Eskinden bir arkadaşım vardı, 7/24 hiç durmadan film seyrederdi. Gece, gündüz, işte, evde,
arabada... Hayat geçip giderken O’nun böyle hiç ara vermeden film seyretmesi
beni gererdi. Sanıyorum sayesinde konuya bir tepki geliştirdim. Yıllarca hiç
film seyretmedim. Böylece çok güzel ve anlamlı pek çok filmi kaçırmış oldum.
Arada sırada facebook’ta
yazıyorum; Karayip Korsanları’nı seyrettim, Pulp Fiction’ı seyrettim diye...
Okuyanlar 'yeni mi seyrettin' diye soruyorlar, evet deyince inanamıyorlar. Geçenlerde de tesadüf Digitürk’ün film kanalında
rastladım, Narnia Günlükleri’ni izledim.
Seyrettiğim bölümde çocuklar bir
adaya düşmüşlerdi. Önce, içine atılan her şeyi altına dönüştüren gölü ve
sonrasında altın eşyalar ile dolu vadiyi keşfettiler. Çocuklardan bazıları bu
eşyalara doğru koşmaya, onları alıp kollarına, bileklerine takmaya başladılar.
O sırada bu çabayı izleyen ve diğerlerinden daha bilge görünen bir tanesi ‘burası
Narnia, buradan hiçbir şey götüremezsiniz’ dedi...
Peki burası neresi? Etrafımız tepeleme altın, gümüş, elmas, lüks araba, lüks ev, pahalı kıyafet dolu... Bugüne dek milyarlarca insan öldü. Serveti ile gidebilen oldu mu? Hadi servetten vazgeçtim, yanında tek bir delikli kuruş
götürebilen var mı?
Miras müessesi galiba bunun için
icad edildi... Biriktirmenin anlamsızlığına kılıf olsun, diye... yanımızda
götüremiyoruz, o zaman manyak mıyız, ne halt etmeye deli gibi topluyoruz, diye
soran vicdanımıza; çocuklarımız var, onların geleceği için uğraşıyoruz, demek
için...
Geçenlerde, yatağıma yattığımda düşündüm; gökten bir melek inse
dese ki; Gülfem, Tanrı sana seçme şansı veriyor. Maddiyat mı istiyorsun,
maneviyat mı? Korkularımdan seçimimi yapamadım. Parasız kalırsam ne halt ederim,
sorusuna cevap veremedim. Aç kalırsam, sefil kalırsam... yertsiz, yurtsuz sokaklara düşersem... Ya yokluktan hasta olur, doktora gidemezsem de, hastalıktan ölürsem...
Varlıklı olursam ölüm yok sanki... O gece sabaha kadar uyuyamadım.
Ruhundaki boşluğu para ile dolduran
varsa, gelsin söylesin... Bugüne kadar aldığı evden, bindiği arabadan, giydiği
paltadon bir anı saklayan var mı? Mutluluğu, ebedi şimdiye mahkum benliklerimizde
sadece anılarıyla tutan bizlerin, geriye dönüp baktığımızda çorbadan kaşığımıza
gelenler hangileri... Arabanın galeriden çıktığı gün mü? Yoksa çocuğumuzu
kucağımıza aldığımız an mı? Evinin tapusunu aldığında hissettiklerini yirmi
sene sonra hatırlayan kişilerin sayısı mı fazladır, aşık olduğu insanın eli
eline değdiği anı hatırlayanların sayısı mı?
Birlikte pişirilen bir paket
makarna, deniz kenarında içilen bir şişe rakı, porsiyonda kaç dilim var diye
iddiaya girilen kalamar... Hepsini toplasan yüz lira etmez... Her ay bin paket
makarna, yüz şişe rakı, beşyüz porsiyon kalamar parasını kazanıp, sonra yalnız
içmenin yorgunluğuna değer mi acaba?
Yarın sabah kalkıp, kaldığım
yerden devam edicem... Tüm gün ihtiyacımdan fazlasını kazanmaya çalışıp, akşam
eve geldiğimde, aç yatanlar için kendimi suçlu hissetmemek için bütün bunları
çocuklarım için yapıyorum, diyicem....
Dün gece bizim evde parti
vardı... Gelen herkes, çocuklar için meyve suyu, büyükler için miller getirmiş.
Dolap ağzına beraber dolu. Birazdan bir miller içip, unutmak ve uyumak istiyorum..
Artık millerla da ne kadar unutulursa...
Sevgili dostlar, arkadaşlar,
Romalı’lar... Bu vesile ile söylemek isterim ki, hepimiz lanetlendik... Burası Narnia, burdan çıkış yok...
Cümleten iyi akşamlar...
Yorumlar
Yorum Gönder