Ana içeriğe atla

Bütün güzel şeyler çabuk biter


17 Nisan 2015 Cuma
Gün 6;
Milano’da son gün…

Sabaha karşı uyandım.

Yurtdışına çıkışlarımızda adet olduğu üzere, Gaye ile aynı odada ve bu da yetmezmiş gibi aynı yatakta yatıyoruz.

Evde iki tane tek kişilik, bir tane çift kişilik yatak vardı. Tek olanları İrem’le Özlem kaptı. Bu yüzden çift kişilik olanına kaldık.

Uyanınca ister istemez dönüp Gaye’ye baktım. Yorgunluktan yatağa öyle bir kaynamış ki, yatağın üstü neredeyse dümdüz olmuş. İlkten kalkıp gitti, zannettim. Gece körü nereye gider bu kız, diyerek yorgandaki belli belirsiz kabartıya dokundum. Neyse, bir yere gitmemiş, oradaymış…

İrem banyoya girince, kalk borusu da ötmüş oldu. Bavulları akşamdan hazırlamıştık. Bir tek permasanlar buzdolabında duruyordu. Bütün gece peynirleri Milano’da unuttuğumuz kabuslar gördüğüm için, ilk iş, kendi paketimi alıp, bavuluma koydum.

Kızlar hazırlanırken, evi topladım. Sanırsın yazlığı kapatıyoruz. Çöpü çıkardım, bir gece önce çay içtiğimiz bardakları yıkadım. O sırada İrem geldi, arkadaşlar felaket bir yağmur yağıyor, dedi.

İç avluya bakan balkon kapılarını açtım. Damlalar sicim gibi iniyor.

Taksi aradık. Gayet tabii ki bulamadık. Stazione Centrale’ye kadar, bardaktan boşanır gibi yağan yağmurun altında, sulara bata çıka yürüdük.

İrem ‘valizlerin içindekiler yıkandı zaten, eve gidince bir daha uğraşmayın’ dedi.

Saat 10:00-10:25 arası
Malpensa havaalanına giden trene doğru yürürken dialoglar karışık.

‘Gaye, tren 10:35’de… Yirmi dakika var, koşma…’
‘Gaye, tren 10:25’teymiş… Beş dakika var, koş…’

Gaye bu dialog da trenin kaçabilecek olmasına değil, 10:35’e 20 dakika varsa, 10:25’e de 10 dakika olması lazım, neden beş dedin, kısmına takılmış durumda gayet tabii ki… Elimizde 20’şer kiloluk bavullarla koşarken, bir de bunun hesabını vermeye çalışıyorum.

Gördüğünüz gibi bende dert bir tane değil ki, hangi birine yanayım…

Saat 10:25
Tren hareket etti. Yağmurun içinden geçerek giderken aklıma ‘chinquantamilla lagrime’ şarkısı geldi. Elli bin gözyaşı, demek. Özlem her sabah uyanır uyanmaz bunu çalıyordu. Al sana, dedi İtalya’da… Elli bin gözyaşı öyle olmaz, böyle olur. Bizi elli bin gözyaşı ile uğurluyor.


Resim 49: Milano-Malpensa treni… Camda yağmur taneleri.
Saat 14:20
Uçağa bindik. Hosteslere ‘yemek servisi ne zaman’ diye sordum. Hostesler güldü. Allah’ım ben bu soruları nasıl soruyorum, ya Rab’bim… Millet ya korkuyor, ya gülüyor… Yok mu bunun bir ortası.

Saat 17:00
Kulağımda Tarkan çalıyor. ‘Gitme…’

Ah be ciğerim. Ben istemez miyim kalmayı. Ama sık dişini, veranda da oturup vadiyi seyrederken dizime örteceğim polar battaniyelerimi alıp, on seneye kadar çabucak geliyorum.


Resim 50: Uçakta…

Saat 18:00
Uçak Sabiha Gökçen’e doğru alçalıyor. Yazı bitti, gezi bitti, kalem de bitti…


Not 1: Fuar ile ilgili yazıları İrem yazacak. 1000 kareden fazla fotoğraf çekti. Gidin yalvarın, size de bir usb kopyası versin. Hepsi birbirinden ilginç yüzlerce tasarımın fotoğrafı var. Fuarın hikayesini de İrem’in kaleminden Artı Mekan dergisinde okursunuz artık.

Not 2: Gezinin adım icmali geldi. Toplam 108.000 adım olmak üzere 60 kilometre yürümüşüz.


Resim 51: Komutanım geldik…






Sevduğum senin aşkın, ciğerlerimi dağlar.
Hiç mi düşunmedun sen, sevduğun boyle ağlar.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şe...

Bir Kız İsteme Hikâyesi

Kız istemenin yerleşik usulleri  vardır. Oğlan evinden bir büyük söze girer; efendim gençler tanışmışlar, anlaşmışlar, kararlarını vermişler. Bize de Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile, kızınız filancayı, oğlumuz feşmancaya istemek düşer’ der… Kız babası verimkârsa ‘eh o zaman bize de hayırlı olsun’ demek düşer, diyerek cevap verir. Biz bi düşünelim, kızımız küçük, daha okuyacak, önünde ablası var’ gibi cevaplar verilirse, zemin yaş demektir. Bazı yörelerde bundan daha manidar tepkiler olur. Kahveler tatlı ise ‘verdik gitti’, acı ise ‘hiç kusura bakmayın’ anlamı çıkar. Acı kahveyi içen oğlan evi, sessiz sedasız kalkar gider. Gerçi yeni zamanlarda artık bu şekilde oluyor mu, tam emin değilim. Hatta geçende bununla ilgili bir karikatür gördüm. Oğlanın babası ‘efendim gençler tanışmışlar, anlaşmışlar, sevişmişler, bacak omuza yapmışlar’ diye lafa giriyordu. Kız babası da ‘eh o zaman bize de bok yemek düşer’ diye cevap veriyordu. Benim detayları ile hatırladığım ilk kız is...

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran r...