Ana içeriğe atla

Karo Halı


Erkeklerin hayata karşı duruşlarında temel bir yanılgı var. Fiziksel olarak kadınlardan daha güçlü olduklarından mıdır, nedir bilinmez, kendilerini evrensel hiyerarşinin en üst basamağında görüyorlar. İnsan olarak yaratılmışların toplu aldanması gereği, kendimizi VIP sandığımız yetmezmiş gibi, erkekler bu en üst basamaktan kaçak kat çıkarak, daha da yukarılara tırmanmaya meyil ediyorlar. Gösterdikleri temayül, insanlar arası ilişkilerde, eşitleri olması gereken kadınların zekasını ve kabiliyetlerini küçümsemek şeklinde tezahür ediyor.

Yazdığım yazıları düzenli olarak okuyanlar, benim bir erkek düşmanı, boşandıktan sonra kayışı koparmış bir gafil veya duygusal açıdan kafayı yemiş bir bi-perva olduğumu düşünebilirler... Bu noktada kendilerinden şunu rica ediyorum; lütfen böyle düşünmeyin. Zira ben, boşandığı için balatayı sıyırmış bir gariban değilim. Sadece gözlem yapan ve gördüklerinin üzerine kafa yoran, sonrada bu zulüm yetmezmiş gibi, kalkıp bunları yazan bir kadınım. Yoksa faşizan feminist bir tarafım yok...

Aslında bu yazdıklarımı yazmamış olmayı dilerdim. Yazmamış olsaydım, ortada yazacak bir şey yok demek olurdu. Yazacak birşey olmadığına göre de, iki cins arasında problem olmadığı kabul edilebilirdi. Gel gör ki, fiiliyatta böyle olmuyor. İnsanlar bir yandan o kadar mükemmel ve diğer yandan insan cinsinin özellikle erkek tarafı o kadar izansız ki, konu gökten yağıyor. Benim yaptığım, konuyu öznesi, yüklemi, tümleci ve hatta dolaylı tümleci sıraya dizilmiş hale getirmek...

Yazıya başlarken, erkekler kadınların zekasını ve kabiliyetlerini küçümsüyorlar, demiştim. Şu anda yazının ortasına geldim, halen aynı şeyi demeye devam ediyorum. Maalesef, kendileri bizi biraz hafife alıyorlar. Anlamayacağımızı, sezemeyeceğimizi, aklımızın ermeyeceğini düşünüyorlar.

Yakın arkadaşlarımdan birinin başına geçenlerde bunu doğrulayan bir olay geldi. Kendisinin uzun zamandır inkitalara rağmen görüşmeye devam ettiği bir adam vardı. Görüştükleri sırada, ilişkiye hakim olan umumi manzara; flört eder gibi başlayıp, hiç bir noktaya varmadan devam eden, ne idüğü belirsiz bir arkadaşlık şeklinde tezahür etmiş boktan bir durumu ifade ediyordu. Gözlemlediğim kadarı ile, erkekler, bu iki arada bir derede saçma sapan halleri devam ettirmek konusunda bir beis görmüyorlar. Açıklık, anlaşılırlık talebi her daim kadından geliyor. Bu seferde gelenek bozulmadı ve ‘ne oluyoruz yahu... aramızdaki ilişki bir nedir? Bir arkadaş mıyız, sevgili miyiz, sadece bir gece görüşüp bir daha birbirimizi aramayacak mıyız veya senin aklından geçen başka bir model varsa bana açıklar mısın, tarzı sorular, ilişkinin kadın olan tarafınca soruldu...

Kadın bu soruları sorunca, doğal olarak görüşme trafiği sekteye uğradı. Arkadaşım bunu bir açıklama kabul etti, demek ki aramızda bir ilişki tipi yokmuş, ben yanlış anlamışım, dedi ve hayatına geri döndü.

Aradan altı ay geçti. Bir gün konu adamdan bir mesaj geldi;

‘Bana rulo halı lazım. Nereden bulabilirim?’...

Bak... Allah aşkına soruya bak... Sanki rulo halı öyle bir yapı malzemesi ki, nereden tedarik edileceğini bilebilmek için, mimarlık fakültesinde doktora yapmak lazım... Öyle bir mesaj atmış ki, eşşek oğlu eşşek, sanırsın rulo halının icadından o gün haberi oldu. Daha önce böyle bir şeyi ne gördü, ne de duydu... Dolayısı ile, konuyu uzman kişi sıfatı ile, İstanbul Teknik Üniversite’sinden mezun bu kadına sorması farz oldu. Yoksa, sittin sene halı bulamayacak...

Be akılsız, nereden bulabilirim, var mı? Arabanı yol kenarına park et... ben deyim yüz, sen de iki yüz adım yürü, nasılsa rulo halı satan bir dükkana rastlarsın. Bunun için, kalkıpda, erkek adına yaraşır bir şekilde göğsünü gererek hissiyatını söyleyemediğin bir kadına mesaj atmaya gerek var mı...

Biraz aklını kullansa, kadının bu mesajı görür görmez, olayı daha O’nun haberdar bile olmadığı hislerini irdelemek bazında çözeceğini anlayacak... Ama yok... Sonuçta kendisi seçilmiş bir varlık. Dolayısı ile bir o biliyor... Kadın hiç bir şey bilmiyor.

Oysa böyle bir mesaj geldiği anda, kadın daha cümlenin kuruluşundan, seçilen kelimelerden, bulunan bahaneden ve hatta noktalama işaretlerinin yerlerinden her şeyi anlıyor. Gönderen, mesajını özlemişte mi göndermiş, yoksa pişman mı olmuş veya egosunu tatmin edecek yer mi arıyor, bir solukta çözüyor...

Benim arkadaşım da benzer bir çözümlemeyi otuz saniye içinde yapmış. Cevap olarak;

‘Hayırdır, rulo halıyı kıvırıp bir şey mi yapıcan? Karo halı neyine yetmiyor’ yazmış...

Beyler, benden size naçizane bir tavsiye, hiçbir kadının karşısına böyle apır sapır şeyleri bahane ederek çıkmayın. Kadın denilen varlık, çok acaiptir, ummadığınız kadar çabuk anlar. Sonra yüzünüze demese bile, arkanızdan bir dünya geyik çevirir, size ağzını bırakır, kıçı ile güler...

Kimse ne sevgisini inkar etmek, ne de sevmediğine katlanmak mecburiyetinde... Sevdiğiniz kadını terk edip gitmek zorunda olmadığınız gibi, aslında sevmediğinizi de kişiliğinizin gelişmemiş yanlarını tatmin etmek için, böyle küçük komplolor ile manipüle etmek durumunda değilsiniz. Varoluşçu korkular ile dolu, ölümün keskin realitesi ile harmanlanmış bu hayat, böyle küçük ayak oyunları ve korkaklıklar için çok kısa...

Bu kadar yazmışken, size bir sır vereyim; bir kadının, bir erkeğe en çok yakıştırdığı şey, cesarettir. Her türlü zenginlikten, kıyafetten ve hatta adeleli vücuttan bile daha iyi durur. Sıradan bir adamın, bir biscolata erkeğine fark atabileceği tek yer burasıdır. Yarın bir değişiklik yapın... Bu hayat rahatlığını ıskalamayın. Güne cesaretle başlayın. Faydasını göreceksiniz... Görmezseniz bana da ‘yuh’ deyin...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı