Ana içeriğe atla

LNB veya diğer bir deyişle Elenbi

Geçen hafta, bazı televizyon kanallarını izleyememeye başladım.  Görüntü yerine ekranda ‘sinyal seviyesinde azalma var, Digi kutunuzu kontrol edin, yok açın, olmadı kapayın’ tarzında yazılar çıkmaya başladı. Bende bilinçli bir tüketici olarak Digitürk’ün müşteri hizmetlerini aradım. Telefon hattının diğer ucunda şikayetimi dinleyen eleman, anten kablosunun arızalanmış olabileceğini, bizim bölgemize bakan yetkili servisi yönlendireceğini söyledi. Müşteri hizmetleri ile konuştuktan sonra, Digi kutuya baktım. Dramım kutunun arkasındaki beyaz kalın kablonun ucunda görünüyordu. Hakikaten anten kablosunun ucundaki metalin, arkasındaki kablo ile bağlantısı gevşemişti. Anten kablosunu yerinden söktüm, metal ucu kablodan ayırdım. Ancak bu tarz uçları kablolar ile birleştirmeye yarayan özel pense benim alet çantamda olmadığından, çaresiz teknik servisin gelmesini beklemeye koyuldum.

Teknik Servis, Cumartesi sabahı geldi. İki tane genç delikanlı... Bir tanesi sarışın, uzun boylu, ağzı laf yapan, şimdilerde prezantabl denen tiplerden. Diğeri daha sessiz ve silik bir tip. Sanırım alet çantasını da bu yüzden O taşıyor. Öbürü bir hava, bir hava, ayakkabılarının üzerine galoş takıp, ‘digi kutunuz nerde hanfendi’  diyerek salonun ortasına doğru hızla yol alırken, arkasından geliyor.

Burada bir parantez açmam lazım. Teknik servisle muhatab olmak, yalnız bir kadın için her zaman zordur. Çünkü, sütsüzün birine rastlarsan, sana bin dereden su getirerek, o makineyi icat eden mühendisin bile bulamayacağı arızaları bulur ve tamir etmek için anasının nikahını ister. Bu yüzden ne zaman bir teknik servise gidecek olsam veya eve teknik servis gelecek olsa, babamı ararım. Arızayı söylerim, babam bana nasıl tamir edileceğini söyler.

Daha açık anlatmak için, çamaşır makinemden bir örnek vereyim.

Bundan bir kaç yıl önce, makine su almaya başlıyor ama bir türlü duramıyordu. İçine su doldukça doluyor, sonra taşıyor, makine yıkama programına geçemiyor, etrafı su basıyor, diz boyu kepazelik oluyordu.  Teknik servis çağıracağımız anlaşıldıktan sonra babamı aradım. Anlattım... Babam dedi ki; makinenin üst kapağını çıkardıkları zaman, deterjan çekmecesinin arkasında bir bölme göreceksin. O bölmenin kapağını söksünler, içinde check-valf var. Check-valf kireçlendi, su seviyesi yükselince, şebekeye bağlı su girişini kapatamıyor, o yüzden makine su almaya devam ediyor. Adam gelince söyle, bu bölmeyi söksün. Makineyi götürmemiz lazım, derlerse verme. Israr ederse, ben makine mühendisiyim de, dedi...

Teknik Servis ertesi gün geldi. Adam makineyi ortaya çekti. Üzerindeki beyaz kapağı söktü. Sağına baktı, soluna baktı. Sonra ‘abla bunun beyni yanmış, değişmesi lazım. Makineni götürücez’ dedi... Şimdi ben babamdan talimliyim ya, ‘ne beyin yanması yahu, check-valf arızası bu’ dedim..  Detarjan bölmesinin arkasındaki kapağı sök. Bu modellerde check-valf orada. Değiştir, bitsin... Adam yüzüme hayretle baktı. Ben makine mühendisiyim, diye ekledim. Öyle desene abla, çok pardon, dedi... Dangalağa bak. Demek işten anlamasak, anamızı ağlatacaktı. Makine mühendisi olduğumu zannedince, babamın anlattığı sırayla, makineyi on dakika içinde tamir etti, gitti...

Şimdi digitürk yetkili servisi gelince, ben başıma gelecekleri bildiğim için, havalı çocuğa hemen ‘anten kablosu arızalı. Ben denedim ama metal başlığa uygun pense bende olmadığı için sıkıştıramadım’ dedim. Çocuk beni yarım kulak dinledi. Sonra çanak anten nerede, diye sordu. Mutfak camının altında, der demezde, mutfak tarafına seğirtti. Ben de peşinden.... Bir hamlede camı açtı, digitürk çanağına uzandı, tuttu ve sallamaya başladı... Abla sizin Elenbi gevşemiş, buna bir bağlama atmamız lazım. Arızaya elenbi’nin gevşekliği sebep oluyor, dedi... Dur, oğlum, bırak... Ne alakası var. Sallama elenbi’yi diyorum ama dinletemiyorum. Kırık değilse de, zorla kıracak hayvanın evladı... Baktım olacak gibi değil, uzandım koluna yapıştım. Oğlum, anten kablosunun kutuya girdiği yer gevşemiş. Tamir edecekseniz edin, etmeyecekseniz, bırakın gidin, insanı deli etmeyin, dedim... Abla ben kaç senelik teknik servis elemanıyım, dedi. Sen beni az görme, ben de elenbi mühendisiyim, dedim...

Çocuk mühendis lafını duyunca, elenbi’yi sallamaktan vazgeçti. Sanki bu dünyada Elenbi mühendisliği gibi bir meslek varmış gibi, uslu uslu salona döndü. Bu arada diğer gariban tipli, gerçek teknik eleman, kabloyu zaten tamir etmişti. Borcunuz yok, dediler... alet çantasını aldılar, galoşlu ayakkabıları ile daire kapısına yürüdüler ve çıkıp gittiler...

Bugün digitürk bozuk. Artık dün yağan yağmurdan mı, yoksa kökünden tutulup ırgalanmaktan mı bilinmez Elenbi gerçekten çalışmıyor.

Bizim sokağa bakan servis belli. Verdim arıza kaydını... Pazartesi günü gelecek. Bakalım seni kim alacak elimden. Bir Elenbi mühendisi dayağı ye de, aklın başına gelsin, sayın çok bilmiş teknik servis elemanı...


(İkibinondört senesinin Temmuz ayı’nın yirminci günü, dur bakayım televizyonda ne var, deyip televizyonun çalışmadığı görüldükten sonra,  çay içerken yazıldı.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı