Ana içeriğe atla

Scorpions... Bir veda konserinden aklımızda kalanlar...

Dün gece Scorpions’ın dünya çapında düzenlediği veda turnesinin İstanbul ayağına gittik... Çok güzel bir konserdi. Grubun kırk altı yıldır müzik yapan bir topluluk olması hepimizi etkiledi. Bizde kendilerine, yirmibeş yıllık arkadaşlar topluluğu olarak veda ettik. Şimdi bende bu kadar anlamlı bir şeyin ardından, ne desem boş mantığından yola çıkarak, marifeti kendinden menkul edebi kabiliyetimi rafa kaldırayım, olayı kısa notlar halinde vereyim, dedim...


İşte o geceden aklımızda kalanlar...

Klaus Meine’nin sesi yetmişine merdiven dayamış bir insanın sesi gibi çıkmıyor. 1970 senesinde, gruba katıldığında nasılsa, halen öyle... Bir perdenin arkasından dinlenilirse, rahatlıkla I’m still loving you diyenin, 30 yaşında bir adam olduğu fantezisi kurulabilir.

1970 yılında bu grubu kurmuş insanların sahne performansı, zaman zaman 1970 doğumlu olanları utandıracak düzeylere ulaşabiliyor. Bu konuda bir takıntısı olanlar, doğum yıllarından on yıl önce kurulmuş grupların konserlerine gidebilirler.

Rock konserlerinde saçlar sallanırken, iki ayak omuz genişliğinde açık ve dizden bükük şekilde durmak bir racon değildir. Gövde düz tutularak saçlar sallanırsa, düşülür.

Bu tarz konserlerde, biletleri alan ve organizasyonu yapan arkadaşınızı iyi seçmeniz gerekir. Konserde oturma düzeni olmadığını size söyleyecek birini bulmanız önemlidir. Yoksa elbise ve topuklu ayakkabı ile gider, kepaze olursunuz.

Biletleri alan arkadaşınızın, internet üzerinden yapılan satış sözleşmelerini okuyup, okuduklarını anlayabilecek bir kişi olmasına da özen göstermelisiniz. Misal bu insan, biletleri kendi üyeliği ile alıp, devamında bir hafta boyunca sabah akşam telefon ederek ‘git biletleri konserden önce satış noktalarından teslim al’ diye başınızın etini yememelidir, konu ile ilgili lüzumsuz mailler atmamalıdır.

Konser alanında yiyecek ve içecek almaları için gönderilen arkadaş grubu üyelerinin en azından pratik zekaya sahip olmasına dikkat etmelisiniz. Kahve var mı? Sorusuna ‘yok’ cevabını alınca geri gelip ‘sıcak bir içecek yokmuş’ diyenlere, başka görevler verin. Bu tarz işlerde ‘yok’ cevabının alınca ‘peki, çay var mı’ diye sormayı akıl eden grup üyelerini görevlendirin.

Şayet gece vakti, konser alanına hasbelkader bir parktan geçerek iniyorsanız ve yolun bir kısmında karşınıza ‘inşaat sahasıdır, girilmez’ tabelası çıkarsa bunu dikkate alın.

Gittiğiniz konserin yaş ortalamasından otuz puan yukarıdaysanız, ışıklı tabelaların önüne konuşlanmamaya özen gösterin. Bu herkesin sizi apaçık görmesine sebep olur ve önünüzden geçen teenagalerin ‘has....tir’ tarzı hayret dolu söylemlerine muhatap olabilirsiniz. Böyle konserlerde mümkün olduğunca karanlık köşeleri seçin.

Etrafınızda içip içip sızan gençlere ‘ne içtiniz evladım, doktor yok mu, sizin ananız babanız bilse burada olduğuzu’ şeklinde müdahale eden kişileri, bir sonraki konsere götürmeyin.

Aynı şekilde ıslak çimlerin üzerinde oturanlara ‘bilmiyorlar oturuyorlar ama ileride çocukları olmayacak’ diyenleri bir sonraki konsere götürüp götürmemek ise size kalmış. Onlar hakkında yukarıda saydığımız diğer kriterlere bakmadan karar vermeyin.

Konser alanındaki görevlilere ‘sesi biraz kıssanız olmaz mı, kafamız şişti’ diyenleri, konser sonuna dek tanımıyormuş gibi yapın.

Bu yaşta teşkilatta bazı değişiklikler olabilir. Misal, kafanızı sallarken ayağınıza kramp girebilir. Bunun için hazırlıklı olun.

Bu tarz konserlerde, kırk yaş üstü, halim, selim insanlara rastlama ve tanışma ihtimaline karşı, sizinde aynı halim selimlikte olduğunu ifade edecek bir yaklaşımdan şaşmayın. Ayrıca bu insanların dikkatini çekebilmek içinde her daim bir senaryonuz olsun. Mesela, oturduğunuz ahşap sıradan dolayı batan eğe kemiklerinizi bunun için malzeme olarak kullanabilirsiniz. Dikkatini çekmek istediğiniz kişinin tipine bağlı olarak; doktor, doktor yok mu? Veya akademisyen yok mu? Bari kamuda çalışan bir mühendis olsaydı, tarzında imajinasyonlara her an hazırlıklı olun.

Böyle organizasyonlarda, gerçek veya yapma bütün sarışınların gecenin sonunda bir partneri olduğu, bilinen bir gerçektir. Şayet sizde yalnızlık çekiyorsanız, kumral veya esmer saçlarınızda ısrar etmeyin.

Gecenin sonunda Nişantaşı saray muhallebicisinin önünde taksiyi aniden durdurup, koşa koşa tavuk göğsü, keşkül veya fırın sütlaç yemeye gitmeyin. O saatten sonra ağır gelebilir.

Scorpions’un en meşhur ikinci şarkısı olan ‘Wind of Change’i, windows change olarak anlayan kişilerden uzak durun. Kendileri muhtemelen sizinle aynı entellektüel düzeyi paylaşmamaktadırlar. Veya en azından kafayı işle güçle bozmuşlardır. Her iki durumda da o tiplerden bir hayır gelmez.

Son olarak, Still loving you, nakaratında, artık bunu söyleyebileceğiniz kimsenin kalmamış olduğunu hayretle fark edip, ne oluyor şimdi be... şeklinde bir hayat muhasebesine girmeyin... Bu duygulara kapılırsanız, yeniden anı yaşamaya dönün. Uyandığınız sabah, bir sonraki gece için özenle hazırlanın, kendinizi sokaklara atın, bunun sadece bir şarkı olduğunu unutmayın....


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı