Ana içeriğe atla

Sevgi İçimizde


Bir atasözü derki; tekerlek kırılınca, yol gösteren çok olur. 
Boşanmış insanlar için ‘cuk’ oturan bir laf bu... En azından benim için... Tekerlek kırıldı, dolayısı ile etraf yol gösteren dolu. 
‘Ben erkeklerin kitabını yazdım kızım’ şeklinde olaya müdahil olup akıl veren mi ararsın,  ‘Kızzz, çok harika bir arkadaşımız var, boyu boyuna, huyu huyuna’ diyerek benim gibi el kadar kadını iki metre boyunda çam yarmaları ile tanıştırmaya kalkanlar mı... 'Yahu ben böyle iyiyim, çocuklar, iş, zaman yok zaten' desem de nafile... İçlerine bir türlü sinmiyor. On dakika sonra, bana çektikleri nutukları unutup, kocalarından dert yanmaya başlıyorlar ama yapacak bir şey yok. Kafamıza yazılmış bir kere; yalnızlık Allah’a mahsus...
Üçüncü bir grup daha var ki; onlar konuya bilimsel yaklaşıyor: kitap hediye ediyorlar. Akıllarından geçen gizli mantra şu; bu vakte kadar bi bok olamadın, al şu kitabı oku, adam ol...
Bu akşam onlardan birini tüm iyi niyetimle okumaya çalışıyordum. Kitabın adı; Aşkın çekim Kanunu. Mevzuu, doğru insanı hayatınıza çekmekle ilgili. Olaylar enerji üzerine dönüyor. Aslında her şey çok basit; enerjiyi düzelteceksin ve evrenden isteyeceksin. İsteklerinin kesinliğini ifade etmek için de bir pano yapacaksın. Beğendiğin resimleri  astın mı, sen sağ ben selamet... Kitap bu direktifleri yerine getirip zevahiri kurtaranların başarı öyküleri ile dolu. En son şöyle bir bölüm okudum. Olay bir otoparkta geçiyor;
‘Çok uzakta olduğundan yüzünü göremedim. Ancak enerjisini hemen fark edip ‘onunla tanışmam lazım’ dedim ve arkadaşımla birlikte, ona doğru koşmaya başladık...
Ben daha 'merhaba' bile demeden o beni kollarına almış ve benimle otoparkın ortasında vals yapmaya başlamıştı. Sonunda yakışıklı İtalyan prensimi bulmuştum’...
Yuh... Ve hatta oha... Yahu biz kocamızdan ayrıldık dedik, beynimizi aldırdık demedik ki... İnsanı salak yerine koymanın da bir sınırı var. 
Geçenlerde beni kurtarmaya ant içmiş arkadaşlarımdan biri, bütünüyle bambaşka bir yoldan gitmeye karar verdi ve 'Yogaya başlayalım' dedi. Bende kilo vermek istiyorum ya, ‘eyvallah’ dedim... Neyse buldu bir yer, kalktık gittik. Kapıda bir tabela var;
‘Ferhunde Hakkıyeten-Yaşam Koçu, Reiki master, Dipl. Yoga Terapi Ed.’
Hödö hödö hey... Demek ki kadın her şeyi bitirmiş... Hatta öte tarafa geçmiş. Kapı açıldı, içeri girdik; kıç kadar bir salon... Öyle ki, kapıdaki tabela, salondan büyük. Yerde banyo halılarından bozma matlar... Sağda solda oturan Buda heykelleri... Buda’nın göbeği kırk kat... İçimden ‘Ulan bunun kendine hayrı yok’ demek geliyor ama susuyorum. İlk günden kovulmayalım şimdi...
Bir köşede ele ele tutuşmuş kadın ve erkek resmi var. Deniz kenarında çıplak ayak yürüyorlar. Aha... Anlaşılan hoca yalnız. Doğru enerjide insanı henüz çekememiş. Veya doğru otoparkı bulamamış. Sevgililerin yanında, içinde ev resmi olan bir çerçeve olduğuna göre ev de kira... Biraz ileride bir pano daha var, onda da dünyanın güzide turistik mekanlarının resimleri asılı. Ortada Eyfel Kulesi... Daha Paris’e gidilmemiş. Kardeşim Paris turlarında neredeyse üste verecekler. Durum bu kadar mı vahim? Veya bunun hoca olmuşu bu mu? Eee,  bizi kim kurtaracak öyleyse...
Çalışmaya başlıyoruz. Her yerde elektrikli sebiller, ortamda mütemadiyen şıkır şıkır su sesi... Bir daha tuvalete girmeden gelmemek lazım.  Yüreği sevgi dolu hocamız, aramızda dolaşıyor, pozisyonu bozuk olanları düzeltiyor. Ben popoyu bir türlü doğru yere koyamadım. Gelip gidip ha bire ittiriyor. Arkadaşıma usulca diyorum ki ‘Bu yaşıma geldim, kıçımın bu kadar ellendiği başka bir zamanı hatırlamıyorum’. Sen, diyor daha ne gördün ki... Nasıl yani ya, biz buraya yoga yapmaya gelmedik mi? Daha ne görmem gerekiyor?
Bir derdimizde ağzımızla... Doğru nefes alıp vermeyi beceremiyoruz. Hoca ha bire bağırıyor ‘ağzınızı kapatın, ağzını kapatın’. Misal, kadıncağız diyor ki; aç bacaklarını... Sol ayak önde, parmaklar dışa dönük. Sol ayak topuğu sağ ayağın orta hizasında , kır dizini, sık kalçanı, it dışarı... Sol kol geride, geriye doğru eğil eğil eğil, şimdi dön sağına, iyice çevir başını, çevir... Bu pozisyonda kır sol dizini, eğil kalk, eğil kalk... Bu arada ağzını eğilirken açıp, kalkarken kapatacaksın ve aldığın nefes sağ ciğerinden girip, böbreklerine kadar gidecek. Sonra nasıl geri gelecek, henüz orası belli değil ama olsun. Nefesi böbreklere göndermek veya sağ ciğerden alıp, sol ciğerden çıkarmak önemli. İnanmazsanız deneyin, terin sırtınızdan şakır şakır aktığını göreceksiniz. Dolayısı ile bu hengamede ağız zurnanın son deliği, ben daha dengede duramıyorum ki, ağzım nerde kalmış...
Çalışmamızı meditasyonla sonlandırıyoruz. Yere yatıp üstümüzü örtüyoruz. Bu dünyada bize hizmet eden, yapısı ile, şekli ile, yoğunluğu ile tam ve mükemmel olan fizik bedenimizi tamamıyla rahatlatıp matın üzerinde bırakıyoruz. Kendimiz bir su damlası olarak havalanıp, beyaz balonlara biniyoruz ve gökyüzüne uçuyoruz. 
Sonrasında hocamız bizi yavaşça meditasyon halinden çıkarıyor. Topladığımız tüm güzel enerjileri bedenimize dağıtıyoruz, sahip olduğumuz her şey için evrene ve Tanrıya şükrediyoruz. Hepimizde bir ermiş havaları... Nasıl olmasın az evvel dünyanın sırrını çözdük.
Derken hoca gözlüklerini takıyor;
-Hayatım senin 60 lira borcun var, mümkünse alıyım.. Ayşe hanım sizinle para konusuna hiç giremedik, ne zaman ödemeyi düşünüyorsunuz? 
-Hocam 200 lira bütün. 
-Olsun getir, bozarız... 
Hoca bir zarf bozuk para çıkarıyor. Demek ki hazırlıklı... Sevgi içimizde, bozuk paralar da zarfın içinde...
Arkadaşımla yoga yaptıktan sonra kahve içip laflıyoruz. Seansın kritiğini yapıyoruz... Bugün olayın hareket boyutunu tartıştık. Ben dedim ki; her şey bir yana hareket ediyoruz, bence yoga terapiyi hayatımıza sokmalıyız.
Arkadaşım  bana 'Sen adam olmazsın' der gibi baktı ve ‘Daha, dedi, ucunu gördün. Çok çeşitli yogalar var; Hatha yoga var, Kundalini var, Asthanga var, Yin yoga var... Önce anla, sonra karar ver. Bilir bilmez ucunu gördüğün bir şeyi hemen hayatına sokma. Sonra başına gelmeyen kalmaz’.
Düşündüm,  kız haklı... İki seansta ne gördüm ki? Daha ucu bile sayılmaz.. Bunu kaydetmem lazım.
Enerji ekolünün inanışına göre hiçbir şey sebepsiz değil. Bir kuşun uçuşunun bile anlamı var. Yoga yaptıktan sonra kahve içerken yediklerimize bakarsak, bizimkinin anlamı kilo vermek değil. Belki aradığımız anlam; bütünü görmeden karar vermemeyi öğrenmektir. Muhteviyatına hakim olmadan, o şey her neyse onu hayatımıza sokmamakla ilgilidir. Ucunu görmenin yetmediğini anlamaktır...  Ve nefesi sağ ciğerine alıp, sol böbreğinden çıkarmayı becerebilmektir... Bunu yaptıktan sonra belki bu dünyada imkansız diye bir şey kalmıyordur, kim bilir....

Yorumlar

  1. Gülfem bak sana açık çek: Eğer uzaktan gördüğüm bir silüete doğru ,enerjisini aldım falan deyip koşturmaya başlarsam tut beni, çelme tak bişi yap lütfen !
    Demin bir arkadaşım statüsüne "aşk-sız memnu'n" yazmış.
    düşündüm ki ne çok yalnız insan var ve giderek yalnızlaşıyoruz. Acaba dünyanın nüfus planlaması çözümü bu mu ki?
    Devam arkadaşım, ellerine sağlık, sağol :)

    YanıtlaSil
  2. Gayenin dedigi gibi insanlar yalniz, bunun nedenini ben suna bagliyorum.özümüzü unuttuk, sadeliği, safliği unuttuk.hergun tv de felaket haberleri dinliyoruz.hani birsöz vardir, 40 gün deli dersen deli olurmus diye, oyle yogaya gitmeye ihtiyac yok, en az 40 gun tv seyretme onun yerine dogaya git, seyret,cicekleri agaclari ruzgari hisset denizi seyret o kadar, gercekten sakinlesiyorsun.insanlar kosturmacaya cok daldilar mecburuz dediler öz unutulunca tatminsizlikler basladi sonuc:yalnizlik gibi gorunse de dostluklar basladi, bu guzel degil mi:)

    YanıtlaSil
  3. Kızlar,kızlarr gene negatife bağlamışsınız:))Yalnızlık başka tekbaşınalık başka,biz tekbaşınalığı öğrenememiş bir nesilin devamıyız...Ama artık bizler:) okadar şeker ve okadar cesuruz ki tekbaşınalık aşamasına geldik şimdi sadece buraya uyumlanıyoruz ama biliyorum ve inanıyorum bu aşamayı geçmeden geçemeden ilerisi yook:))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı