Devamında bir film hikayesi beklemeyin. Öyle bir şey olmadı, çok daha iyisi oldu... Biz kısa zamanda iki iyi dost ve kafa dengi iki iyi arkadaş olduk. O yıllarda kendime göre bir sürü derdim vardı. Bilen biliyor, buradan anlatmayım. İleride bu konuda bir roman yazmayı düşünüyorum... Güzelim konuyu durduk yere harcayıp, potansiyel olarak kazanmayı umduğum paralardan olmayım şimdi...
Konuya dönersek; o karışık yıllarda bu arkadaşım bana çok destek oldu. Ofislerimiz birbirine yakındı. Bazen ziyaretime gelirdi, öğle yemeğini beraber yerdik... Bazen de caddedeki restoranlardan birinde buluşurduk... Bu sohbetler ruhuma ilaç gibi gelirdi. Ama garip bir şekilde O’na kalbimin bütün sırlarını açtığımı da söyleyemem.. Belki yaşadığım şeyler herkese anlatılır cinsten olmadığı için, belki onu henüz tanıdığım için... Ama sohbet ederken yenilenmiş, dirilmiş, yaralarıma adeta baticon sürülmüş gibi hissederdim...
Sonra ne oldu? Biz darıldık... Bir kahve sohbetinden sonra Allahaısmarladık derken, aslında onu bir daha aramayacağımı biliyordum. Uzaklaşırken dikiz aynasından baktım, kafenin kapısında arabasını bekliyor ve valelerle sohbet ediyordu. Elleri cebinde, sırtı yola dönük... Bu onu son görüşüm oldu...
Hayatım boyunca sevdiğim hiç kimseden vazgeçmedim. Sezen’in meşhur şarkısında dediği gibi ‘ben hiç kimseden gidemem, gitmem’... Kaç gündür kafamda bu kırgınlığı evirip çeviriyordum. Vaktiyle böyle aradığım arkadaşlarım olmuştur benim: ‘ciğerim gel görüşelim, üç günlük ölümlü dünya, ne dargınlığı’ diyerek... sevmem çünkü kimseyle küs olmayı...
Bu akşam da elim telefona gitti, tam arıycam, olanı biteni fark ettim... Hayatıma bir sabah kahvesiyle geldi, ikindi kahvesi ile gitti... Geçen zamanda bana asla yapamam dediğim şeyleri yapmak için cesaret verdi. Gittikçe daralarak beni boğan çemberlerimi kırmam için destek oldu. Sayesinde hayatımın akışı değişti. Ama bunları bilerek mi yaptı, hayır... Sadece beni dinledi, benimle sohbet etti, arkadaşım oldu... Ruhumda yarattığı metaforu asla bilemeden, kozamdan çıkıp kanatlarımı parlayan güneşin altında açtığımda, bana son kez baktı ve gitti...
Telefonu bıraktım... Her şeyin bir başlangıcı varsa, sonu da olmalı... Dostluklarda bundan vareste değil... onu ne kadar sevsem de, özlesem de, aramaktan vazgeçtim... Son günlerin meşhur lafı var ya; ‘akışa’ teslim ettim... Hatta racona ters olmasına rağmen, kalbimden pembe ışıklar çıkardım, onu pembe ışıklarla yıkadım, üstüne pembe kıyafetler giydirdim ve zihnimdeki kapıdan çıkıp gidişini izledim. Gerçi maksimum reklamı gibi olmadı değil, ama elden bir şey gelmez. Kaide bu; sevginin rengi illa pembe olacak. Döndü, bana el salladı. Ben de ona el salladım... Belki, dedim bir gün yeniden görürüm seni... Burada olmayacak bunu biliyorum... Varsa eğer, başka bir dünyada gayri... Sana bir teşekkür borcum var... İster bil, ister bilme, benim için çok şey yaptın...
Gözlerimden yaşlar aktı, kuruladım... Sonra geldim bunları yazdım...
Cok duygulandim okurken..Onun da seni hissettigine inaniyorum.....
YanıtlaSilGüzelim niye borcun olsun ki,belki sen de ona birşeyler gösterdin,malum pembe(sevgi içimizde) hocalardan biri demişti ki yaşamda ruhsal olarak değiştiğinizin en büyük göstergesi birilerinin gidip yerine sessizce yenilerin gelmesidir ...Vallahi ben de tutuyor:)Sen var ya sen şu sevgi içimizde,ışığı gördüm konularında devrim yaratacaksın:))
YanıtlaSil38 yıllık şu ortak abla kardeş hayatımızda, sana hep söylediğim ve senin de ısrarla anlamadığın gerçek gene yaşanmış hayatında. Söylenecek pek fazla bir şey yok. Ne denir ki seni 20 yıllık hayat arkadaşın, çocuklarının babası anlamamış da, bir iş arkadaşlığı ile başlayan, kısa süreli dostaneliğini, bu hatun kişi mi anlayacak. Sen kırma o güzel gönlünü bu tip hayata dair kıymet bilmez dostlarla.
YanıtlaSil