Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Her ölüm erkendir...Ama bazı ölümler çok erkendir...

Faruk’u dünya gözü ile son kez Havaalanı Dış Hatlar Terminali’nde gördüm. Esra’yı ve Mert’i   getirmişti. Bizden önce gelmişler, bavullarını bagaja vermişler, uçuş kartlarını almışlar. Faruk sorumlu bir baba ve vefalı bir eski eş olarak tüm vazifelerini yerine getirmiş... Esra ‘sana veda etmek için bekledi’ demişti. O zaman bu vedanın gerçek bir veda olduğunu kim bilebilirdi ki... Faruk, o sabah benim ve kızlarımın bavullarını da taşıdı... Uçuş kartlarımızı almamıza yardım etti. Pasaport kontrolünden geçmeden önce kucaklaştık, vedalaştık... Ben O’nu pide partisine davet ettim. Muhakkak gelirim, dedi... Peki o halde, şimdilik hoşçakal, dedim... Arkamızdan el salladı, gitti... Bu O’nu son görüşüm oldu... Faruk, aslında hep bizimleydi. Mert’in babası, Esra’nın eski eşiydi. O yüzden kulaklarının çınlatılmadığı bir toplantı bilmiyorum... Gerçekte, sıradışı bir eski eşti... Ne zaman ihtiyaçları olsa, Esra’nın ve Mert’in yanındaydı. Hatta Esra’nın annesinin yeni bilgisayarını almak, getirmek,

Çakma Anne...

Babam gençliğinde, çok anlatan ve öğreten bir adamdı. Aklınıza gelebilecek her konuda bana pek çok öğüt vermişliği vardır. Çok düşünürdü, çok okurdu... Favori ilgi alanı tarihti. Özellikle ikinci cihan harbi’ni bütün detayları ile bilirdi. Ayrıca biyografileri izlerdi. Onasis’ten bir şey aktarmıştı, duyduktan sonra hiç aklımdan çıkmadı... Onasis, gömleğinin cebinde küçük bir defter taşırmış. Bir insan ile ilk kez karşılaştığında edindiği fikirleri, o deftere yazarmış. O insanla hasbel kader tekrar karşılarsa, defterini çıkarıp, yazdıklarına bakarmış. Bir insanın cemaz-i-ül evvel’ini okumanın ana şartı, ona her türlü duygudan yoksun olarak bakmamız galiba... Şayet baktığımız insanla ilgili negatif veya pozitif bir düşüncemiz var ise, sistem işlemiyor. İlk karşılaşma, her türlü duygudan yoksun olduğumuz altın an... Onasis, bu anın kıymetini anlamış,   deftere her zaman ilk izlenimlerini yazıyor. Aşk’la baktığımız insanı da bu sebepten çözemiyoruz sanırım... O yoğun duygulardan mütevellit

Çilli....

Bugün itibari ile tatilden dönmüş bulunuyorum.   Aslında kızları annanelerine bıraktığım için, tatilden mi döndüm, tatile mi döndüm,   orası henüz belli değil. Tamam, çocuklarımı seviyorum, onlarsız bir hayat düşünemiyorum ama, böyle kısa ayrılıklar da olmasa insan deli çıkar, mazallah... Kafa dinlemek her ebeveynin hakkı. Bizim gibi yalnız ebeveynlerin ise, iki kere hakkı... Gerçi benim anne kalbim, yılın tüm yorgunluğuna rağmen,   ayrılık anında tekledi... Hadi dönün benimle İstanbul’a, sonra birlikte geliriz, dedim.   Ama   sevgili sıpalak kızlarım, gidiş terminalinin önünde annanelerini görünce öyle bir koşup sarıldılar ki, görenler   çocukları ‘gece asıp, gündüz indiriyoruz’ zannetti. Gelin benimle İstanbul’a, lafı da böylece kaynadı gitti... Çaresiz kızları teslim ettik, uçağımıza bindik, İstanbul’a geldik... Dönüşte yanımda oturan, gayet zarif bir şekilde ayak ayak üstüne atmış,   bacaklarındaki   ve kollarındaki tüyleri jiletle kazımış, aşırı yakışıklı adamı saymazsak, tatilimi

Dangalaklığın Felsefesi... (II. Bölüm)

Burada bir parantez açmamız lazım. Singer’in ‘Darwin’in Evrim Teorisine Sol Bir Yaklaşım’ adlı makalesinde, evrim geçiren insanın, bedeni ile birlikte evrimleşen davranışlarının temeli soruşturulmaktadır. Singer’e göre etik, evrilen davranış teorisine uymaz. Yani insan davranışlarının, evrim geçiren bedeni ile birlikte değişen ve gelişen seyrinin, etik denen kavrama nasıl ulaştığımızı açıklamadığını anlatır. Ve derki; etik bu dünyaya başka bir evrenden ışınlanmış gibidir… Bence etik, Tanrı’nın varlığının ve davranışlarımızın köklerinin ondan geldiğinin kanıtıdır. Bu aynı zamanda, çocukların anneleri ve babalarının davranışlarını tekrar etmeleri, huylarını almaları ile de benzeşir. İyi bir tasarım çözümünün tekrarlanması ilkesi… Tekrar sorumuza dönelim; siz mutlağın ortasında yapayalnız kalsaydınız ne yapardınız? En basit şekli ile canınız sıkılırdı… Ve bu can sıkıntısı sizi harekete geçirirdi…   Muhtemelen Tanrı’nın da canı sıkıldı ve her şey böyle başladı… Ne yani, şimdi biz basit bir

Dangalaklığın Felsefesi…(I. Bölüm)

Geçen yaz okuduğum bir kitap, son günlerde iyice popüler olan, hatta popüler olmaktan bir adım daha öteye geçerek, insanların içine işleyen ‘sürece güvenmeyi öğren, kendini akışa bırak, kaderini aslında sen seçtin’ gibi söylemleri olan ‘Yeni Çağ’ın Felsefesi’ni bu şekilde tanımlıyordu. Neticede tanım benim değil. Bunu birazda yazımı okuyanların tepkilerinden korunmak için söylüyorum.   Yani tanım için bana kızmayın… Ama tanımı anlamsız bulduğumu da söyleyemem. İsterseniz bunun için kızabilirsiniz… Son günlerde bazı terslikler üst üste geldi. İşler, güçler, çocukların dertleri derken canım fena sıkıldı… Şimdi ‘İstanbul gibi yerde, iki kız çocuğunu bir başına büyütmek, hem de özel okullarda okutmak kolay mı’ diyerek içinizi kıymayım… Esasında bunlar gerçekten zor şeyler… Bir taraftan bakınca da hayatın olağan akışı… Genel tavır olarak, akışı olağan kabul etmekten yanayım. Ama bazen duygularım beni yeniyor, mantığıma galip geliyor ve kedere sürükleniyorum… Dün, nedir benim başıma gelenler

Sinan'ın hamamları, yakılır külhanları...

Geçen ay Çemberlitaş’a gittik. Yine bir Sinan eseri, yine ustanın izinden çıkılan bir yolculuk… Yine mimarlık’ın derimizin altına işlemiş hasletleri ile sabahın köründe yollara düşmeler… Hedefimiz Çemberlitaş Hamamı… Tamam, Sinan konusundaki dikkatimiz daha çok ustanın hamamlarına tekzip olmuş olabilir ama sonuçta eser, eserdir…   Bizimle sırf bunu bahane ederek dalga geçmek isteyen meslekdaşlarım olursa, onlara şunu demek isterim: siz de gidin de, varsın gittiğiniz hamam olsun… Hamam’ın girişi güzel düzenlenmiş. Hem turistik, hem temiz, pak… İçerisi sabahın çok erken bir saatinde olduğumuz için nispeten tenha… Burada soyunma odaları yok. Soyunma odalarının içine yerleştirilmiş, soyunma dolapları var. Anahtarlarımızı alıp, hiçbir şeyi unutmamak adına iki kere kontrol edilmiş kıyafet çantalarımızla bu odalara çıkıyoruz. Biraz sonra odaya ‘temiz don’ servisi yapılıyor. Ağzı büzgülü, parlak küçük keselere koymuşlar. Demek ki detaylara dikkat ediliyor… Sinan, Allah rahmet eylesin, yine