Ben küçükken, çok küçüktüm...
Gerçekten... Bütün yaşıtlarımdan daha ufak tefek, çelimsiz, minnacık bir çocuktum.
Ama bu küçüklüğüme inat, çok da zor bir çocuktum... Bir kere duygusuzdum. Hiçbir
olayda en ufak bir zayıflık belirtisi göstermeden, sadece yapmak istediğim ne
ise, hedefe kilitlenir ve onu yapmaya çalışırdım. Çok gerekmedikçe ağlamazdım, kesinlikle rica
etmezdim ve asla özür dilemezdim. Ne anneme, ne babama, ne de kardeşime sarılmazdım. Kerem anneme sarılırken, öperken,
ben kendisini uzaktan alaycı bakışlar ile izlerdim.
Bazen inat ediyor, diye Deniz’e
kızıyorum. Ama ben inatçının önde gideniydim. Nuh derdim, bir daha peygamber demezdim.
Hala’mın kayınpederi rahmetli Hasan Dede anlatmıştı. Galatyalı’lar böyle inatçı
olurlarmış. Bir sene köyde salgın çıkmış. Asker gelmiş, köyü karantinaya almış,
giriş, çıkış yasaklanmış. Galatyalı’lar inat etmişler, vurulmak pahasına
karantinaya girmemişler... Hasan Dede’nin karısı Ziynet Nine de Galatyalı’ydı.
Hasan Dede, karısının inadından bahsederken, ‘Galatyalı anam bunlar... kurşunu yerler,
karantinaya girmezler’ derdi... Annem de bana Galatyalı derdi... Bende kurşunu
yerdim, karantinaya girmezdim...
Çocukluğumda ve gençliğimde isyan
edebileceğim ne varsa, hepsine isyan ettim. Bizim sınırlarımız şimdiki çocuklar
kadar geniş değildi. Elimizdeki imkanlar kısıtlıydı. Ama ben bu kısıtlı
imkanlar ile, elimden gelenin en iyisini yaptım. Hatırlıyorum, çok fazla
kıyafetimiz yoktu. Bu yüzden gezmeye giderken hep aynı şeyleri giyerdik. Başka
kıyafet olmadığı için, ben bunu giymem, diyemezdik. Annem önce bizi giydirir,
sonra gider kendisi hazırlanırdı. Geri geldiğinde, ben üzerimdeki herşeyi
çıkarmış olurdum. Annem beni tekrar giydirirdi.
Derken büyüdüm. Kendi kanatlarım
ile uçmaya başladım. Rüzgar bazen arkadam esti, bazen alabora oldum. Birkaç
kere kırıldım, döküldüm... Sonra yeniden başladım.
Dün, devam eden hayatım kapsamında
Taşkışla’da ders vermeye gittim. Dersten
çıkınca da annemi aradım. Daha ben merhaba, demeden annem ‘yavrum, inşallah
milletvekili de olursun’ dedi... Anne rektörleri milletvekili yapmıyorlar, ben
öğretim üyesi bile değilim, nasıl milletvekili olayım, dedim. Olsun, ben seni
hep bu mevkilerde görmek isterim, dedi... Güldüm, biraz daha konuştuk, telefonu
kapattım...
Akşam çekilen resimler geldi.
Annem facebook’tan resimlere bakmış. Aradı... Resimler hoşuna gitmiş, hedef
büyütmüş... Bu sefer, inşallah milletvekilinden daha yüksek mevkilere gelirsin,
dedi... Eve gittim, resimlerin altına yazdıklarını
okudum. Ve ben o duygusuz, o allah’ın cezası kadın... Kadın tabiatı üzerine
yaratılmış olmasına rağmen, erkekler ağlarken bile kılı kıpırdamayan kadın... Kendini
bildi bileli, Türk filmleri de dahil olmak üzere sayılı kereler hislenmiş
kadın... Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Kırküç sene boyunca elimi hiç
bırakmayan annem için ağladım. Tüm huysuzluklarıma, tüm aksiliklerime rağmen
benden hiç vazgeçmeyen, bana her zaman inanan, her düştüğümde, kalkmama yardım
eden, durum yardım etmesine imkan vermiyorsa dahi, batan gemide benimle
birlikte kurtarma sandalını bekleyen, üniversitede iki saat ders anlattım, diye
hayalinden milletvekili olacağımı geçiren annem için...
Telefonu açtım. Anne resimleri
babama da göster, olur mu dedim... Olur gösteririm, dedi...
Annem yaşarken, halâ çocuğum ben. Çocuklar korkusuzdur, çünkü onları melekler
korur... Bir parça çikolatanın geçiremediği hiçbir acıları yoktur. Üstlerine
peri tozu serpilirse uçarlar. Yatağın altında canavar yoksa, herşey yolunda
demektir. Açık bırakılan gece lambası, onları bütün kötülüklerden korur. Onlar sadece oyunlarda düşerler... dizlerine
batikon sürülünce, kalkarlar, yeniden koşmaya başlarlar... Çocukların hayalleri
olur, gelecekleri olur. Onlar herşeydir. İsterlerse doktor olurlar isterlerse
pilot, veya çöpçü.. İçlerinde dilenci olmak isteyenler bile olur. Veya
başbakan... Hepsi imkan dahilindedir.
Annem yaşarken, halâ çocuğum
ben... Annem benim milletvekili olacağıma inanırken, halâ çocuğum... Annem varsa,
düştüğümde sadece dizlerim acır. Sonra annem yaralarıma batikon sürer,
iyileşirim. Üzülürsem, çikolata yerim...
Sanırım anladınız, bir sonraki
seçimlerde milletvekilliğine adayım. Meclise girdikten sonra, başbakan olucam,
sonra da cumhurbaşkanı olucam. Türkiye'nin ilk kadın cumhurbaşkanı diyecekler benim için...
Güllü, Güllü diye bağıran insanlara köşkün balkonundan el sallıycam... Sonra
pilot olucam. Gezilere giderken, cumhurbaşkanlığı uçağını ben kullanıcam. Cumhurbaşkanlığından
emekli olunca, bekli İngiltere Kraliçesi olurum. Belki Uzay 1999 dizisindeki ay üssü Alfa'da yaşarım veya polis olurum... Polisliğe hep çok özenirdim. Cumhurbaşkanı Güllü
ve Kraliçe Güllü olduktan sonra belki de Polis Güllü olurum.
Annem yaşarken, annem bana
inanırken, herşeyi ama herşeyi yapabilirim...
Bir sonraki seçimlerde evet mühürünü
Güllü isminin altına basın...
Bu kadar duygusallık yeter,
dağılın...
Yorumlar
Yorum Gönder