Ana içeriğe atla

Bu ne? Üzüm... Peki bu? Bu da üzüm....


Galiba on iki yaşındaydım, bizim evde çadırla tatile gitme modası çıktı... Benim annem babam ki, yataklarının diğer tarafında yatınca yerlerini yadırgarlar, nedense birdenbire bu içlerindeki maceracı ruha teslim oldular. Aslında babam teslim oldu. Annemin hislerinin ne olduğunu doğrusu tam bilemiyorum.  Çünkü o yıllarda bizim evde babamın sözü geçerdi. Dolayısı ile babam  bir akşam gelip ‘ben çadır aldım’ deyince, 'çadır tatili' olayına ailecek girilmiş oldu...
Her ne kadar çadırla tatile gitmeye heves etmiş olsak da, aslında rahatına düşkün bir aileydik. Bu yüzden babam, herkesin kullandığı şişme kamp yataklarının bizim için uygun olmadığına karar verdi.  Peki çözüm neydi? Evdeki yün yataklar kampa götürülecekti.
Annem bunu duyunca bayıldı. Mübalağa etmiyorum, kadın koltuğun kenarına yığıldı kaldı. Biz annemi ayıltmaya çalışırken, babam bu duygusal atmosferden etkilenmeden, yatakları kampa nasıl götüreceğimiz sorunsalı ile ilgileniyordu. Kısa zamanda bunun çözümünü de buldu. Yatakların içine sığacağı büyüklükte silindir torbalar dikilecekti. Hem de bu torbalar şeker çuvallarından dikilecekti. Annem bunu duyunca bir daha bayıldı...
Ertesi gün kardeşim ve ben mahalledeki bakkalları dolaşarak boş çuval aramaya koyulduk. O yıllarda 'git kumaşçıya, al on metre Amerikan bezi, ne dikeceksen dik' muhabbeti olmazdı. Birincisi, Sümerbank'tan başka kumaş satan yer bulmak meseleydi. Sümerbank'ı buldun diyelim, içinde kumaş bulmak bambaşka bir meseleydi. Ayrıca harp görmüş ecdadımız, öyle ota çiçeğe, toptan kestirdiği mis gibi kumaşı harcamazdı. Hem şeker çuvalı neyimize yetmiyordu. Bu yüzden iki gün gezip, semtteki bütün dükkanlara haber bıraktık. Bir süre sonra da muradımıza erdik ve evdeki yün yataklarımızın sığacağı kadar silindir torba dikmeye yarayacak çuvalı toplamayı başardık.
O yıllarda, bizim evde bir şey ilk defa yapılacaksa genellikle Pazar günü yapılırdı. Çünkü babam evde olurdu. Kendisinin inkar edilemez bir el becerisi ve muazzam bir yaratıcı kabiliyeti vardı. Bu sebeple 'yataklara torba dikme' işine de bir Pazar günü başlandı. Babam mutfakta ne kadar tencere varsa, getirmemizi istedi.  Silindir torbanın tabanını kesebilmek için kalıp olarak kullanabileceğimiz bir daireye ihtiyacımız vardı çünkü. Neden mutfağa gidip raflara bakmak yerine, bütün tencerelerin salona getirilmesini istemişti, bilmiyorum.... Galiba o zamanlar racon böyleydi... Kardeşim ve ben tencereleri salona taşıdık. Babam içlerinden birini seçti, şablon yaptı ve işlem başladı...
Şeker çuvalları kesildi, biçildi, dikildi... Banyo kazanında toz boyalı suda kaynatılıp haki yeşiline boyandı. Bu işler bittiğinde evin halini hatırlıyorum, içinde bomba patlamış gibiydi. Gerçi biz kardeşimle birlikte olayın çekiciliğine kendimize kaptırmış, babamın peşinde maceradan maceraya sürükleniyorduk. Annemse bir köşede kendi kendine ayılıp bayılıyordu...
Sonunda hazırlıklar bitti... Çimen yeşili Murat 131 arabamıza bir çift, iki tek olmak üzere üç yün yatak, çadır ve kamp malzemeleri yüklendi. İlk durağımız Fethiye Ölüdeniz’di...
Kampa vardıktan sonra annem,  babamı ve beni erzak almak için çarşıya gönderdi. Kendisi henüz kurulmuş çadırda kalıp, eşyalarımızı yerleştirmeye koyuldu... Annemin o günlerde çadırın her kuruluş kaldırılışında ağladığını hatırlıyorum. 
Arabayı Fethiye sebze halinin yakınına park ettik.. Hal binası bir çalı, bizim Taşkışla’ya benzeyen bir yerdi. Dikdörtgen bir avlu, etrafına sıralanmış dükkanlar... Ama nasıl köhne, nasıl pis... Dükkanların önlerinde en çok bir, hadi bilemedin iki kasa yarısı çürümüş, yarısı solmuş meyveler, sebzeler.. Uyuklayan hımbıl pazarcılar, cehennem gibi bir sıcak, her yere ve herkese sürekli konup kalkan sinekler... Bir Allah'ın kulu da yok alış-veriş eden... Sanki vahşi batıda bir hal binasındayız... Yani olay o kadar Yaradan'a yan bakar vaziyette...
Çaresiz dolanmaya başladık.  Babam ilk tezgahtan üzüm aldı. Biraz gittik, başka bir tezgahtan yine üzüm aldı. Sonra bir kez daha... 

-Baba üzüm aldık ya...

-Olsun, bir daha alalım... 

-Baba ne yapıcaz bu kadar üzümü?

-Yeriz, kızım...
Pazarda bir de kabakçı vardı. Adamın sattığı kabakların her biri kafam kadar. Ama ben annemle çarşı pazar geze geze öğrenmişim; kabak küçük olacak... Babam alır, ben atarım... Babam alır, ben atarım..
-Gülfem atmasana kabakları..
-Ama baba, annem onları almaz ki...
-Olsun, biz alalım... Kızartır yoğurtla yeriz.
-Baba  bak demedi deme, annem bizi kampa sokmaz....
-Kız, karışma sen babanın işine... Bildiniz, bunu diyen de, tezgah sahibi pazarcı...
Neyse efendim uzatmayalım, biz orada epey bir dolandık. İlk turda beğenmediğimiz mallara ikinci turda göz aşinası olduk, üçüncüde bizim de hoşumuza gittiler, dördüncüde aldık.... Ve her turda üzüm de aldık. Onuncu poşetten sonra, ben saymayı bıraktım...
Derken işimiz bitti, hal binasından çıktık... Arabaya gidicez. Babam 'Yükümüz ağır, gel kestirmeden geçelim' dedi. Elimizde filelerle köşeyi döndük ki, ne görsek beğenirsiniz... Köylü pazarı.... Karşımızda ben deyim 100 tezgah, siz deyin 200 tezgah, dalından kopmuş sebzeler, meyveler... hem de bizim aldıklarımızın yarı parasına...
Çözüm? Çözümü yok... Pazarın içinden kös kös geçtik, arabaya gittik. Aldıklarımızı bagaja koyduk. Başladık torbaların ağızlarını bağlamaya...
-Bu ne Gülfem?
-Üzüm...
-Bu?
-Bu da Üzüm...
-Ya o ne?
-Baba o da üzüm...
Arabaya bindik, ben deyim 10 kilo, siz deyin 20 kilo üzüm ve su kabağından beter kabaklarımızla kampın yolunu tuttuk...
Annem bizi karşıladı...
-Bu ne Gülfem?
-Üzüm...
-Bu?
-Bu da Üzüm...
-Ya o ne?
-Anne, o da üzüm...
Annem o sırada torbadaki kabakları fark etti... Poşete uzandı, içinden bir kabak çıkardı. Ağzını açtı, tam bağıracakken babamın yüzünü gördü... Artık o yüzde ne okuduysa, bağırmaktan vazgeçti, kabaklarla üzümleri aldı, çadırdan içeri girdi...
Biz sonraki üç gün, antre olarak çavuş üzümü, meze olarak zeytinyağlı kabak, ara sıcak olarak kabak kızartma, ana yemek olarak kabak kalye, tatlı niyetine de Hasandede ve Emir çekirdeksiz yedik...
Annem,  babamla o günlerde hiç konuşmadı... Sonra, kabaklar bitince barıştı...

Yorumlar

  1. Benim sana güvenim tamdı zaten, isteyince çıkabiliyor her akşam bir yazı ;)
    Ama gaza gelip helak etme tab kendini...

    Bizde annem babamın çadır almasına asla izin vermedi.
    Gidilen ilk çadırlı kampingde özenle sessiz bir çıngar çıkardı, tatile otelde devam edildi :))

    YanıtlaSil
  2. Bu Allah vergisi bir yetenek. Helal olsun sana, ellerine sağlık. Hikayeye bayıldım :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı