Bildiğiniz üzere, söylemin aslı ‘bırak
gitsin. Dönerse senindir, dönmezse hiç senin olmamıştır’… Hatırlarsanız, vaktiyle
üzerinde çeşitlemeler yapmayı pek sevmiştik; Bırak gitsin, dönerse senindir,
dönmezse ebenindir, gibi… Sonra bunu bir adım daha ileri taşıdık; Bırak gitsin,
dönerse senindir, dönmezse ebenindir, zıplıyorsa delidir, çömeldiyse elleme…
Orijinalinin sahibi Halil Cibran.
Dünyayı sallamış bir şair ve filozof… Hayat hakkında çok isabetli tespitleri
var. Ama gitmek isteyeni değerlendirdiği bu önermesi maalesef yanlış. Ben de bu
akşam, popülerliği sebebi ile insanları sürekli hatalı ve yıkıcı kararlara sevk eden bu düşüncenin doğrusunu açıklamak için buradayım.
Acaba neresinden başlasam… En
kolayı kendimden başlamak. Sonra çemberi genişletirim, bulgularımı evrenselleştiririm
ve dilek ve temenniler bölümü ile de bitiririm.
Şimdi efendim, benim kadın-erkek bağlamında en uzun süreli ilişkim maalesef eski kocam ile oldu. O
yüzden kendimden örneklemelerimin birçoğunda ne yazık ki bu beraberliği anmak
zorunda kalıyorum. O yüzden sizden ricam, tarzımı duygusal bir temele
bağlamamanız… Buradaki amaç, eskiyi yad etmek değil, tamamı ile halka hizmet.
İlişkimiz süresince, kendisini gitmesi için bıraktığım üç an olmuştu. Gündelik kavgalardan, ‘Allah canımı alsın da, kurtulayım senden, tarzı yakınmalardan söz etmiyorum. Bu adamın artık sevgilim
olmasını istemediğim üç gerçek andan söz ediyorum.
Birincisi, ofisi açtığımız seneye
rastlıyor. Yer; Mar Mimarlık ofisi, Beşiktaş… Boğaza bakan pencerelerin önünde
ayakta duruyoruz. Ben aramızdaki ilişkinin bitmesi gerektiğini söylüyorum,
çünkü benim istediğim bu değil. Bunları daha önce de söylemiştim. Ama beni anlamak
yerine, idare etmeyi tercih etmişti. Ancak bu sefer sesimde ve tavrımda bir
değişiklik var; bir karar vermişim ve verdiğim karardan dolayı rahatlamış
durumdayım. Karşısındaki insanı egosuna stepne yapanlara özgü köpek
balığı hisleri ile, ellerinin arasından kayıp gittiğimi hemen hissediyor.
Sonuç; yarım saat sonra, uzun süredir çıktığı çocuktan evlenme teklifi almış
genç bir kızım…
İkincisinde, tatildeyiz. İstanbul’dan
gideceğimiz yere varana kadar kavga ettik. ‘Boşanalım, yeter’ diyorum. Beni
tasdik ediyor. Otelin kapısında arabanın bagajından kendi bavulumu alıyorum, o
da basıp gerisin geri İstanbul’a dönüyor. Bir saat sonra, duşumu almışım, elimde
kahvem, saçlarım havluya sarılmış vaziyette, balkondaki rahat koltuğa yayılmış denizi
seyrederken, uzun zamandır ilk defa huzurluyum. Derken telefon çalıyor. Resepsiyonist
kız, ‘Burada odanızın numarasını soran bir beyefendi var, eşiniz olduğunu söylüyor,
lütfen lobiye gelir misiniz, diyor. Köpek balığı hisleri bir kez daha devreye
girmiş. Sonuç; bir hafta boyunca hayatımın en el bebek, gül bebek tatilini
geçiyorum.
Üçüncü ve son sefer, evden
ayrıldığı gecenin sabahına denk geliyor. Gittiğinde salonda oturuyordum. Bilgisayar çantasını ve mutfak
tezgahının üzerinde duran vitaminlerini toplarken çıkan sesleri dinledim. Garajın kapısı kapandığında içimi büyük bir rahatlık hissi kapladı. Uyumuşum... Ertesi sabah erkenden çalan
telefonu ile uyandım. Uykumda vücuduma ve ruhuma yayılan huzur, herhalde
malum olmuş. Arkadan ‘konuşma onunla’ diye bağıran annesine ‘lütfen susar
mısın, karımı duyamıyorum senin yüzünden’ diye cevap veriyor. Ajitasyonun dik alası…
Ben de salağım çünkü…’ Karım’ diyerek tribünlere oynadığını anlamayacak kadar
izansızım. Bir şeyler daha söylüyor; bu sefer çocuklar ve Deniz’in
yaklaşan doğum gününde babasını yanında göremezse bundan nasıl etkileneceği
konusu da var. Oysa ben dinlemeyi bırakmışım. Gözümün önünden evlenme teklifi
aldığım gün ve otele geri döndüğü tatil geçiyor. Artık hayvan terli… 'Bekle beni eve geliyorum, seni görmem lazım' derken telefonu kapatıyorum.
Böylece yanımızda avukatlarımız olmadan yaptığımız son konuşma da bitmiş
oluyor.
Evliliğimiz devam ederken,
yaşadığımız sorunları aşabilmek için bir danışmana gitmiştim. Bana ‘devam eden
danstan memnun değilseniz, adımları değiştirin’ demişti. Ben, kadının tam
olarak ne demek istediğini, flört dönemi ile birlikte yirmi yılı geçen
ilişkimizde sadece üç kez adımları değiştirmeyi başardığımı ve üçünün de
kadersel sonuçları olduğunu, başıma musallat olan şuursuzluğum sebebi ile çok
sonra anladım tabii… Yazının burasına kadar bencileyin anlamayan olduysa, tabak
gibi ortada duran gerçeği bir kez de düz yazı formunda yazayım; eski kocam, bütün
diğer egosantrik insanlarda olduğu gibi, bana aşık değildi aslında. Benim ona
gösterdiğim ilgiye aşıktı. Bende tezahür eden aksini seviyordu. Kalbimde seyrettiği
görüntüsüne hayrandı. Ben bu hayranlığa hizmet eden bir objeydim sadece.
Soğuktan korunmak için giydiği palto gibiydim. Paltosunu kim sever ki… Ama kar
yağarken, almaya çalış bakalım sırtından…
Geçenlerde Halil Cibran’dan
alıntıların derlendiği kitabı okurken ‘bırak gitsin, dönerse senindir, dönmezse
zaten senin olmamıştır’ cümlesini görünce işte bu yüzden tepem attı. Halil Cibran
ne kadar büyük bir feylosof olsa da bence bu sefer baltayı taşa vurmuş. O’nun
söylediklerine iman eden bir nesil, karşısındaki insanı sevmek yerine, kendisine
gösterilen ilgiyi seven ve bu ilgiyi canlı tutmak için her türlü dramı yaratan
kibirli insanların yüzünden zayii oldu gitti. Halil Cibran’ın ellerine de ‘bırakmıştım
gitsin diye, işte geri döndü, demek ki beni gerçekten seviyormuş’ diyen saf
akıllı yüzlerce insanın vebali bulaştı.
O yüzden arkadaşlarım ben derim
ki, çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz. Halil Cibran’ın boş bir anına
gelmiş, bu lafa yalan karışmış. Siz siz olun, bir ilişkiden istediğinizi
alamıyorsanız, karşınızdakinin ne dediğine fazlaca takılmadan, gönderin, gitsin…
Muhtemelen incinen egosunu tamir edebilmek ve bu gönderilişinin bedelini ödetmek
için ilk fırsatta size geri dönecektir. O zaman ‘meğer sen ne dönek adammışsın’
der tekrar gönderirsiniz….
(İstanbul’da, ikibinonyedi
senesinin şubat ayının beşinci gecesinde, sabaha karşı evde, David Garrett
yorumu ile Ludwig Van Beethoven’ın 5.senfonisini dinlerken yazıldı.)
Yorumlar
Yorum Gönder