. Ben soluk soluğa, bisikletin zinciri attı, vites dişlilerinin arasına sıkıştı. Siz bunu tamir edebilir misiniz, diye sordum. Adam, gayet tabii tamir edebiliriz, hatta tamir ettik bile, dedi ve bisikletin pedalına bi tepik attı... Zincir, bu darbe ile sıkıştığı yerden kurtuldu, dişlinin üzerine oturdu.

Tepikle yerine oturtulan zincirin bende yarattığı şok etkisi ile ‘nasıl yani ya...’ demişim... Sonra bununla da yetinmedim, adama ‘oldu mu şimdi, emin misiniz’ diye birkaç kere daha sordum. Adam, eminim, dedi... Bende çaresiz, yukarıda saydığım işlemleri bu sefer tersinden yaparak eve geldim.

Bazen düşünüyorum; böyle ‘kameraya el sallayın’ tarzı şeyler, neden hep benim başıma geliyor. Annemi dinlemeyip, elbiselerimi çıkarttıktan sonra, tersi dönmüş halde yatak odasındaki şifonyerin üzerine bıraktığım için, işlerim böyle ters gidiyor olabilir mi acaba...

Veya yazarın dediği gibi, başına gelenler seni güldürmedi ise, espriyi anlamadın, demektir.

Çok marifet... Aman ne komik...

(İstanbul’da evde, ikibinondört senesinin Temmuz ayı’nın yirminci günü, bir gece önce Murat’ın kurduğu bluetooth sistemi ile müzik setine bağlanan telefondan müzik dinlenirken yazıldı.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı