Ana içeriğe atla

Anneler Günün’de Annenize Hediye Almayın

Ben çocukken hiç param yoktu.

Yarım gün tedrisatlı bir devlet okulunda okuduğum ve okul da evimize iki dakika mesafede olduğu için, kahvaltımızı yaparak derse gider, öğle yemeğimizi de dönüşte, evde yerdik. Arada acıkırsak, beslenme çantalarımızdaki börek, kek, haşlanmış yumurta, peynir, salatalık, domates, artık allah ne verdiyse, imdada yetişirdi. Suyumuzu da mataralarımıza doldurur, evden getirirdik. Kantinden bir şey almazdık. Evle okul yürüyüş mesafesinde olduğu için, vasıtaya da binmezdik.  Dolayısı ile kimse bize harçlık vermezdi. Ve bu yüzden de hiçbir zaman paramız olmazdı.

Paramızın olmaması normal zamanlarda önemli değildi. Zaten ortalıkta öyle çok fazla özenilecek bir şey yoktu. Harçlığı olanlar simit ve meyveli gazozdan öteye geçemedikleri için, başımıza gelecek en dramatik hadise, havaların ısınması ile birlikte sokaktan geçmeye başlayan seyyar satıcılardan yeşil nohut alamamak olabilirdi ki, o durumda da imdada mahallede fazlaca çocuk olması yetişirdi. Biri alamazsa, öbürü nasıl olsa alırdı. Ortada nohut dallarının sahibi çocuk, iki yanda mahallenin diğer çocukları, kaldırımın kenarına sebilhane bardağı gibi sıralanır, biraz gönüllü, biraz zoraki elimizdekileri paylaşırdık.

Ancak bu durum, anneler günü yaklaşırken değişirdi. Nisan ayı girince, beni bir telaş alırdı. Çünkü anneler günü’nde, anneme büyük, kocaman, o güne kadar hiç görmediği ve O’nu çok ama çok mutlu edecek bir hediye almak isterdim. Mayıs ayı’nın başına doğru bu hayaller önce bir şişe deodoranta, sonra küçük boy Eyüp Sabri Tuncer kolonyası’na en sonunda da bulaşık eldivenine kadar realize olur, ama ben yine de gereken parayı bir türlü bulamazdım.

En son çare, evdeki imkanlarla bir şeyler yapmaktı. Bir keresinde dikiş sepetinde bulduğum yeşil bir parça kumaştan tutacak dikmiş, üstüne de ev ekonomisi dersinde öğrendiğim iğne ardı motifi ile kalp işlemiştim. Anneme istediğim hediyeyi alamadığım yetmezmiş gibi, bir de bu yaptıklarımı  kardeşim Kerem’le paylaşırdım. O daha küçük olduğu için, hediye hazırlamakta bana yardım edemezdi. Ama mutfağın kapısını gözleyerek, annem gelecek olursa bana haber verirdi. Hiç değilse, hediyeyi bitirmeden anneme yakalanmazdık. Bu da bir şeydi tabii…

Sonra bir anneler günü’nde o artık kumaşları, ipleri falan da bulamadım. Baktım çare yok, annemin elbise dolabını açtım. Fikrimce anneme en çok yakışan eteğini ve bluzunu aldım, eski gazete kağıtları ile paketledim. Gittim Kerem’i uyandırdım. Kahverengi çizgili bej pijamasının belini çeke çeke, uyur uyanık peşimden gelen kardeşimin eline bluzun paketini verdim. Kendimde eteğin olduğu paketi aldım. Annemin odasına gittik. Annem ilkten şaşırdı. Sonra elimizdeki paketleri fark etti. Yatağın içine oturdu, paketlerimizi açtı ve sonra yatağın yanında ‘ne yapacak acaba’ ifadesi ile dikilen kardeşime ve bana sarılarak ‘çok teşekkür ederim yavrularım, bunlar benim en sevdiğim kıyafetlerim, nasıl da bildiniz’ diye ağladı…

Sonra ben büyüdüm tabii… Para kazandım. Anneme parfüm aldım, gümüş şekerlik aldım. Sonra annem Marmaris’e taşındı. Anneler günü gelince telefon ettim, anneler günün kutlu olsun anne, dedim. O’da bana ‘allah sana da evlat yüzü göstersin’ diye dua etti. Allah annemin dualarını kabul edince, kızlarda telefon edenler kervanına katıldı. Böylece kutlayanlar birken, üç oldu…

Bir anneler gününde nasılsa denk geldi. Anneme gittim. Çekmecelerin birinden bir bohça çıkardı. Açtı… ne görsem beğenirsiniz… Çocukluğumun bütün anneler günü hediyeleri o bohçanın içinde. En üstte de kargacuk, burgacuk işlenmiş kalp motifleri ile yeşil tutacaklar… Hiçbirini atmamış, hepsini saklamış annem…

Bu sabah kızları dershaneye bırakırken, Boyner’in balonlarını gördüm. Üzerinde kırmızı kalpler var. Anneler gününüz kutlu olsun, diye yazmışlar. Bütün caddeyi donatmışlar. Az önce anlattıklarım oradan geldi aklıma. Annesine hediye almak isteyip de alamayan bütün çocukların üzüntüsü, kendi üzüntülerime o yüzden karıştı işte…

Artık bende anneyim. Ve bu konuda hem çocukluğu, hem anneliği bilmiş en yetkili bir kişi olarak şunu söylemek isterim ki; annenize hediye almayın. Bir sebepten dolayı, vakit olur, para olur, buna imkan bulamazsanız sakın üzülmeyin. Anneler için en büyük hediye, çocuklarının varlığıdır. Sağ salim olduğunuzu bilen bir anne kalbi için, bundan büyük bir mutluluk yoktur. Telefonu açıp ‘anne na’ber’ demek yeter…

Ben almazsam, sen almazsan, o almazsa, belki hediyeyi sadece satın alınan bir şey olarak gören bu adet biter… Anneler zaten hediye gelmedi diye üzülmez de, böylece hiç değilse çocuklarda üzülmez…


(İkibinonbeş senesinin Mayıs ayı’nın dokuzuncu günü, İstanbul’da ofiste, çocukları dershaneye bırakıp geldikten sonra yazıldı.)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı