Ana içeriğe atla

Yeni Başlayanlar İçin New York rehberi

New York bir şehirden çok, bir soğana benzer... Birbiri üstüne sarmalanmış pek çok katmandan oluşur. Bir şehir görüntüsü altında, pek çok şehir New York'ta alt alta, üst üste, yan yana, diz dize yaşar.

New York uzaktayken özlenen, yanındayken yoran ve bıktıran, ayrılınca hüzünlendiren bir şehirdir. İnsan bir giderken, bir dönerken sevinir. Ama kendi toprağına ayak bastığı andan başlayarak, acaba ne zaman tekrar giderim, sorusunu sormayan fani, neredeyse yoktur. En iyisi bu kısır döngüye hiç girmemektir. O yüzden New York'a gitmeye karar vermeden önce ‘acaba bana ne tür bir rahat battı’ sorusuna tatminkâr bir cevap bulmak önemlidir. Cevap yoksa, bu yazıyı okumaktan vazgeçin. Ama New York işine bulaşmayı, kendinize, kimsenin tesirinde kalmadan, tamamen özgür iradenizle ve aklınız başınızda olarak reva gördüğünüze karar verirseniz, okumaya devam edebilirsiniz. Sonuçta hayat sizin, keyif sizin…

New York üst üste bir çok şehirden oluşur demiştik. Bu yüzden herkesin New York'u farklıdır. Geri gelen her gezgin, farklı bir şehir anlatır. Bu yüzden yapılacak en iyi şey, hiç bir tavsiyeye uymamaktır. Ama bir sebepten dolayı, gidenler anlatmadan, gitmeyenler sormadan duramaz.

Bu yazı, New York'un gerçekte var olmayan Midtown bölgesini en çok seven biri tarafından yazılmıştır. Kendi New York'unuzun neresi olduğuna karar vermenize kadar geçecek zamanda, aklınızda bulunsun diye de yayınlanmıştır.

New York’a ne için gittiğinize karar verin.

New York, el kol sallanarak gidilip, sokaklarında avare avare yürünecek bir şehir değildir. ‘Ya ağbi gidelim de hele bir… Bizde kalabalığa karışırız. Nasılsa Allah kerim…’ mantığı, bu şehirde işlemez. Eğer böyle bir salaklık yaparsanız, paradan çıktığınızla kalırsınız. O yüzden amacınızı net bir şekilde ortaya koyun. Alışveriş yapmaya mı gidiyorsunuz, kültür-sanat etkinliklerine mi takılacaksınız, ünlü restoranlarda yemek mi yiyeceksiniz veya tarihi bir gezi mi planladınız? Cevabınız tarihi bir gezi ise, vazgeçmek için fırsat varken, bunu değerlendirin. Çünkü New York’ta ki en tarihi şeyler, 1700’lerin sonundan kalma kıç kadar bir şapel ve George Washington’ın takma dişleridir. Görseniz de olur, görmeseniz de… O yüzden kendinize bunu yapmayın.

Tarihi gezi meraklıları köprüden önce son çıkıştan çıksınlar, kalanlar devam etsinler lütfen…

New York seyahatinizi planlamaya en az bir yıl önceden başlayın.

Eğer Amerikan kültürüne aşina bir insansanız, İngilizce’yi aksanlarını duyabilecek kadar iyi konuşuyorsanız ve daha önce en az üç büyük dünya şehrine seyahat etmişseniz, seyahatinizi planlamaya bir yıl öncesinden başlayabilirsiniz. Çünkü Özgürlük Heykeli’nin Tac’ına çıkmak veya Federal Bank’ın kasalarına inip, dünyadaki altın rezervlerinin dörtte birini görmek gibi, sadece New York’a özgü pek çok aktivite için internet üzerinden rezervasyon yaptırmanız gerekir. Ve bu rezervasyonlar da genellikle bir sene öncesinden dolar. Tutulan Brodway Showları da buna dahildir. Ama ‘ne işi var benim özgürlük heykeli’nin tacı’nda’ diyorsanız, siz bilirsiniz. Ayrıca batıl inançları olmayanlar için, New York’luların lanetli kabul ettiği Amsterdam Tiyatrosu’nda her zaman bilet bulunabildiğini de söylememiz lazım.

Amerikan kültürü ile bağlantınız CSI New York düzeyindeyse ve diziyi Türkçe alt yazılı izliyorsanız, bu şehirde hiçbir şansınızın olmadığını söylememize izin verin. Ama yazıyı buraya kadar okuduğunuza göre, sizde bir 'inadım inat' durumu var demektir. O zaman bir akıllılık yapın, New York seyahatinizi planlamaya on yıl önceden başlayın. Çocuklarınızı bir Amerikan okulu’na falan verin.  Onlar genç beyin, nasılsa İngilizce’yi su gibi öğrenirler, yol yordam da bilirler, siz de arada kaynarsınız.

Unutmayın, New York’ta hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Haritalarda Manhattan üç bölüme ayrılır; Downtown, midtown ve uptown… Bunu bir nevi aşağı mahalle, orta mahalle ve yukarı mahalle gibi düşünebiliriz. Ancak gerçekte böyle bir ayrım yoktur. Sadece uptown ve downtown vardır. Bulunduğunuz yer neresi olursa olsun, ya aşağıya gidersiniz, ya yukarıya… O yüzden midtown diye bir yeri boşuna aramayın. Ayrıca gerçek New York’lular şehri yönlere göre bölerler… Doğu, batı, kuzey güney… Bu yüzden bir adres sorarsanız, size hemen caddenin hangi yönünde olduğunu söyleyeceklerdir. Misal Canal Street’te bir yere gitmek istiyorsanız, Doğu Canal Street mi, Batı Canal Street mi diye bakmanız gerekir. Yoksa Manhattan’ı enine on kilometre yürürsünüz, aklınız başınıza gelir.

New York’un meşhur showlarının adresi Broadway olarak bilinir. Ancak bütün büyük tiyatrolar, Time Square yakınlarında ve özellikle 7. Cadde ile 42’nin kesiştiği yerdedir.

Altıncı cadde’de de, beşinci cadde’den daha çok dükkân vardır.

Ünlü restoranlardan uzak durun.

New York’ta iyi yemek ve paranızın karşılığını almak istiyorsanız, yapmanız gereken tek şey, adı bilinen yerlerden uzak durmaktır. Seyahat rehberlerinde methedilen restoranların çoğu, vasatın altındadır. Bir dünya yol gittikten, bin bir zahmetle içeri girip, en kötü masaya razı olduktan sonra, yediğiniz yemekten aklınızda kalan tek şey, ne yaparsanız yapın elinizden çıkmayan yağ kokusu olacaktır.

İyi yemek için, şehirde yaşayan halim selim insanların gittiği restoranları bulmanız gerekir. Adı çıkmış bir restoranda bir tabak suşi nerden baksanız 50 dolardır. Oysa Çin mahallesinde on kat daha lezzetlisini, tanesi bir dolardan yiyebilirsiniz. Kendinize bir iyilik yapın, wireless bağlantıya denk geldiğinizde, tripadvisor app’ini yükleyin. Hiçbir şey beceremezseniz, tripadvisor’a bakarsınız. Her halükarda bulacağınız restoranlar, adı dilden dile söylenenlerden daha iyi yemek servis eden yerler olacaktır.

Ne yaparsanız yapın, sakın Manhattan Adası’nda kalmayın.

Hollandalı’lar Manahata’yı, Kızılderililer’den 60 Florin’e (bugünkü para ile enflasyon payı dahil 500 dolara denk gelmektedir) aldıkları günden beri bu ada lanetlidir. Kabilenin lideri olaya uyanıp, kendisini tarihin önünde madara eden adamlara, bin tane beddua etmiştir. Manahata’nın adını Manhattan yapan bu adamların torunları dahi bu lanetin etkisi altındadır. Kızılderililer’den esirgedikleri paranın kölesi olmakla cezalandırılmışlardır. Hiçbir şey ve hiç kimse için vakitleri yoktur, her yere koşarak giderler ve çeşitli ayak oyunları içinde geçen günleri boyunca en az sekiz saat telefonda konuşurlar.  Günde 50 milyar doların el değiştirdiği bir yerde, kalabalıkların içinde yalnız başlarına sürünür dururlar.

O yüzden New York’ta yapılacak en büyük hata, bu keşmekeşin içinde bir otele yerleşmektir. Şehre gelmek isteyen herkes bir bok varmış gibi burada kalmak istediği için, otel odaları genellikle çok küçük ve pahalıdır. New York’ta ne kadar merkezde olursanız olun ki; New York’ta merkez diye bir şey de yoktur, metroya veya taksiye binmeden bir yerden bir yere gitmek imkansızdır. Dolayısı ile, metro durağına yakın olmak şartı ile, Manhattan’a komşu çevrede kalmak çok daha akıllıcadır. Kıç kadar otel odası parasına manzaralı bir apartman dairesi kiralayabilirsiniz ve hiç değilse akşam camınızı açtığınızda, içeriye temiz hava girer.

New York yürümek için yapılmamıştır.

Sakın aklınız Avrupa şehirlerine gitmesin. Bir Avrupa şehrinde günde on kilometre yürürseniz, şehrin yarısını dolaşırsınız. New York’ta on kilometre yürürseniz, Central Parkı’n kuzey ucundan, güney ucuna ancak gelirsiniz. O yüzden yürümeyi unutun. Elinize bir metro haritası alın ve gidebildiğiniz her yere metro ile gidin.

New York’ta taksi de iyi bir seçenektir. Ancak trafik açıksa… Ki bu hemen hemen hiç olmayan bir şeydir.

Kombine bilet almaktan çekinmeyin…

New York’ta her şey için kombine bilet satılır. Metro için, müze girişleri için, aktiviteler için… New York’a ayak bastığınızda, bu biletlerin fiyatlarına bakıp, ‘oha… biz kendimizi satsak bu kadar etmeyiz. Bu para bir bilete verilir mi’ demeyin. Kişi başı 104 dolarlık sınırsız metro bileti, hele de Türk parasına çevirince, gözünüze çok gelebilir, ancak New York’ta açlık sınırında yaşayan dört kişilik bir ailenin günlük ortalama metro masrafı, sadece iki değişik yere gitseler bile 40 doları geçer. City Pass ve benzeri kombine müze girişleri de fiyatları ile göz korkutur ancak New York’ta en uyduruk müzelere bile kişi başı 20 dolardan aşağı girilmez. O yüzden bu biletleri almak her zaman iyi fikirdir.

Şehre ayak bastığınız ilk gün Özgürlük Heykeli’ne gitmeye çalışmayın.

Bu heykel şehrin, hatta Amerika’nın sembolüdür, kabul, ama koşa koşa buraya gitmek, iyi bir fikir değildir. Çünkü pek çok aktivitenin yan ürünü olarak size Liberty Statu’nun dikildiği adaya giden feribotun biletini hediye ederler. Tabii ki bunu babalarının hayrına yapmazlar. Zira bu adaya gitmek, heykelin tac’ına çıkmak veya kaidesine tırmanmak için ilave biletiniz yoksa, zaten büyük bir olay değildir. Şöyle bir etrafında döndüğünüzle kalırsınız. Taç veya kaideye çıkmak için, biletinizi bir sene önceden almanız gerektiğini daha önce söylemiştik. Eğer lafımızı dinlemeden adaya giderseniz, heykelin dikildiği parkın içinde kös kös yürürken, kaideden veya taç’tan, sıradan fanilere el sallayan sadrazam çocuklarını gördüğünüzde, sızlayan yüreğiniz ile ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız zaten.

Birkaç gün beklediğiniz halde kimse size adaya giden feribotların biletlerinden hediye etmediyse, bu sizde bir yamukluk olduğunu göstermez. Sadece turistlerin kaz gibi yolundukları yerlerden uzak duruyorsunuz demektir. O zaman sırtınızı Wall Street’e verip, kendinizi Broad caddesi’nden denize doğru salın. Yolun bittiği yerde, ücretsiz feribotlar var. Onlara binin, gidin heykelin etrafında bir tur atın, gelin… Yeter zaten…

Geldiğiniz gün, ilk iş bir tur otobüsüne binin…

New York’ta pek çok tur otobüsü vardır. Tripadvisor, Big Bus’u öneriyor. Ama siz bakın, hangisini aklınız keserse ona binin. Ve bütün rotaları içeren kombine bilet alın. En basit tur ile, bütün turları içeren paket arasında sadece 6 dolar olduğunu unutmayın. Böylece New York’u sokak sokak dolaşırsınız. Bu sırada elinizde bir harita olursa, iyi olur. Gitmek istediğiniz yerleri haritanın üzerinde işaretleyip, ertesi gün nokta atışı yaparsınız. Böylece sokaklarda haymana beygiri gibi dolaşıp, vakit kaybetmekten kurtulursunuz.

Bu otobüslerin güzel tarafı, sürekli ring yapmalarıdır. Misal Metropolitan müzesinin önünde inip, müzeyi gezdikten sonra, tekrar tur otobüsüne binip, seferinize kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Aynı yerlerden birkaç kez geçseniz bile ziyan etmiş olmazsınız. Çünkü her tur rehberi o yerler hakkında kendi kafasına göre bir şeyler anlatır ve sizde her seferinde farklı bir şeyler öğrenirsiniz.

NewYork aslında gece yaşayan bir şehirdir. O yüzden, üç kuruşa tamah edip, gece turlarına katılmamazlık etmeyin. Ve denk getirebilirseniz Rehber Tony’nin turunu alın. Bunu da size bizden başkası söylemez. Bu iyiliğimizi unutmayın.

Central Park’a giderken yanınızda örtü götürün.

New York’u bilmeyenler bile Central Park’ı bilirler. Burası Manhattan’ın en orta yerinde süper bir parktır. New York’lular günün her saatinde burada çimlere yayılırlar… Sıklıkla, parkta konserler düzenlenir. İnternet’ten parkın web sitesini takip edin ve bu aktivitelerden birine katılmadan sakın geri gelmeyin. Şansınız yaver giderse, New York Filarmoni’nin konserlerinden birine bile denk gelebilirsiniz. Bu aktivitelerin olmazsa olmazı örtüdür. Yanınızda muhakkak bir örtü götürün. Bir tarafı su geçirmez olursa daha iyi olur. Böylece kıçınız, her daim sulanan veya yağmurla ıslanan çimlerden sırılsıklam olmaz. Ayrıca böyle bir konsere en az üç saat öncesinden gitmeniz gerektiğini de unutmayın. Çünkü parka minimum 70 bin kişi toplanacak ve konser saatinde gelirseniz, değil oturmak, ayakta durmak için bile yer bulamayacaksınız. Konserin başlamasını beklerken, otur, otur, beliniz kopacak. O yüzden bir süre sonra uzanmak isteyeceksiniz. Karnınız acıkacak. Yayılıp, yemeklerinizi yiyeceksiniz. Örtünüz tüm bu aktivitelere cevap verecek büyüklükte olmalıdır.

Yıldızların altında uzanarak, Gershwin çalan New York Flarmanoni’yi dinlemek, çekilen sıkıntıya değer. Konser bitince, parkın güney ucundan başlayan havai fişek gösterisi ‘ben sıkıldım, ben yoruldum, çişim geldi, bizi buraya neden getirdin’ diye mızıklayan çocuklarınızın gözünde sizi temize çıkacaktır, merak etmeyin.

En fazla üç müze gezebileceğinizi aklınızdan çıkarmayın.

New York bir müzeler şehridir. Hepsini gezmeye ömür yetmez. O yüzden gitmeden önce derin bir araştırma yapın ve en çok görmek istediğiniz üç müzeyi belirleyin. Müze  binaları da en az müzeler kadar ilginçtir. Bazen içindekiler sizi çekmese de, müzenin sadece binasını görmekle bile bahtiyar olabileceğinizi unutmayın. Bakınız; Guggenheim…

Bu kadar bilgiyi nereden bulayım, dedektif miyim ben, diyenler için biz bir seçim yaptık. Bize göre görülmeye değer üç müze Metropolitan Museum of Art (MET), Museum of Modern Art (MOMA) ve Museum of Natural History’dir. Bu müzelerin her birine birer tam gün ayırmanız gerektiğini ve özellikle MET’te, sabahtan akşama kadar koşar adım dolaşsanız bile, sergilenen eserlerin sadece yüzde on’unu görebileceğinizi unutmayın. O yüzden müze yönetimi tarafından size önerilen kısa ve seçilmiş rotaları takip edin, kendinizi boş yere helâk etmeyin.

One World Observaroty

11 Eylül saldırıları ile yıkılan Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine dikilen kulenin tepesindeki gözlem platformuna çıkmayı ihmal etmeyin. New York’u en yüksek noktasından görmeden önce, sizi bu karşılaşmaya psikolojik olarak hazırlayacak bir şov seyredeceksiniz. Anlatıp, süprizi bozmayalım. Ama New York’u tepeden gördüğünüz ilk anda, nedenini bilmeden alkışlamaya başlayacağınızı söyleyelim. Sonradan salim kafa ile düşününce, Amerikan pazarlama endüstrisinin satış tekniklerine hayran olacak ve hatta aklınız varsa, biraz korkacaksınız.

11 Eylül kurbanları için yapılan müzeyi de gezebilirsiniz. Burada yıkılan binanın çelik kolonlarından parçalar var. Teknik bilgisi olanlar, kolonların boyutlarını görünce, binaların çöküşü ile ilgili farklı komplo teorileri geliştirebilirler.

Amerikalı’lar tarihi tersten yazıyorlar. Yani önce ay, sonra gün… Kulenin yıkıldığı tarih 9/11… yani 911… En bilinen kurtarma numaraları. Eğer bu seçilmiş bir gün değilse, tesadüfün iğne deliği diye bir şey vardır ve kuleler uçakların çarpması ile yıkılmışlardır zaten.

Ve son olarak; New York’ta her yeri ve her şeyi göremeyeceğinizi kabul edin.

New York her köşesinde, her an başka bir aksiyonun cereyan ettiği bir şehirdir. O yüzden altı ay kalmayacaksanız, ne kadar yırtınırsanız yırtının, her şeyi ve her yeri görmeniz mümkün değildir. Kafayı kırıp, etrafınızdaki harekete detayları ile hâkim olucam derken, balatayı yakmayın. Kendinizi akışa bırakın. Hasbelkader önünüze çıkanları yaşamakla yetinin. Size sunulan aktiviteler ve yaşadığınız aksiyonlar için Allah’a şükredin. Tevekkel olun. Neticede kısmetten gerisi yalandır, unutmayın…







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı