Ana içeriğe atla

Sex&the city (second edition)


Bizim ebeveynlerimizin ‘Erkek gibi bir kız çocuğuna sahip olmak' saplantısı vardı. Bu durum, becerebilen tüm kız anne ve babaları için esaslı bir gurur kaynağıydı. Eş dost arasında ‘Kızımı ordunun içine salsam, kız girer, kız çıkar, heh heh heh...’ şeklinde lüzumsuz muhabbetlere girerlerdi. O zamanlar memlekette galiba bir tane bile aklı başında adam yoktu. Dolayısı ile hiç kimse ‘Sal kızı ordunun içine de, gör başına neler gelir, demezdi. Kız ordugaha girer de, öteki taraftan ne çıkacağını Allah bilir...
  Mübarek, Alman icadı sosis makinası sanki. Bir taraftan ineği koy, öte taraftan sosis çıksın. Sosisleri koyunca da inek çıkacak demek ki. Sen de kızı koy, öteki taraftan ordu çıksın. Ordu koyunca da kız çıkar, Allah izin verirse.  Var mı böyle bir saçmalık... Galiba, diğer aile üyeleri de kız çocuk sahibi olmanın ezikliği ile böyle apır sapır konuşan garibana dokunmazlardı. Allah vurmuş, birde biz vurmayalım hesabı... Zira o devirlerde kız çocuk sahibi olmak başlı başına eksiklenilecek bir olaydı ama şimdi  o konuya girmeyelim, hiç çıkamayabiliriz.
Neticede; bizler erkek olmak marifetmiş gibi büyütüldüğümüz için mi, yoksa kromozomlarımızdaki (x) geninde bir hasar olduğundan mıdır bilinmez, erkek gibi davranmayı, düşünmeyi, yemeyi, içmeyi, oturmayı, kalkmayı marifet saydık. Hele benim gibi erkeklerin sayıca çoğunlukta olduğu işlerde çalışanlar, iyice araziye uydu. İki sene önce iş gezisinde çekilmiş bir fotoğrafım var; masada on dört kişiyiz, on üç erkek, bir de ben... Onlardan tek farkım uzun saçlarım. Pantolonlarımız, gömleklerimiz, ceketlerimiz, botlarımız hatta bilgisayar çantalarımız bile aynı...
Sanıyorum kılık kıyafetteki bu deformasyon ruhumuza ve davranışlarımıza da  yansıdı. Kendi adıma yıllarca şöyle düşündüm ‘Erkeklerle ahbaplık etmek, kadınlarla ahbaplık etmekten kolaydır. Çünkü erkekler  daha akılcıdır. Ben  erkekleri tercih ederim, istisnalar dışında kadınlarla arkadaşlık etmem’.
Şimdi bu ne demek? Kadınlara özgü davranış tarzlarının özenilecek bir tarafı yoktur. Ayrıca ben, o kadar gelişmiş, o kadar aklı duygularının önünde bir kadınım ki, hemcinslerimin ağlak muhabbetleri ile uğraşamam.  Standart kadın duygusallıkları bunaltır,  ancak erkeklere özgü realite keser beni’.
Şayet yukarıda söylediklerim doğru olsa  idi, yıllarca hiç kimse tarafından anlaşılamamaktan şikayet etmemem gerekirdi.  Ama ben o günlerde oksijeni nasıl yakıyorsam artık, bir türlü bu iki önermenin arasındaki çelişkiyi fark edemedim. Kendime şöyle sormak hiç aklıma gelmedi; Bir sürü erkekle çevrelenmiş vaziyette yaşıyorsun. Günde on sekiz saat çalıştığına göre, hayatının dörtte üçü onlarla geçiyor. Konuşmak için bir sürü zamanınız var; uçaklarda, hava alanlarında, toplantı aralarında, yemek molalarında çuvalla geyik muhabbeti yapıyorsunuz. Eee öyleyse ne demeye seni anlayan kimse olmuyor?
Hayatın insanlara kavrayamadıkları dersleri döndürüp tersinden üç kez okutmak gibi bir adeti var. Daha da anlamazsan, çevirip gözüne sokuyorlar. Bana dersi üç değil, beş kere tersinden okuttular, yine de anlamadım. Sonunda gözüme soktular. Çok şükür, bu aşamada anladım. Çünkü gözüne sokulunca da anlamayanı bir sonraki aşamada kazığa oturtuyorlar ki, Allah muhafaza..
Bu yazıyı yazmaktaki emelim, anladıklarımı paylaşmak... O yüzden lafı daha fazla dolandırmadan, bir ucundan başlayım:
Özetle; bir kadınla bir erkek arasında pek çok ilişki olur. Aşk olur, sevgi olur, nefret olur, kardeşlik olur, iş ortaklığı olur ama dert ortaklığı olmaz... Tecrübeyle sabittir. Şimdi bir kadın ve bir erkek tasavvur edin... Öğle arasında bir restoranda karşılıklı oturmuş yemek yiyor olsunlar. Farklılık ilk önce ısmarlanan yemeklerde göze çarpar. Standart bir kadın salata ısmarlar. Şayet ruhunda  biraz maceraperestlik varsa, salatanın üzerine ızgara tavuk  koydurur. Toplumsal baskıları umursamayanlar ise krep veya makarna yer. 
Şimdi dönün erkeklerin tabağına bakın. Salata yiyeni bulmak zaten hayal. Porsiyonlar genellikle büyük ve cüretkardır. Hamburgerler, patates kızartmaları, bonfileler  bol yağlı sosların içinde serbest yüzer. Hatta bazıları öğle yemeğinde bira bile içer. Bu onların özgüvenlerinin ve kontrol yeteneklerinin üstü kapalı ilanı gibidir aslında...  Erkekler ne kadar yağlı porsiyonlar ısmarlıyorlarsa, empati yetenekleri o kadar az olur. Bu onların, kadınları geren kilo ve estetik problemlerine olduğu kadar diğer problemlere de fevkalade ilgisiz olduklarının en temel göstergesidir. İstisnai olarak Club Sandviç yiyenlerin sizi bir nebze olsun anlayacağını umabilirsiniz. Ancak orada da sizinle kuracakları empati ve ruhlarınız arasındaki benzerlik, Club sandviç ile Akdeniz usulü tulum peynirli salatanın benzerliği kadardır.
Şimdi böyle bir masada kadın ve erkek karşılıklı oturmuş, salatalarını ve XXL hamburgerlerini yiyerek dertleşiyor olsunlar. Kadın muhakkak diyet kola, erkek Miller içmekte... Kadın iki gözü iki çeşme anlatıyor:
-Ay Aytunç, olacak iş mi? İnsan karısının kız kardeşine asılır mı? Hazmedemiyorum, boşanıcam ben bu heriften...
-Neden boşanacaksın ki?
-Ayol ne demek neden boşanacaksın? Adam kız kardeşime sarktı diyorum, sen beni nerenle dinliyorsun?
-Bak Ayten, boşanırsan hata edersin...  Adam senin kız kardeşine asılmış. Demek ki seni çok seviyor.
-???
-Kız kardeşin kim? Bu dünyada sana en çok benzeyen insan... Bu kadar kadın arasından onu seçmiş. Demek ki baktığı her yerde seni görüyor bu adam... Bence kocanla gurur duymalısın...
-???????
Tamam kabul,  yukarıdaki diyalog çok sıra dışı... Ama yaşı kırkı geçtiği halde aşağıdakini duymayan kalmış olabilir mi?
-Ay Aytunç, inanamıyorum... İnsan aynı anda iki tane metres edinir mi? Hazmedemiyorum, boşanıcam ben bu heriften...
-Neden boşanacaksın ki?
-Ayol ne demek neden boşanacaksın? Adamın iki tane metresi varmış diyorum, sen beni nerenle dinliyorsun?
-Şimdi bu kadınlar esmer mi, sarışın mı?
-Esmer... Esmer de bana ne elin bilmem nelerinin saç renginden...
-Bak Ayten, boşanırsan hata edersin. Adamın bütün metresleri esmermiş.. Demek ki kocan seni çok seviyor...
-???
-Kızım, sen de esmer değil misin? Adamın bütün metresleri sana benziyor. Demek ki baktığı her yerde seni görüyor bu adam... Bence kocanla gurur duymalısın...
-???????
Metresler sarışın olsaydı da durum değişmezdi. Bu sefer kendinize dert ortağı olarak seçtiğiniz erkek arkadaşınız, dünyanın yuvarlak olduğundan hareketle, aslında hangi yöne gidildiğinin bir önemi olmadığını, hep aynı yönde ilerlendiğinde nasılsa başlanılan noktaya geri dönüleceğini, bu yüzden kocanızın ters taraftan Hindistan’ı keşfe çıkan bir Macellan olduğunu, asıl ulaşmak istediği noktanın siz olduğunu, bu yüzden adamın size olan sevgisine saygı duyup bu konuyu fazla da büyütmemeniz gerektiğini  anlatacaktı.
Dertleşirken önemli olan çözüm bulmak değildir. Derdini anlatan insan öncelikle anlaşılmak ister. Dolayısı ile kendine dertleşmek için bir erkeği seçen kadının muradına erme ihtimali asla ve kat’a yoktur. Erkeklerle dertleşmenin kadın cinsi üzerinde  bıraktığı tek etki, kafa karışıklığı ve suçluluk duygusudur.
Aynı konular iki kadın arasında konuşulduğunda durum tamamen farklıdır. Bir kere ikisi de salata yer ve diyet kola içer. Duygudaşlık davranışlardan  ve masanın düzeninden bellidir.  Garson masaya yaklaşınca susulur, geri kalan zamanlarda karşı mahalleden duyulacak bir ses tonu ile konuşulmaya devam edilir. İkide bir boş sandalyelere yığılmış olan ve yerçekiminin cazibesine kapılarak ha bire aşağılara kayan paketler düzeltilir. Ana yemekten  sonra muhakkak tuvalete gidilir ve salata ile başlayan macera ‘Batsın bu dünya, yiyenler ölmüş de, yemeyenler ölmemiş mi’ anlayışı içinde profiterol ve capuccino ile biter. En sonunda da Türk kahvesi ile fal bakılarak cila çekilir...
Sonuçta kadınlarla dertleşirken de problemler çözülmez. Ama muhataplar daha leb demeden leblebiyi anladıkları için, ruh tazelenir, kafa boşalır ‘Yalnız değilsiniz’ hissi damardan yaşanır ve eve ‘Dünyanın eğrisini biz mi düzelticez’ mantrasına iman tazelenmiş olarak dönülür.
Ben hayatımın yirmi yılını birinci örnekte anlatıldığı şekilde geçirdikten sonra, nihayet aklımı başıma topladım. Biri kafamıza eşit olduğumuz düşüncesini onluk çivi ile fena halde çakmıştı. Ama hem eşit hem farklı olabileceğimizi kimse söylememişti. Başarı, kariyer ve para için erkeklerle cebelleşirken, erkek gibi düşünmemiz ve davranmamız gerektiğini milyon kere anlatmışlardı. Ama ‘Sokma akıl yedi adım gider’ lafının ne anlama geldiğini kimse açıklamamıştı. Asıl var olmanın aynılaşmaktan değil, farklılığı korumaktan geçtiğini nedense söylenmemişti. Çünkü, iş dünyasında erkeklerin eksikliği yoktu. Ortada realitenin (erkek olmak realist olmak demekse eğer) hası dururken, kim, neden ve hangi akıllara ziyan hesapla çakmasına heves etsindi ki....
Benim de iki kızım var. Onlar ile ilgili düşüncem; ‘Ordunun içine salsam, bir daha geri gelmezler’. O yüzden elimden geldiğince çocuklarıma sahip çıkmaya çalışıyorum ama içlerinde var olan ve günü geldiğinde  ortaya çıkacak ‘enfes’ kadını öldürmeden yapmaya çalışıyorum bunu...
Şimdilerde eteklerimi, fularlarımı, yüksek topuklu ayakkabılarımı saklandıkları yerlerden çıkardım. Sürüdeki kara koyun olmaktan vazgeçip, kendi sürüme döndüm. Aslıma dönerek var olmanın keyfini sürüyorum...
Yarın bir parti var. Şarap, pizza ve çikolata... Buyurun, diyemeyeceğim. Çünkü Sex&The City’de dediği gibi ‘Birbirlerini on yedi yaşından beri tanıyan kadınlara' özel bir parti...  Belki biraz kilo alacağız ama eminim hepimiz bu partiden yenilenmiş olarak çıkacağız...
Alışmış kudurmuştan beterdir, derler. Özel bir parti ama nasıl olsa dayanamam yazarım. Yakında okursunuz. Kadınların, ne yazarsam yazayım anlayacağına şüphem yok. Gel gör ki; erkekleri bilemiyorum. Bu arada unutmadan; yıllarca ‘Anam onu dedi, kocam bunu dedi, bir kedi gördüm sanki’ şeklinde kafalarını ütülediğim tüm erkeklerden de bu vesile ile özür dilerim J

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı