Yabancı kelimelerle konuşmaktan
veya yazmaktan hoşlanmıyorum, dedikten sonra ikinci kez böyle bir başlık
atmanın abukluğunun farkındayım. Ama bir önceki yazımda da söylediğim gibi
saplantılı Grey’s Anatomy seyretme seanslarıma devam ediyorum ve dizinin kahramanları, artık bir amerikan
televizyonu dizisi olduklarından mıdır nedir bilinmez, ısrarla ingilizce konuşuyorlar.
Yukarıda yazdıklarımı Dr. Ellis
Grey, Seattle Grace Hastanesi’nin cerrahi şefi Dr. Webber’a söyledi. Ellis
Grey, dizinin baş kahramanı Meredith Grey’in annesi... Kendi zamanının en
önemli cerrahlarından biri... Şef Webber’ın da eski aşkı.... Grey ve Webber,
intörn iken tanışmışlar, aşık olmuşlar, sonra ne hikmetse başka başka
insanlarla evlenmişler. Doğal olarak Ellis, gerçek aşkı için evlendiği adamı
terk edecek cesareti bulmuş. Ve yine doğal olarak Webber, düzenini bilinmeyen
uğruna bozmamış, güvenli tarafta kalıp karısı Adale’i bırakmamış. Ne zamana
kadar? Adele onu başka bir adamla aldatıp, evden atana kadar...
Webber’a ‘siz erkeklerin
cesaretsizliği yüzünden, yaşanmamış kaç hayat var şu yeryüzünde... iyi ki Adele
seni evden attı. Oh olsun, müstehak’ demeyi şimdilik başka bir yazıya
bırakalım. Ellis ve Şef’in, Ellis’in hastane odasında yaptıkları konuşmaya
dönelim.
Sahne şöyle; Şef artık evden
atıldığından mıdır, karısı başka bir adamı tercih ettiğinden midir, yoksa ölüme
çeyrek kala, ömrünün sonbaharında, gerçek aşkı ıskalamanın nasıl bir şey olduğunu
anladığından mıdır bilinmez, Ellis’i görmeye gelir. Ellis hem karaciğer
kanseri, hem alzheimer hastasıdır. Ama Şef’in ziyareti her nasılsa zihninin
mucizevi bir şekilde açık olduğu bir ana denk düşer. Webber’la beraber
oldukları zamanları ve evlenselerdi nasıl bir hayatları olacağını konuşmaya
başlarlar...
Şef der ki; o beğendiğimiz büyük
evi alırdık. İçinde çocuklarımız büyürdü.
Ellis der ki; Çocuklar büyüyüp
evden ayrıldıkları zaman, artık onlardan kurtulduğumuz için rahatladığımızı
belli etmezdik.
Şef der ki; Evin içinde yeniden
çıplak koşmaya başlardık.
Ellis der ki; Çocuklara yakalanma
korkusu olmadan çikolata yerdik.
Şef der ki; akşamları sen
hastaneden geç dönsen bile, ben eve giderdim, çocuklarla oynardım.
Ellis der ki; seninle
evlenseydim, hastaneden eve geç dönmezdim. Ve şöyle devam eder ‘o zaman bu
kadar çok çalışmama gerek kalmazdı. Çünkü mutlu olurdum. Hayatım mükemmelce
sıradan olurdu...
My life would have perfectly
ordinary.
Annem, erkeklerin kadınlardan,
hikmetinden sual olmayan kocaman rabbimin mağfireti gereği üstün yaratıldıklarına
inanan geleneksel terbiyenin en güzel örneklerinden biriydi. Aklımın erdiği ilk
andan başlayarak, hayatımın en büyük amacı bu algının yanlışlığını anneme
kanıtlamak için uğraşmak oldu. Ellis şef Webber’a yukarıda yazdıklarımı
söyleyince aklıma kendi yaşantımdan bir sahne geldi: Altı yaşındayım... İlkokulun
ilk günü... Eve geldim. Annem neler yaptığımızı sordu. Çantamdan kitabımı
çıkardım, gösterdim. O sırada kardeşim annemin kucağına çıkmak istedi. Annem
Kerem’i eli ile uzaklaştırdı. Artık sana zaman ayıramam, ablan okula başladı,
dedi....
Bu cümlenin devamında, bir gecede
okumayı söktüm. Öğretmen şaşkınlığından evimize ziyarete gelmişti. Sanırım
benim android değilde normal bir çocuk olduğuma inanmak istiyordu. İlkokul
birinci sınıfta, benden başka gece ikiye kadar ders çalışan çocuk var mıydı
bilmiyorum... Çalışıyordum, çünkü ders çalışmak, anneme, kadınların da bir kıymet olabileceklerini kanıtlamanın en kestirme yoluydu.
Gerçi annemin algısını ne
yaptımsa değiştiremedim. Olayın bana tek faydası sürekli okul birincisi olmak,
her daim iftihar listesine girmekti. Geldiğimiz noktada ben başarılıydım, Kerem
ise mutluydu...
Derken evlendim... İşler bir kez
daha umduğum gibi gitmedi. Maalesef ben yine başarılıydım. Bu kez de mutlu olan
kocamdı...
Kader ajanları filminde, şapkalı
adamlar, ileride amerikan başkanı olması gereken kişinin gerçek aşkına
ulaşmaması için epey debelenmişlerdi.
Başkan adayı, gerçek aşkı olan kadın ile birlikte olursa, çabalamayı
bırakacak, kadının ona verdiği mutluluk yetecek ve ruhundaki boşluğu doldurmak
için siyasi kariyer başarılarına tutunmaya çalışmaktan vazgeçecek, diye
korkuyorlardı. Allah’a çok şükür benim
hayatımda amerikan başkanı olmayı istetecek kadar büyük bir mutsuzluk olmadı
ama yine de mutluluk ve başarıyı ayıran ince hattın birazcık daha başarıya
doğru olan tarafında kaldım. Durduğum yerden, mutlu olanları seyrettim.
Hayatları mükemmel bir şekilde sıradan olanlara baktım...
Şu anda yaşantım konusunda nihai
hedefim, Defne ve Deniz, üniversite eğitimi için evden ayrıldıktan sonra,
kendime ücra bir köyde tek odalı bir ev yaptırmak... Evin arkasına park etmiş
Range’i saymazsak ki o da lüks değil, yolsuz, izsiz köy hayatının gereği, son
derece basit bir ev olacak. Deniz manzaralı evin, öğleden sonra gölgede kalan
terasındaki beyaz şezlonga uzanıp, sabahtan akşama kadar kitap okuycam. Arada
sırada yazı yazıcam. Hafta da birgün köylü pazarına gidip alış veriş yapıcam.
Az yiyicem, az uyuyucam, sabahları köpeğimle yürüyüp, akşam üstleri ilerideki
kayalıklardan denize giricem... Kızlar, anne yalnız yüzme, ayağına kramp falan
girecek, imdat diyecek bir allah’ın kulu yok, diye yalvaracaklar... ama ben
yine de dinlemiycem... Ve hayatımda belki de ilk kez mükemmel bir şekilde
basitleşmiş ve sıradan hale gelmiş hayatımın tadını çıkarıcam...
Gece-gündüz, Cumartesi-Pazar demeden
devam eden proje maratonun 8. Haftasını idrak ettiğimiz şu anda, projenin
animasyonunun bitmesini beklerken yazdıklarım kendi kulağıma çok hoş geliyor...
Benim mükemmel bir şekilde sıradanlaşmış hayatım... Mutsuzluğun yarattığı
boşlukta başarıya tutunmaktan vazgeçmiş özgür kalbim... Kim bilir... belki bir gün...
Yorumlar
Yorum Gönder