Geçen hafta sabah yürüyüşlerine başladım. Çocukları okul
servislerine bindirdikten sonra sahile iniyorum. Yarım saat yürüyorum,
devamında jimnastik aletlerinde çalışıyorum ve yürüyerek başladığım yere
dönüyorum.
İlk günler acemiliğime geldi, döpiyeslerin altına spor
ayakkabı giyerek yürüdüm. Malum, yürüyüşten sonra bir de ofis faslı var. Ama
baktım herkes uzaylıymışım gibi davranıyor, hem de tayyör-etekle mekik
çekilmiyor, çaresiz ben de ortama uydum. Şimdi salaş bir eşofman ve tişörtle
yürüyorum, tek eksiğim walkman kulaklığı...
İnsanların kilosu ve yaşı arasında galiba bir oran olmalı...
Misal yaş yirmi beş iken kilo bunun iki katı olabilir. Ama yaş kırka geldiğinde
artık oranın bire, bir buçuk olması lazım... Şayet hala ikide geziniyorsanız
veya benim gibi 'aldığı kadar' moduna geçmişseniz, vücudunuzun da kulak memesi
kıvamına gelmesi uzun sürmüyor...
Neyse efendim uzatmayalım, ben oranı, aldığı kadardan bire
bir buçuk seviyesine çekebilmek için can havli ile her gün sahile taşınıyorum
ya, iflah olmaz konuşma merakım yüzümden burada da kendime arkadaşlar
edindim... Jimnastik aletlerinde çalışırken, kader arkadaşlarım ile havadan
sudan sohbetlere başladım...
-Günaydın,
-Size de günaydın...
-Nasıl gidiyor?
-Valla kilo almaya devam...
-Olacak olacak, üzülmeyin, şeklinde başlayan konuşmalar bir
süre sonra benim girişkenliğim ve insan canlısı tavrım sebebi ile dönüşmeye
başladı...
-Günaydın Gülfem Hanım,
-Günaydın Arif Bey...
-Neredeydiniz dün...
-????
Hatta bir gün şu aşamaya geldi:
-Günaydın Gülfem Hanım,
-Günaydın Arif Bey,
-Size günaydın dememiz yanıltmasın…
-Nasıl yani?
-Necla Hanım'ında dikkatini çekmiş, parkuru çok kısa
tutuyorsunuz, hatta virajları içerden alıyorsunuz... Böyle nasıl olacak bu
iş...
-Arif Bey ben buradan işe gidiyorum ama...
-Olabilir, ama siz gençsiniz daha, bu kadar tembellik akıllara
ziyan. Olay almış başını gitmiş, nasıl muvaffak olacaksınız böyle kaytara
kaytara...
Bana müstahak, her önüne gelenle lak lak edersen... Çaresiz
parkuru değiştirdim... Yeni parkurumda mutluyum, huzurluyum, kimse ile ahbaplık
etmiyorum, ne güzel kafam dinç derken, o sesi yeniden duydum;
-Gülfem Hanım?
-Arif Bey...
-N'apıyosunuz?
-Ben iyiyim Arif Bey siz n'apıyosunuz...
-Demek buralara geldiniz...
-Ya sormayın, ettik bi halt...
-Yoksa sizi rahatsız mı ettik, biz sadece büyüğünüz olarak
yardım etmek istedik. Ama gençler pek kadir kıymet bilmiyor...
-Haklısınız, Allah da benim belamı versin zaten...
Tam o sırada garip bir şey oldu... Denizden bir SAT komandosu
çıktı... Adam simsiyah bir dalgıç kıyafeti giyinmiş, sadece gözleri açıkta,
bacağının kenarında bir bıçak askısı ve içinde kolum kadar bir kama takılı... Elinde
benim bacak boyum kadar paletler, denizin içine uzanan kayalardan tırmandı ve
yürüyüş yoluna atlayarak, yürümeye başladı... Herkeste kısa süreli bir dumur vaziyeti
oldu... Komandonun elindeki devasa zıpkında sanırım nutkumuzun tutulmasında
etkiliydi, bilemiyorum... O sırada bir çocuk bağırmaya başladı:
'Anneeeee, denizden adam çıktı...'
Arif Bey kısa bir an için şaşaladı, komandoyu takip eden
gözleri sesin geldiği tarafa döndü. O sırada bulutların arasından sıyrılan
güneş, gözünü aldı ve gözüne siper etmek için elini kaldırdı... Bende bu
kısacık kamaşma anından faydalanarak kaçtım...
Bugün Sahil yoluna gitmedim... Zira şansım bana her gün
denizden bir adam çıkaramaz dimi ama...
Bir süre Cadde'deyim... Bir şey olursa yazarım…
yorumsuz...:)
YanıtlaSilbu arif susam ile necla nazırı everip, çoook başka parkurlarda virajları dıştan almalarını sağlamak bir çözüm olabilir....
YanıtlaSilyalnız sende de denizden adam çıkartacak bir şans var ama...
YanıtlaSilsen bu durumu kaçmak için kullanmışsın, bu da gözümden kaçmadı !!!
go gülfem go!
YanıtlaSil