Dün sabah İstanbul’dan yola
çıktım, Marmaris’e geldim. Maksat çocukları annemlerden alıcam, İstanbul’a geri
getiricem. Böylelikle hiç değilse bir haftalığına ara verdiğimiz ders, kurs,
yıllık fotoğrafı, mezuniyet elbisesi gibi konu başlıklarını içeren çılgın
koşuşturmamızın içine tekrar dalabilicez.
Bu sabah erkenden uyandım.
Bahçede yapılan inşaatları görmek için evden çıktım. Hava çok soğuk olduğu için
sıkıca giyindim. Çorap, üstüne eşofman, onun üstüne hırka, hırkanın üstüne
mont... ayağımda da asker potinini aratmayan botlarımla, bahçenin taş
ustalarının duvar ördüğü tarafına gittim.
Baktım bir tarafta Kerem,
arıtmanın borulamasını yapıyor, diğer tarafta babam taşçılara dert anlatıyor.
Kerem’in işleri rutin. Bende daha heyecanlı olan duvar örme tarafına yöneldim.
Babamla selamlaştık. Gel Gülfem, dedi.. Merdivenlerden çıktık, inşaat sahasını
çeviren alüminyum trapez levhaların ortasındaki kapıyı açtık ve şantiyeye
girdik. Orası nasıl olmuş, burası nasıl olmuş diye bakınırken rüzgar esti.
Babam yerde duran bir odunu gösterdi. Gülfem, al bunu az evvel içeri girdiğimiz
kapının önüne daya, esintiden çarpmasın, dedi. Babamın dediğini yaptım, odunu
kapının önüne koydum. Biz konuşmamıza geri dönmüştük ki, rüzgar bir öncekinden
daha hızlı esti. Benim kapının önüne dayadığım odun düştü. Bunun üzerine babama
‘bir dakka, ben şu zıkkımı bir sabitleyim de geleyim’ dedim. Ayağımı bir adım
önüme atmamla birlikte, yerde serili duran su borularına bastım. Su boruları
kendi çevresinde döndü. Kendimi bir an sirklerde varilleri çevirerek gösteri
yapan adamlar gibi hissettim. Ama bende maalesef öyle bir denge yeteneği
olmadığı için, ayağımın altında dönen borularla senkronize olamadım, borular
basamaktan aşağı dökülürken, bende onlarla birlikte yuvarlandım. Ayaklarım,
inşaat alanını çeviren trapez levhaların altına girdi. O an aklıma gelen, bu levhaların alt ucunun bileklerimi
kesme ihtimali oldu. Daha bu ihtimal ile ilgili düşüncemi tamamlamaya kalmadan,
gövdemin geri kalanı basamağa vurdu. Kaba etimden sırtıma, sırtımdan boynuma,
boynumdan kafama doğru yürüyen bir acı ile sarsıldım.
Düştüğümü gören babam, olduğu
yerden ‘yavrum, yavrum’ diye bağırarak, bana doğru koşmaya başladı. İçimden
eyvah, dedim. Vaktiyle ‘valla elimizden geleni yapacağız, modern tıbbın
imkanları ile kızınızı ölüme terk edecek değiliz’ dedikleri ameliyata girerken,
kılı kıpırdamayan adam, böyle tepki gösteriyorsa, kopartayı fena halde dağıttık,
diye düşündüm.
O sırada aklıma Hasan Dayı geldi.
Hasan Kefeli, babaannemin erkek kardeşi, babamın dayısı... Rahmetli, galiba 70’li
yaşlarındayken, bir sarhoş kavgasının ortasında kalmış. Daha doğrusu, kendisini
çağırmışlar. Hasan bey, filanca ile filanca kavgaya tutuştular, gelin, sizi
dinlerler, ayırın, demişler... Bu hadise olduğu zaman, mahalle kavramı daha
ölmemiş. Herkes birbirini ev ev tanıyor. Rahmetli bu ricaya karşı duramamış,
yaşlı haline bakmadan sokağa fırlamış, kavgayı ayırmaya gitmiş.
Ama sarhoşlara laf anlatmak ne
mümkün... Ayıp değilmi, ne yapıyorsunuz, siz komşunuz, demeye kalmamış,
adamlardan biri Hasan Dayı’ya bir yumruk sallamış, rahmetliyi yere sermiş.
Kavgacılar sonunda karakola
taşınmışlar. Komiser Hasan Dayı’ya olay nasıl oldu diye sormuş. Rahmetli de ‘hemman
geldim, hemman vurdu, hemman düştüm’ demiş... Bilmeyenler için söyleyim, hemman
anadolu’nun bazı yerlerinde hemen manasına gelir.
Yerde yatarken aklıma işte bu laf
geldi... Benim aklıma neden böyle en olmadık zamanlarda en olmadık şeyler gelir, bilmiyorum. Bu da ayrı bir ruh
hastalığı belirtisi olsa gerek... Hangisi, bilen varsa, söylesin, memnun
olurum.
Ben bunları düşünürken, baktım babam
merak içinde başımda bekliyor. Gülfem ne yapıcaz şimdi, dedi... Ayağa kalkıcaz
herhalde, dedim... Burada dura dura olmaz... Elimden tuttu, kalktım, üstümü
başımı silkeledim. Nasıl oldu yavrum bu, dedi... Baba hemman geldim, hemman
bastım, hemman düştüm... dedim...
Yarın İstanbul’a dönücez. Asker
potini botlarım sayesinde ayak bileklerimde kesik yok, ezik var. Sol elimin
avuç içi yaralı. En büyük hasar kalçamda... Kaba etlerim patlıcan moru ile
mürdüm eriği arası bir tonda... Oturmak bir eziyet... Bakalım nasıl oniki saat
araba kullanıcam.
İnşallah hemman biner, hemman
sürer, hemman gideriz...
Yorumlar
Yorum Gönder