16 Nisan 2015
Gün 5;
Meşhur blog’cu geldi hanııımmmm…
Saat 11:00
Nihayet talihimiz döndü.
Bu sabah, omlet yiyebilelim diye, şehrin bir ucundan kalkıp geldiğimiz
restoranda, ilk defa birileri farkımıza vardı. Garson, papaz ve taksi
şoförlerinden başka bir grup erkekle iletişim kurmayı başardık.
Olaylar biz kahvaltımızı henüz bitirmişken, arkamızdaki masaya üç adamın gelip oturması ile başladı. Maksimum müşteri kapasitesine ulaşabilmek için, masaların arasında kıç kadar
mesafe bıraktıklarından, benim arkamdaki sandalyeye oturmaya çalışan adam,
yerine sığamadı. Ben de adamcağız rahat otursun diye başka sandalyeye geçtim.
Resim 45: Oturma düzenini kabaca çiziyim de, anlaşılması kolay olsun dedim.
Bu arada benim serbest elimi, İrem’in ki ile kıyaslamaya kalkmayın, gebertirim…
Bu arada benim serbest elimi, İrem’in ki ile kıyaslamaya kalkmayın, gebertirim…
Ben yer değiştirince, sonradan Sicilya’lı olduğunu öğreneceğimiz bu kişi,
bana teşekkür etti.
‘Grazie mille sinyora….’ Sonra İtalyan’ca bir şeyler anlatmaya devam etti. Ben adamın anlattığı
hiçbir şeyi anlamadığım gibi, o sırada benim avamlıklarımdan artık baymış olan
Özlem’in azarlarını savuşturmaya çalışıyordum. Vay ben bir erkeğe nasıl yer
verirmişim. Ben kadınmışım, beni rahatsız etmeden yerine oturmak, onun
vazifesiymiş… Özlem’e ‘bir dur annem ya, elimize mi yapışacak. Yedik biz zaten’
dedikten sonra adama dönüp ‘English please’ dedim…
Adam klasik bir ‘ah’ nidasından sonra sorularını peş peşe sıralamaya
başladı.
‘Where are you from?’
"İstanbul…"
‘I am from Sicilia… I’m Sicilian…’
"I’m from Turkey… I’m Turkish…"
Aklıma ortaokul ikinci sınıfta yazdığımız İngilizce fişler geliyor.
Muhabette derin bir geyik potansiyeli var ama ne yazık ki Türkçe konuşmuyoruz.
Adam ‘One sicilian, one Turkish….’ diye başlayan bir cümle kurdu. Cümlesi
bitti ve cevap vermem için yüzüme bakıyor. Ama ben içimden ‘ bir Alman’la bir
Fransız’da bulabilirsek tam süper olacak’ şeklinde bir abukluk geçirdiğim için,
lafın devamını kaçırdım.
Buradan bir cacık çıkmayacağını anlayan Sicilyalı, önümdeki defteri göstererek
bir muhabbet denemesinde daha bulundu;
‘What are you studying?’
Sonradan İrem bunun occupation, anlamında sorulduğunu iddia etti. Ama o an
ben öyle anlamadım. Ve ‘I’m not studying. I’m taking notes for my blog. I’m a
very famous blog writer’ deyiverdim.
Allah’ım ben ne şuursuz bir kadınım, ya Rab’bim… Bir kere çok meşhur falan
değilim. İkincisi, olsam bile, öyle mi söylenir. Gariban bunu duyunca ‘hö’
şeklinde kaldı tabii… Can I read… falan diye bir şeyler geveledi. Onu da ‘ I
prefer to write in my own language’ diye kapakladıktan sonra, çaresiz kös kös
önüne döndü.
Zaten biraz sonra da biz hesabı isteyip, restorandan ayrıldık.
Ertesi gün trenle Malpensa’ya giderken, adam tekrar aklıma geldi. ‘I am a
very famous blog writer’ ne demek annem ya… ‘I'm architect, come from
İstanbul. We are here for i Salone Del Mobile’ demenin gözümü çıkmış.
Göz dedim de, adamın çok güzel mavi gözleri vardı. Ne diyelim… Yapacak bir
şey yok. Bu da eğitim zayiatı oldu…
Resim 46: Famous and the gerzekist blog writer of the world
Bütün bunlar olurken, İtalya gibi medeni ve aşmış bir memleketin, Milano
gibi en zengin bir şehrinde elektrikler kesildiği için, Gaye zindan zifir
karanlıkta tuvalette kaldı. İkinci dünya savaşından beri ya ikinci, ya üçüncü
elektrik kesilmesi herhalde budur. Tuttu, Gaye’ye denk geldi. O sırada diğer
tuvaleti kullanmaya çalışan bir İtalyan, ışıkları Gaye kapattı zannettiği için,
Gaye’ye kızdı. Sonra bu konunun Gaye ile bir ilgisini olmadığı anlaşılınca,
ikisi duvarlarda bir süre el yordamı ile elektrik düğmesi aradılar. Bunların,
tuvalet holünü restorandan ayıran kapıdan ha bire girip çıkıp, garsondan mum
istemelerinden bezen bir çift, kapıya yakın yerdeki masalarından kalktı, gitti
başka yere oturdu, falan filan…
Resim 47: Olay mahallinde biz…
Saat 21:30
Önce Devon&Devon’un kokteyline gittik.
Şu anda Berrera’da yemek yiyoruz. Bu akşam önceki akşamlar kadar geyik
değil muhabbet… Hayata bakışımızı, duruşumuzu konuşuyoruz. Dün akşam Özlem’de
kırk yaşını bitirdiği için, artık 40 plus bir grubuz. Herkes bu yaşa gelene
kadar bir şekilde örselenmiş. Hepimizin kalkanları var.
Yemekten, en kalın zırhın benimki olduğunu karar vererek kalkıyoruz. Özlem,
telefonu açarken ‘efendim’ dediğimde bile, ses tonumun zaman zaman kendisini ürküttüğünü
ama bütün komik insanların gerçekte ürkütücü olduğunu söylüyor.
Resim 48: Ewing family Devon&Devon’un kokteylinde…
Soldan sağa, Lucy Ewing, Pamela Ewing, Sue Ellen Ewing ve Ellie Ewing…
Soldan sağa, Lucy Ewing, Pamela Ewing, Sue Ellen Ewing ve Ellie Ewing…
Saat 23:00
Berrera’nın en kalabalık meydanında bir kafede oturmuşuz, kahve içiyoruz.
İki yanımızdan sel gibi insan akıyor. Bugün 20.000 adım yürümüşüz. O yüzden eve
taksi ile dönmeye karar veriyoruz.
Gelecek yazı;
Milano'da kıyamete kadar kalacak değiliz ya... Artık dönüyoruz...
Gelecek yazı;
Milano'da kıyamete kadar kalacak değiliz ya... Artık dönüyoruz...
Yorumlar
Yorum Gönder