13 Nisan 2015 Pazartesi
Gün 3;
Como yollarında...
Saat 7:00
Geceleri yorgunluktan o kadar kıpırdamadan uyuyoruz ki, sabah kalktığımızda
illaki bir tarafımız tutulmuş oluyor. Böylece, bir önceki gün aşırı hareket etmekten
mütevellit ağrılarımıza, bir sonraki günün sabahında yenilerini ekleyerek
uyanmış oluyoruz.
İrem’in alarmı ‘a riva, a riva’ diye bağıran bir adam sesiymiş. Bu sabah
bizi o uyandıracaktı. Dolayısı ile alarmı çaldı. Ben, yan dairedeki mimarlar,
bizimle gösterişli bir şekilde tanışmak istiyorlar zannettim. Özlem ve Gaye’de
eve birileri girdi sanmışlar. Sonuçta hepimiz korktuk. Allah’tan alarm
çaldığında, uyanıktık da, korkmakla kaldık. Yoksa akıl oynatması şeklinde daha
ciddi sonuçlar olabilirdi.
İrem yan dairedeki mimarlardan birini sabah balkonda görmüş. Başka mimar
arayışına girelim, diyor.
Saat 9:00
Stazione Centrale’deki pastaneden kruvasanlarımızı aldık. Bu sefer çay da
var. Ben arka koltukta ayaklarımı uzatmış oturuyorum. Bu arabayı kullanmaktan
hoşlanmadım. Gözüme küçük geldi. O yüzden direksiyonda Gaye var. Önce sadece
resmi evrak üzerinde dahil olduğu bu kiralama işinin, pratik olarak da ortasında kalmış durumda.
Resim 19 : Ailemizin kruvansancısı
Santa Margarita Pastanesi.
Bizim yüzümüzden mahalleye kıtlık
geldi.
Saat 9:30
Şu anda Como Gölü yolundayız. Navigasyonu otobanları devre dışı bırakacak
şekilde ayarladık. O yüzden dağ yollarından gidiyoruz. Maksat, İtalyan
kırsalını görmek…Günün manşeti Özlem’den geldi… ‘Como’da olan, Como’da kalır…’ Hadi bakalım.
Olsun da, varsın Como’da kalsın.
Saat 10:30
Como’dayız. Merkezi pas geçip, Bellagio tarafına yöneldik. Bir tarafı dağ,
bir tarafı Como gölü ile çevrilmiş, iki arabanın yan yana zor geçtiği yollardan
gidiyoruz. Ben bu kadar muhteşem bir manzarayı daha önce hiç görmemiştim. Yolun
kenarlarına yerleşmiş güzelim evler de cabası. Ağzım açık seyrediyorum.
Gölün kenarından yol alırken havada bir deniz uçağı gördük. Kızlar böyle
şeyleri hep bana mal ederek konuşuyorlar.
‘Gülfem bak George geldi, seni arıyor’ falan… George dedikleri de George
Cooleney bu arada…
Hep bana takılmalarının nedenini merak ediyorum. Aklımda üç ihtimal var;
a)
İçlerinde
lükse ve paraya en meraklı olan benim,
b)
İçlerinde en
şaka kaldıranları benim,
c)
İçlerinde en
andavallıları benim…
Como Gölü’ne bakan manzara terasından bir türlü ayrılamadılar. Baktım,
bıraksam bütün günü burada geçirecekler, ‘hadi kızlar gitmemiz lazım, George
indi, evde yemek yok’ dedim.
Arabaya binin, deyince binmiyorlar. Böyle şeyler söyleyince, lafımı
dinliyorlar. Çok ilginç… Bir de her dediğime gülüyorlar. Bununla ne yapıcam hiç
bilmiyorum.
Resim 20: Seyir terasında biz… Arkamızdaki fon Como Gölü…
Saat 14:00
Yemeği, Bellagio’nun ara sokaklarından birinde, La Fontana restoranda
yedik. Aşçı, sırf Gaye istedi diye, menüde olmamasına rağmen niyokki yaptı. Bu
bizim, habersiz yemeğe gelen misafire, istedi diye Kayseri mantısı yapmamıza
benziyor. Ben de şu ana dek İtalya’da yediğim en iyi ravioliyi yedim. O kadar
güzeldi ki, pizzaların kenarlarını sosuna bandık ve ekmeğin kenarı ile tabağı
bir güzel sıyırdık. Üstüne çikolatalı sufle ile cila çekerek yemeği bitirdik.
Resim 21 : Bellagio’nun ara sokakları işte böyle bir şey…
Biz tam kalkacakken, yanımızdaki masaya üç tane ecnebi hatun oturdu . Birer
kase salata ısmarladılar. Biz, şeker komasına girmemek için, yemeğin üstüne
kahve mi içsek, yoksa buradan limana kadar koşarak mı gitsek, ne yapsak diye
debelenirken, onlar yağsız salatalarını didikliyorlardı.
Ondan sonra lafa gelince, yok efendim bizim genetik yapımız bu, yok efendim
hatlarımız yuvarlak, Akdeniz kenarında yaşayanlar böyle, ne yapalım… İşte
bunlar hep hormon, bizde hiç kabahat yok…
Resim 22:La Fontana’nın iki
masasından biri boşalsın da, yemek yiyelim diye bekliyoruz.
Beklerken, kızlar geziyor, ben
yazıyorum.
Saat 16:20
Feribot iskelesinde bekliyoruz.
Resim 23: Hayalimdeki Como…
Göl’ü görüp, biraz da kenarında dolaştıktan sonra aşağı yukarı böyle bir
şey olması gerektiğini düşündüm.
Resim 24: Olduğunu zannettiğim Como…
Resim 25:Gerçek Como…
Böylece gölün kenarından araba ile dolaşmak hayalimiz suya düştü. O yüzden
şu anda feribot sırasındayız. Feribotlar, taş çatlasa 10 araba alan tekne irisi
şeyler. Bellagio’dan Cadenabbia’ya feribotla geçicez. Oradan tekrar Como
kasabası yönüne dönücez. Böylece Bellagio’yu bir de karşıdan görücez.
Bellagio’da iskele inip kalkıyor.
2.50 mt inip kalkan bir sistem kurduklarına göre, burada yaz-kış
aylarında ya da gelgitlerde suyun seviyesi esaslı bir şekilde değişiyor.
Resim 26: Alın size, inip kalkan iskele… Teknik detay koymazsak, bi
tarafımız şişer…
İskele’de oturduğum banktan, İsviçre Alp’lerini görüyorum. Zirvelerinde kar
var.
Saat:17:00
Bellagio’dan bindiğimiz feribottan, Cadenabbia’da indik ve Como yönüne
döndük. Göl’ün kenarındaki yerleşimler inanılmaz bir nefasette... Böyle
zamanlarda, bu çevrenin içinde yaşayamadığım için kahr oluyorum. Mimar olarak,
kalbimde bazen fiziksel bir acı bile hissediyorum. Allah bu kadar uyumlu ve
ahenkli bir güzelliği nasıl olmuşta tek bir ülkeye vermiş. Hayret edilecek şey…
Resim 27: Feribotta etrafı seyrediyoruz. Bizde neden böyle güzellikler yok
diye fena halde kızgınım. Veya gözüme güneş geliyor da olabilir. O kadarı
aklımda kalmamış artık…
Resim 28: İrem’in objektifinden, karşı kıyıdan Bellagio…
Saat:17:30
Como kasabasındaki bir gazete bayisinden harita aldık. Sonuçta iki gündür
kopuk uçurtma misali dolaşıyoruz. El yordamı ile gidilecek yerler bitti. Artık
haritaya bakmak lazım.
Limanda bir iyileştirme çabası var. İnşaatı çeviren tel çitin üzerine,
Como’nun 1850’li yıllardaki halini gösteren resimler asmışlar. Dönüp bakınca,
resimlerdeki binaların, otellerin bugünde aynı hali ile durduğunu görüyoruz.
Aynı açıdan bir fotoğraf çeksek, ikisini yan yana koysak, 7 fark bile
bulamayız. Adamlar her şeyi olduğu gibi korumuşlar.
Resim 29: Como Kasabası
Haritayı aldıktan sonra, kıyıdan içerlere doğru yürüdük. Malikane kıvamında
evler gördük. O evlerin gerek kendi içlerinde, gerek diğer evlerle uyumunu
seyretmek, mimari bir rapsodiyi dinlemek gibi geliyor insana… Öyle bir rapsodi
ki, taşla, tuğlayla, ahşapla bestelenmiş…
Resim 30:Como Evleri
Como kasabasının sahilinde büyük ve geniş gölgeli ağaçları olan güzel bir
park var. Gençler iyi havayı kaçırmamışlar. Erkekler şortları ile, kızlar
don-sütyen iç çamaşırları ile güneşe serilmişler. Bir Avrupa kentinde olmanın
en iyi tarafı galiba bu. Sütyeni ile güneşlenen kıza, bir Allah’ın kulu dönüp
bakmıyor. Diğer erkekler, kızın yanından, başlarını bile çevirmeden yürüyüp
geçiyorlar. O kalabalık içinde kıza en çok bakan yine biziz galiba…
Saat 18:00
Deniz kenarındaki parka konuşlanıp, haritayı açtık. Birkaç istişareden
sonra, dağ yollarından Varese yönüne gitmeye karar verdik.
Resim 31: Haritadan yön bulmak en başarılı olduğumuz konulardan biri değil
sonuçta… Dolayısı ile uğraşmak gerekiyor.
Varese, İtalya ilgili hiçbir kitapta adı sanı geçmeyen bir kasaba… Ama bir
saatlik yolculuk sonunda, merkezine vardığımızda, büyük ve güzel evler,
ağaçlıklı geniş sokaklar ve Baboli Bahçeleri’nden güzel bahçesi olan bir saray
bulduk.
Resim 32: Varese
Saat 22:30
Evdeyiz. Balkonda oturup, gündüz yol üzerinde gördüğümüz bir marketten 3
Euro’ya aldığımız limoncelloyu içiyoruz ve muhabbet ediyoruz.
Saat 23:00
Kızlar hala oturuyorlar. Limoncello beni çarptı. Çok içtim galiba. Artık
yatıyorum…
Bu arada arabayı bütün gün Gaye kullandı. Bu konuda fikir dahi beyan
etmemiş biri olarak, iki gün üst üste, üstelik daracık dağ yollarında, nasıl
olup da 800 kilometreden fazla yol yapmış olabileceğine zerrece akıl
erdiremedi. O araba kullanırken biz sürekli ‘Gaye sağda çok güzel bir ev var
ama sen bakma’ ‘dağlar muhteşem, yoldan gözünü ayırma’ ‘göl harika, sen önüne
bak’ ‘aaa deniz uçağı uçuyor, sakın dönme’ falan dedik… Neticede insanlık daha
ölmedi…
Tom-Tom olayı
Tomtom’la aramızdaki ilişkiye özel bir bölüm ayırmamız gerektiğinden, bunu
ayrıca yazmak istedim.
Tomtom’dan sorumlu kişi İrem’di. Tomtom’a o kadar abuk sabuk komutlar yazdı
ki, en sonunda alette kayış koptu ve biz otoyola bir sokup, bir çıkararak
götürmeye başladı.
İrem’in Tomtom’a yapmaktan en çok hoşlandığı şaka, bir destinasyonu
işaretledikten sonra, Gaye’ye farklı bir yol tarif ederek aleti
re-calculating’den çatlatmaktı.
Gaye, Tomtom’un her tarifine karıştı. İkinci sol demiş ama üçüncüyü girmiş.
Yok efendim ikiye ayrılmış yolu tek saymış… Özlem’le arka koltukta mantığın
sesi olmaktan perişanız. Gaye’ye bunun sadece bir alet olduğunu anlatmak
imkansız. Hayırlısı ile arabayı bir teslim etseydik de, kurtulsaydık.
Bu arada arabanın torpido gözünde eşşek kadar bir İtalya haritası varmış.
Murhpy kanunları gereği, tabii ki 7 Euro’yu bayılıp, harita aldıktan sonra
gördük bunu…
Gelecek Bölüm:
Ve Tanrı Jandarma’yı yarattı.
Bildiniz, fuardayız…
Yorumlar
Yorum Gönder