Ana içeriğe atla

Allah bir, avrat dört...

Geçen hafta bu konu hepimizi epey bir oyaladı. Hepimizi derken;  kadınlar top-yekûn ayağa kalktı. Erkeklerden  ses çıkmadı. İnsanoğlu nedense böyledir. Bir kural veya oluşum kendisine yarıyorsa, öbürlerinin ne tür bir kazık yediğine  pek aldırmaz. Cumhuriyet elden gidiyor, diye mangalda kül bırakmayan arkadaşlarımdan pek azı, bu temel kazanımlarımızdan birinin lav edilme çabasına tepki gösterdi.  Bizde bu vesile ile,  kadınlara duydukları muhabbetin, cumhuriyetin ilkelerine duydukları muhabbetten büyük olduğunu öğrenmiş olduk.
Konu ile ilgili düşüncelerimi daha önce yazmıştım. Sonrasında çok kişi karşı çıktı. Kadınların çok eşli olmalarının mümkün olmadığını söylediler. Baktım kadınlardan da heves eden yok...  Herkes evdeki bir taneyi gönderip, çamaşırından, ütüsünden yırtmak derdinde... ben de olayı birkez daha, dinimizin akidelerine göre olması gerektiği iddia edilen hali ile ele alıp irdeleyeyim dedim...
Durumla empati kurmak lazım. O yüzden bu hikayede kendimi  kocasının ikinci, üçüncü ve dördüncüleri almak arzusu ile baş etmeye çalışan  bir kadın olarak hayal edeceğim...
Mizanseni şöyle kuralım: İki genç insan birbirini sevmiş, evlenmiş,  bir hayat kurmuşlar. Ev, araba, iş, çoluk-çocuk herşey bir tamam hallolmuş. Derken  kadın kırk’a gelmiş, kocasının aklına karpuz kabuğu düşmüş...  Adamcağız,  bir kırklığı bozdurup, iki yirmilik almak hevesi ile yanıp kavrulmaya başlamış... Kanunlar buna izin vermediği halde olanlar göz önündeyken, bir de müsade çıktıysa  artık yapacak birşey yok... Burada kadının önünde iki yol beliriyor. Birincisi kaderine ağlamak, ikincisi ‘durumdan zevk almanın yoluna bakalım’ demek...
Ben genellikle ikinci yoldan gidenlerdenim. En azından deniyorum.  Bu seferde kaderimi ters köşeye yatırmak için sevgili eşime muhtemelen şöyle derdim:  tamam evlen, hakkın..  zaten para bok, devlette  arkanda... ama tek şartım var, üstüme gelecek üç kumanın ikisini ben seçeyim, birini sen seç... Maksat,  aramızda hır, gür olmasın...
Bunu duyupta gözleri parlamayacak erkek herhalde yoktur. Kadından izni bu kadar ucuz bir bedelle kurtardığına ilk başta muhtemelen inanamayacaktır. Benim bildiğim, üç kadın daha almak duygusu erkek milletinin o kadar başını döndürürki; kesinlikle işin önüne arkasına bakmaz...
Aslında hareketin amacı gayet açıktır: Çoğunluğu ele geçirmek...  Eskiden olduğu gibi evde hakimiyeti sağlamanın, kendi evinde sığıntı olmamanın ve olayları yönetebilmenin yolu çoğunluktan geçer... Buna halk arasında demokrasi denir.  Çoğunluğu ele geçiren kuralı koyar. Kuralı koyan da çoğunluğu ele geçirir... Bu kadar basit...
Amaç belli olduğunda,  yapılacak hareket  de bellidir.  Kesinlikle kırk yaş üstü , yemekten, içmekten, gezmekten, sohbetten anlayan, zeki, espirili, aşktan, sevdadan nasibini almış, hanyayı konyayı anlamış, lep demeden çorum’daki tarlayı  google earth’den bulabilen  iki kadın bulmak... Kriterler içinde en önemlisi kadınların kırk yaşını geçmiş olmaları... Zira böyle bir kumpas, yirmiliklerle kurulamaz. Ben gider üç tane yirmilik kız alırım, tepelerinde boza pişiririm, bir elim yağda, bir elim balda birinci kadın olarak kurum kurum kurulurum, diyerek Mahidevran Haseki Sultan rollerine heves edenler havalarını alır. Kadın milleti yirmisinde aşka da, sevdaya da, ihanete de meyilli olur. Yeni kocaya aşık olup, insanı bir kalemde satar. Ondan sonra işin yoksa ayıkla pirincin taşını...
Eve kırklık hatunlar geldiğinde, kocanın kısa süreli bir şok geçireceği aşikar... Ama olsun kadın kadındır, deyip ilk birkaç ayı fevkalade mutlu ve meşgul geçireceğine de şüphe yok. Fakat bir müddet sonra ayılacaktır. Ulan bunlar benim elime yirmi sene önce geçecekti ki, noktasına gelmeden müdahale etmek  gerekir. Yirmi yaşındaki saf genç kız, burada sahneye gelir...
Birinci kadın ‘Ah benim aslan parçam... biz sana şöyle hem elinde, hem dilinde, rus avratlarına benzeyen, sarışın, uzun boylu,  yirmilik bir kız alsak diyoruz... Malum  biz artık yaşlandık. Üçümüz bir olsak, yine de sana az geliriz. Alalım bir dünya güzeli, ahir ömründe etrafa da nam olsun. Hem yakışır aslanıma...’ diyerek bombayı patlatır. Gerçi bu lafların yarısına bile gerek yoktur ya neyse... Yirmilik, sarışın ve rus kelimeleri,  adamın bu öneriyi kabul etmesi için yeter de artar bile...
Ekseriyet ele geçirilmiş olduğundan, yirmilik kızımız eve geldiğinde, planın en öldürücü aşamasına geçilir. Üç kadın birlikte umre’ye gider... Ne yani... Dini kurallar bu kadar içselleştirilerek yaşanırken, umreye gidilmeyecek mi? Hem dininin gereklerini yerine getirerek dört tane avrat alan bir kocanın buna ne gibi bir itirazı olabilir? Üç kadın böylece kocalarının elini öperek helallık alır ve umre yoluna düşer..  Sonuç: Gece mesaisi defteri kapanır... 
Artık bizimkiler kuş kadar özgürdür. Gündüzleri olduğu kadar geceleri de onlara kalır...  Koca, yirmilik avradın başına sarılmak sureti ile dünyanın tadının çıkarılması işlemine başlanır...
-Aslanım, biz Bali’ye gidiyoruz.  Gülfem Hatun’un dizlerinde bir ağrı var.  Makbule Hanım’ların gelini söyledi, orada   Ketut diye bir ermiş varmış, el falına bakıyormuş, ağrın sızın şıppadanak geçiyormuş...
-Aslan parçam, biz Maldivler’e  gidiyoruz. Tusunami de ölen müslümanların ruhuna mevlüt okutulacakmış... Bizde senin gücün kuvvetin eksilmesin, allah seni başımızdan eksik etmesin diye fakire fukaraya sadaka dağıtıcaz.
-Yiğidim biz Los Angeles’a gidiyoruz. Türk-Amerikan iş adamları derneği çağırdı.  Javier Bardem müslüman olmuş. Sünnet düğünü varmış... Bir beşibiryerde aldık. Gömleğinin yakasına takıcaz. Cavidan’ın kocası altın maşallah yaptırmış. Biz eksik mi kalalım mazallah...
Görüldüğü üzere, bu kırklık hatunlar o mevlüt senin, bu mukabele benim gezerlerken, evdeki sarışın onların haline acıyıp durur. Taaa Bali’de çare aradıklarına göre, kimbilir ne devasız dertleri vardır. Dünya işlerinden de ellerini eteklerini çekmiş bu garibanların yolu, değil yatak odasına, artık ebeveyn banyosuna bile düşmemektedir. Vah ki ne vah...
Planın tek defolu tarafı yirmilik hatununda nihayetinde kadın olmasıdır. Bu yüzden her an olaylara ayılmak kapasitesi taşımaktadır. Kendini her gece Has Oda’ya gidiyorum sanan kızımızın, tekere çomak sokmaması için her daim uyanık olmak mecburidir.
-Hürrem, biz bu akşam Asmalımescit’e gidiyoruz.
-Asmalımescit nere abla? Böyle bağlık bahçelik bir yer mi?
-Mescit, mescittir yavrum.... ne lazım sana bağı bahçesi...  Biz şimdi çıkıyoruz. İki senedir kazaya bıraktığımız namazlarımızın farzını kılıp gelicez.
-Ama abla siz  her geceyi ibadetle geçirirken, ben  hep günah, hep günah...
-Aaaaa...Olur mu güzel kızım. Bundan büyük sevap mı var. Herşeyin bir zamanı var. Bir zamanlar bizde gençtik. Senin gibi aşık olduk, sonra da aşk uğruna Has Oda’nın kapısında keçe olduk. Üstümüze basıp geçmeyen ne Valide Sultan kaldı, ne Viktorya, ne Pargalı, ne Sümbül Ağa... Sonra kazıkları yiye yiye erdik. Çok şükür bu günlere geldik... Şimdi sende gençliğini doya doya yaşa.. Devamında nasılsa gelirsin bizim köye...
-Abla sen ne dedin, ben hiçbirşey anlamadım...
-Allah da anlaştırmasın yavrum.  Bu gece bizi bekleme... Sana Banghonk’tan getirdiğimiz siyah saten takımı giy, Süleyman sorarsa mescitte telefonları çekmiyormuş de... 
Evet hanımlar, beyler... Evde dört hanım sandığımız kadar kötü olmayabilir. İşin içinde aşk olmadıkça, olay fevkalede avantaja çevrilebilir. İşin içinde aşk oldu mu, çekilen yürek sızısı, hatunların diğer üçünün içeride veya dışarıda olduğuna göre, ya da legal mi, illegal mi olduklarına bakarak fark etmemektedir...
Test edildi, onaylandı...
Ah, kader ah...  Ah, gönlüm ah....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı