Ana içeriğe atla

OHA Moment

Yıllarca yok öyle miydi, yok böyle miydi diyerek bir hayalin peşinden koşan insanın, bu hayalle ilgili abuk bir farkındalığa ulaşmasına, sevmediği, nefret ettiği, tüylerini diken diken eden bir sürü şeyin, bu hayalin orijinal parçaları olduğunu görmesine, deyim yerinde ise, eşşekten düşmüş karpuza dönmesine, halk arasında ‘Oha moment’ denir. Bu bir nevi aydınlanma halidir. Kişi aniden, saplantılı bir şekilde peşinden koştuğu hayalin, aslında, gerçekten hayal olduğunu anlar. Öyle bir şey yoktur, hiç var olmamıştır. Sadece kendisi, böyle bir varoluşun olduğuna dair derin bir zehaba kapılmıştır. Bir nevi ekstra büyük ölçekli göz yanılması olarak da nitelendirilebilecek bu olay esnasında, David Copperfield’in uçtuğuna inanan  bir salon dolusu insanın toplamından daha avanak bir hale düştüğünü kavramıştır.

Oha moment dilimize İngilizce’den geçmiş bir kelimedir. Arka beynin omurilik sapına yakın  bölgesindeki lingum merkezinde, ana dili Türkçe olarak registere edilmiş insanlar, böyle bir zamanda ‘hassiktir’ derler. Bu yüzden yurdumuzun topraklarında hüküm süren bazı parapsikoloji ekollerinde bu tip aydınlanmalar ‘hasikome farkındalığı’ olarak da geçmektedir.

Hasikome farkındalığı’nın bir sonraki aşaması, bu hayalin peşinden koşarken kaçırılan fırsatların farkına varıldığı andır. Ömrünü tükettiği idealden her anlamda kırk kere daha iyilerini, bir kalemde silip attığının ayırdına varan Hasikome farkındası insan, sık sık geçmişe dönerek, o anları yeniden yaşar. Farkındalığın bir nevi ikinci aşaması olarak nitelendirebileceğimiz bu duruma metafizik’te ‘Sindirella’nın ayağından fırlayan ayakkabının, ahırdaki ineğin ayağına olması’ paradoksu denir.

Hasikome farkındalığına ulaşmış bir insanın genel ruh hali, manik’ten, depresif’e değişir. Ulan ne salakmışım, allah da benim belamı versin, anlarında depresif, ‘ya oldu bir kere… ne yapak, ölek mi’ anlarında manik davranışlar sergiler. Farkındalık yaşayan insana, anlayış gösterilmesi özellikle önemlidir. Yakın çevresindeki insanların konuya ‘biz sana ne dedik, gerizekalı’ veya ‘al işte gördün ebeninkini’ şeklinde yaklaşmaları, hasikome sendromundan muzdarip bir insanın içinde bulunduğu durumu iyice boktan bir hale getireceği için, arada söyleyenin kendi egosunu da tatmin etmeye yönelik bu tip sakat ve bir taşla iki kuş vurmaya meyyal davranışlardan kaçınılması önemlidir.

En iyi teselli, bu kişiyi içmeye götürmek olacaktır. Ancak, karanlık, kuytu, içli arabesk çalınan küçük meyhanelerden kaçınmak gerekir. Havadar, vur patlasın, çal oynasın, yerler daha uygundur. Önümüz bahar olduğundan, hafta sonu piknikleri, dert üstüne dert ekleyen pejmürde yerler olmadığı sürece akarsu boylarında çöreklenmiş kendin pişir, kendin ye alanları da, hasikome’cinin parça pinçik olmuş ruhuna iyi gelecektir.

Yaz mevsimi, böyle bir farkındalığın tedavisi için ekstra faydalıdır. Deniz, kum, güneş, rakı, balık, roka altılısı’nın tedavide yüz ağartıcı sonuçlar alınmasına yardımcı olduğu, İsviçre’li bilim adamları’nın yaptığı ‘sapının açısı en mükemmel diş fırçası hangisidir’ konulu araştırmalarda kazara kanıtlanmıştır.

Gördüğünüz gibi, farkındalık önemlidir. Çünkü sağlam vücut, farkındalığı artmış bir kafanın altında bulunur. Bu vesile ile, tüm eş, dost ve arkadaşlara farkındalığı bol, sağlıklı günler dileriz.

Force be with you….


(İstanbul’da, ikibinondört senesinin mart ayı’nın yirminci günü, Ataşehir’deki Beyaz Fırın’da çay içerken, bilgisayarın pili bitmesin de, bir de priz arama derdine düşmeyelim diyerek ekonomi mode’a geçirilmiş ekranın zindan zifir karanlığında harfleri seçmeye çalışarak yazıldı.)




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı